Kadir Işık

Annemin elleri sabun köpüğü, çamaşırdan kalkmış. Tülbendini düzelterek köy meydanında toplanan kalabalığa doğru gidiyor. Ablam da peşi sıra. Gözleri kızarmış. Annem döndü, Sen gelme, eve git, dedi ablama. Dinlemiyor annemi. Biz de peşlerine takılıyoruz. Ağbim cebindeki bilyeleri çıkardı. Götür bunları evde sakla, dedi bana. Götürmedim. Her işini bana yaptırıyor. Mışko da orada, elinde salçalı ekmek.

“Neco, bizim Neco ablasını öldürmüş, babasının tüfeğiyle,” dedi Mışko. O güne kadar ölü birini görmemiştim. Korktum. Evimize gelen askerler babamı dövdüğünde yere düştü, öldüğünü sanmıştım, o gün de korkmuştum. Ağbimle kalabalığa karışıyoruz. Zînê’nin üzerinde kırmızı kadifeden fistanı. Yüzünü gördüm. Gözleri açık. Ağzı kanıyor. Kocaman karnı yana yatmış. Üzerini keçi kılından bir kilimle kapadılar.

Zînêgil geçen yıl şehre taşındı, bir yıl sonra köye geri döndüler. Biz de taşınacaktık, annem istemedi. Zînê ablamın arkadaşı, kapı komşumuz. Her gün bizim eve gelirdi. Bir gün babam evden kovdu, kötü kızmış. Ablamın onunla konuşmasını yasakladı. Kötü kız olduğunu bilmiyordum, herkes biliyormuş.

Zînê ölmeden önce bizim eve gelen misafirler hep onun hakkında konuşuyordu. Şehirden de gelenler oldu. İçlerinden Kürtçe bilmeyen biri vardı. Ağbimle bu adama güldük, insan Kürtçe bilmez mi. Zînê’nin babası Xalo Emmi de geldi. Durmadan sigara içiyor. Bıyıkları sapsarı. Ağzından burnundan dumanlar çıkarıyor. O konuşunca herkes susuyor.

“Tornacının da gözü tutmamış oğlanı. Onu elime geçirirsem sizden önce ben öldüreceğim, dedi,” dedi Xalo Emmi. Zaxê Teyze her şeyi en başından beri biliyormuş. Kimseye söylememiş. Korkmuş. Oğlan gelir, kızımı ister, baş göz ederiz, demiş. Kimse anlamaz. Xalo Emmi anlamamış, aklı kıt, biçare bir adam. Ancak çalışmayı biliyor, köyde lakabı Eşek Xalo. Bir gün bacısı Besê herkesin içinde şöyle demiş.

“Xalo, kör olasıca, gözünü aç, aklını fikrini mi kaybettin, namusunu şehirde mi bıraktın.” Herkes Besê Teyzeye küfrediyor. Köyün dedikoducusu, köyün yalancısı, köyün orospusu, köyün uğursuzu, sana mı kalmış Xalo’nun namusu. Ya oğlanı bulurlarsa ya da kendi gelirse. Belki de başka şehre ırgatlığa gitti, evlenmek için parası biriktiriyor.

“Bu iş tez zamanda bitmeli, Zînê ölmeli,” dedi Xalo Emmi. Kalktı, gitti evden. Başımı kaldırdım, sus pus olmuş yaşlı başlı adamlara baktım. Ağbim kalemi çekti elimden, bağırdım.

“Ver kalemimi.”

“Çıkar şunları dışarı,” dedi babam. Her şeye kızıyor. Annem kolumuzdan tuttu, kapı dışarı etti bizi. Ablam kapının dibine oturmuş.

“Kalk git çaya bak,” dedi annem, tuttu kolundan kaldırdı.

Xalo Emmi, Zînê’nin kardeşleriyle aynı evde kalmasını istemiyor. Avlunun köşesinde bir hurdalık var, tahtadan kırık dökük bir de kapısı. Zînê ölmeden önce orada kaldı. Çatısı demir saçtan yapılı hurdalığın içerisi cehennem sıcağı. Herkes bir kaç güne kalmaz Zînê sıcaktan ölür, açlıktan ölür, susuzluktan ölür, kahrından ölür, diyordu ama ölmedi.

Zînê hurdalıkta ölürse Xalo Emmi namussuz olurmuş.

“Zînê ölmeli.”

Xalo Emmi korkağın teki. Kendi gölgesinden korkuyor. Namusuna sahip çıkamamış.

Zînê’nin kaldığı hurdalığın küçük bir penceresi var. Ablam saç ekmeğinin arasına peynir koyup bana veriyor, ben de götürüp hurdalığın penceresinden içeri atıyorum Ağbimin duymasını istemiyor. Her şeyi babama yetiştiriyormuş.

Zaxê Teyze Zînê’nin ölüsünün yanı başında oturmuş ağlıyor. Okulun bahçe duvarına sırtını dayayan Xalo Emmi kovdu onu. Şehre alışamamış, horantasının başında durmamış, ikide bir kaçmış köye gelmiş. Annemle Meyro Teyze Zaxê Teyzenin koluna girip kaldırdılar. Xalo Emmi küfrediyor. Muhtar yerde duran tüfeği aldı. Zînê’nin üzerindeki kıl kilimin ucundan tuttu kaldırdı, kanlı saçları yüzüne yapışmış. Kimse ağıt yakmıyor, ablam sessiz sessiz ağlıyor.

İhtiyarlar duvar dibinde, Neco da yanlarında. O gün şalvar giyinmiş, peyiği yere değiyor. Kocaman adamların arasında, kocaman bir adam gibi oturuyor. Muhtar jandarmaya haber vermesi için Sermo’yu şehre gönderdi. Jandarmanın geleceğini duyduk. Evden uzaklaşmıyoruz. Kim önce jandarmayı görüp de bağıracak, ilk bağıran olmak için durmadan köyün toprak yoluna bakıyoruz. Akşam oldu, Sermo döndü şehirden, “Sen git, geliyoruz,” demiş komutan. Kimse gelmedi.

Kokacakmış Zînê. Koksun. Orospular pis kokar.

Ertesi gün de jandarma gelmedi. Sıcak, güneş bütün sıcağını bizim köyün üzerine salmış. Neco duvar dibinde tek başına kaldığında ağbim yanına gitti. Telden arabasını gösteriyor. Köyde en güzel arabaları Neco yapar, sonra ağbim. Bir keresinde telden traktör bile yapmıştı Neco. Ağbimin arabasının direksiyonundaki kalın teli görünce ayağa kalktı.

“O tel benim,” dedi.

“Yok,” dedi ağbim, “Bu teli babam şehirden getirdi.” Neco telden arabalarını, Zînê ölmeden önce kaldığı hurdalıkta saklardı. Sonra avlunun köşesinde saklamaya başladı. Ağbimin teli oradan çaldığını söylemedim. Neco’nun ağbisi geldi, tuttu kolundan, götürüp duvar dibine oturttu. Neco sille yememek için yüzünü sakladı.

“Sen çocuk değilsin, kocaman adam oldun,” dedi ağbisi.

Akşam yemeğinde babam bize kızdı. Zînê’nin ölüsü meydanda kalkmadan evden dışarı çıkmayacağız. Biz de arabalarımızı avluda sürüyoruz.

Jandarmalar gelmedi. Muhtar şehre gitti.

Zînê kokuyor. Başında karasinekler vızıldıyor. Küçük kurtçuklar doluyor ağzına. Köyü, ölüm kokusu sardı. Burnumuzu havaya kaldırıp kokluyoruz.

“Çocuklar koku alamaz,” dedi annem.

Deli Zılxa’nın aç köpeği gece yarısı Zînê’nin kolunu koparmış. Zaxê Teyze köyün dört bir yanında Zînê’nin kolunu arıyor. Her önüne gelene, Kızımın kolu kayıp, kim aldıysa versin, diyor. Zînê’nin kolu köyün içinde dolaşıyor. Mışko da görmüş. Her yerinden kan damlıyormuş. Herkes göremezmiş. Ben de gördüm. Parmaklarını yumruk yapmış. Bir gece de rüyamda gördüm, nakış işliyordu, ölmemiş. Kolları sapasağlam. Ablam da yanında.

“Zînê’nin kolunu kurtlar yemiş,” dedi Haso, “aç kurtlar.” Dağdan sürüyle inmişler. Neco ablasını kurtlardan korumuş, bıraksa kurtlar hepsini yiyecekmiş. Ablasının namusunu da temizlemiş. Artık çocuk değilmiş. Biz çocuğuz. Jandarma gelince Neco’yu götürecek.

Ablam pencereden köy meydanına, Zînê’nin yerde yatan cansız bedenine bakıyor. Zînê’nin ölüsü meydandayken ne bulaşık yıkadı, ne yemek yaptı, ne de babama bir tas su verdi. Bir keresinde tası ayran doldurdum, götürdüm babama, hem de tek damla yere dökmeden. “Aferin oğlum,” dedi. Ben kocaman adam olmuşum.

Ablam Zînê’nin ölmediğini, geceleri kalkıp köyde dolaştığını söylüyor. Babam ablamı öbür odaya kilitledi. Zînê’nin pis ölüsü yerden kalkmadan ablam dışarı çıkmayacak.

Jandarma gelmedi. Muhtar, Neco’yu şehre götürdü. Neco giderken ağladı, babası bir tokat vurdu. Daha da vuracaktı, muhtar araya girdi. Neco jandarmadan korkar. Köyün toprak yolunda tozu dumana katarak gelen askeri cemseleri gördüğünde en çok Neco bağırırdı.

Cendermeler, cendermeler, cendermeler…

Akşama doğru muhtar tek başına köye döndü. Zînê’yi tabuta koydular. Muhtar Deli Hôsın’e bir sigara sardı. Bir sigaraya köyün bütün buğday çuvallarını sırtında taşır. Tabutun altına giren dördüncü kişi oldu, mezarlığa gittiler.

Ablam çıktı odadan. Herkese küstü. Çeyiz sandığını açtı. Zînê, ablama baykuş yapmasını öğretmiş. Baykuş uğursuzluk getirir, yapmayalım, demiş ablam. “Ben istemedim,” dedi. Çeyiz sandığından baykuşun işlendiği kanaviçeyi çıkardı. “Ben istemedim ki.” Baykuşların rengârenk gözleri kocaman. Aynı ağacın dalına konan iki baykuş. Biri yukarı biri aşağı dalda. Baykuşların gözlerini ben de gördüm. Bana kötü kötü bakıyorlar.

“Atalım bunu, sen at anne, baykuş kötü, uğursuz hayvan, at anne at bunu,” dedi ablam, bana güldü, dişleri bembeyaz.

“Tamam kızım,” dedi annem, “bunu ayıralım, çıkaralım bunu sandıktan.” Hem, askerler evi ararken bunun üzerine basmışlardı, lekesi çıkmamış.

“Ben istemedim ki, istemedim ben, hep Zînê, Zînê işledi anne. Zînê baykuş işledi, öldü.”

“Tamam kızım, tamam.” Annem ablamın yüzüne düşen saçlarını parmaklarıyla geriye taradı. Başını göğsüne bastırdı.

“Zînê pis oruspu. Zînê köyün oruspusu,” diye bağırdım. Ablam güldü, ben de. Annem yanıma geldi, yanağıma sert bir sille patlattı. Ablam gülüyor. Ben ağlıyorum. Annem beni dizine yatırdı, uyumuşum. Uyandığımda karanlık çökmüştü. Ablam yok, babamla şehre gitmiş.

Her gün Zaxê Teyze bizim eve geliyor. Annemle oturup ağlıyor. Günler sonra babam, yanında ablamla geldi. Ablam burnunu eşarbıyla kapatıyor. Babam şehirden hem limon hem de tütün kolonyası almış. Ev kolonya kokuyor. Ablam, ölüm kokuyor, dedikçe annem tütün kolonyası döküyor saçına başına.

“Kokmuyor kızım kokmuyor, sana öyle geliyor, koku moku yok,” diyor annem. Ablamın midesi bulanıyor. Kusuyor sürekli. Yediği her şeyi çıkarıyor.

Geceleri üzerimdeki yorganı açtığımda Zînê’nin kokusu benim de burnuma geliyor.

Annemin evde olmadığı bir gün, ablam dışarı çıktı. Avluya, yanımıza geldi. Ağbimin arabasını sürdü. Ağzıyla araba sesi çıkarıyor. Annem gelene kadar ablamla avluda araba sürdük.

Kadir Işık