Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Çeşitli dergilerde yayınlanan öykülerimle başlayan serüvenim, 2002’de Okuyan-us yayınevinden çıkan Âşık Öyküler adlı seçkide bir öykümün yayınlanmasıyla devam etti. Bu kitap, bir seçki de olsa ilk göz ağrısı kadar kıymetliydi benim için. Sonrasında 2003’te Ankara’dan İstanbul’a gidişimle beraber öykünün yanı sıra deneme, eleştiri ve makale türlerinde daha hızlı bir üretim sürecine girdiğimi söyleyebilirim. 2004’ten sona da yakın arkadaşlarımın ısrarıyla Farsçadan Türkçeye çeviriye başladım. 2008’de yayınlanan Yeryüzü Ayetleri adlı Furuğ Ferruhzad şiirleri seçkim, benim için çok özel bir kitaptır. Zaman zaman çeviri, öykünün önüne geçse de öykü yazmayı hep sürdürdüm. Öykülerimin bir kitap olması için girişimde bulunmakta beni engelleyen bir iç ses vardı hep, daha değil diyordu o ses, daha değil! Yine de o sesi kulak ardı ederek aklın sesiyle hareket ettiğim ve şimdi aceleci davrandığımı düşündüğüm bir girişimde bulundum, ne iyi ki başarısızlıkla sonuçlandı ve beni bir süre daha durmam gerektiği konusunda ikna etti. Bu tarihin üzerinden de aşağı yukarı yedi sekiz yıl geçti ve nihayetinde her bir öyküyü farklı bir form ve sesle kurmaya başladığımı gördüğümde müthiş bir rahatlama hissettim. Öykülerim, artık bir kitap olmaya hazırdılar. Bu hissin beni yanıltmadığını görmek çok sevindirici!
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Bunu bilmiyorum gerçekten. Zor bir soru. Belki hayatla tanışmadan önce daha okuma yazma öğrenmeden hikâye dinlemeye başlamış olmamdan. Hikâyelerin nefesiyle yeşerdi benim iç dünyam. O yüzden her şeyden önce kelimelere iman ettim, hikâyelerin gücüne inandım. Dinlemeyi hep sevdim, biri bana hikâye anlatsın canımı alsın!
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Çevirilerimle tanınıyor olmak benim için kesinlikle bir avantaja dönüştü. Furuğ’un bütün şiirlerini çevirmem yönünde bir istekle bana gelen ve Rüzgâr Bizi Götürecek şiir toplamının ortaya çıkmasını sağlayan Yapı Kredi yayınları öykü dosyam için de ilk adres oldu. Yapı Kredi yayınlarından Furuğ şiirleri dışında beş çevirimin yayımlanmış olması ve bütün bu çevirilerin kitaplaşması aşamasında yayınevinin sergilediği duruş, seçimimde elbette belirleyici oldu.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Kitabımın editörlüğünü sevgili Fisun Yalçınkaya yaptı. Dosyayı okuduktan sonra tertemiz bir kitap olduğunu belirtip bazı önerilerini ve düzeltileri gönderdi. Son derece uyumlu bir çalışma olduğunu söylemeliyim, bazı ufak dokunuşlarla gözden kaçan ufak pürüzleri gidermiş olduk.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Daha önce de söz ettiğim gibi yayın dünyasında çevirilerimle biliniyor olmak ve ilk öykü kitabımdan önce on bir çevirimin yayımlanmış olması bu kitabın birden “Aaa kitabın mı çıktı?” hayretiyle algılanmasını engelledi. Pek çok kişi, kitabı gördükten sonra kapakta bir yerlerde İranlı bir yazar adı aradığını söyledi. Çevirmenliğin dezavantajı demeli galiba buna da. Bazıları da “Aaaa sen öykü de mi yazıyordun!” dediler. Kitabın, bir öykü kitabı olduğunu anladıktan sonra pek çok kişinin meraklandığını hemen gidip kitabı aldığını biliyorum. Farklı mecralarda, tanıdık tanımadık çok kişiden kitaba dair heyecan verici, sevindirici güzel yorumlar aldım. Kitap yayımlanalı henüz on beş gün olmadan hakkında çok detaylı, çok beğendiğim bir değerlendirme yazısı çıktı. Söyleşi yapmak isteyen birkaç kişi ulaştı bana, aynı şekilde yazı yazmayı istediğini belirtenler oldu. Çok sayıda kişi sosyal medyadan bana ulaşarak kitaba dair görüşlerini bildirdi. Kitabımın bu kadar hızla ve geniş bir kitle tarafından okunacağını beklemiyordum, buna şaşırdım biraz. Bir kitap çıktıktan sonra yazarın en temel beklentisi elbette yankı bulmasıdır. Sesin artık pek yankılanmadığı bu dönemde bu geri dönüşler benim için çok sevindirici elbette.
Telif aldınız mı?
Henüz almadım zira kitap çıkalı henüz bir ay olmadı, ama bir sözleşmem var ve telif de alacağım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Ben çok uzun zamandır yazıyorum, yirmi yıldır neredeyse, belki de daha çok zamandır. Bu zaman zarfında dergilerde yayımlandı öykülerim ama çok fazla öykü yayımlattığımı söyleyemem. Yazdıklarımın beni ikna etmesi uzun zaman aldı. Yakın çevremden buna itirazlar da geldi, beklemenin hata olduğunu söylediler. Bana göre asıl mesele, bir hikâyenin hangi kalıba dökülerek can bulacağı. Kekemeliğin geçmesi gibi bir şey bu. İstediğinizi, istediğiniz biçimde anlatma gücüne ulaştığınızı hissetmeye başlarsınız, işte bu noktadan sonra uçurumdan atlayabilirsiniz, rüzgâr yeterince güçlü esmeye başlamıştır. Hızla yazabilir, içinizde mayalanıp duran kelimeleri istediğiniz şişelere doldurabilirsiniz.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Doğrusu yakın çevrem, yazıyla ilişkimin ciddi olduğunu çok uzun zamandır biliyordu. Onların asıl meselesi, yukarıda da söylediğim gibi, bu değildi, benim gereğinden fazla ince eleyip sık dokuduğumu düşünüyorlardı. Bu da doğal, çünkü onlar benim iç sesimi duyamıyorlardı.
Peki, bundan sonra?
Bundan sonrası da yine bundan öncesi gibi yazıyla can bulan bir hayat. Öykü yazmayı sürdüreceğim, bir roman bitirdim yakın zamanda, iç sesimden icazet almış bir roman! Çeviriyi de sürdürmeyi planlıyorum.