Kemani Kevser Hanım

Dünya’nın oluşumundan itibaren (50 Milyon yıl hata payıyla):

4 milyar 540 milyon 874 bin 673. yıl, 65. Gün:

DİLEKÇE

Radyo ve Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğüne,

Konu: Nihavend Longa[1]

Sayın Müdür bey

Her şeyden evvel çocukluğumdan beri hazla takip ettiğim kurumunuza müteşekkür olduğumu beyan ederim affınıza sığınarak kaleme aldığım bu dilekçe kendimce olduğu kadar milletimizce de önemli bulduğum bir mevzuya yüksek müsadelerinizle dikkat çekmek gayesiyle yazılmıştır sadede gelince bendeniz kurumunuzun haberlerinin ajans günlerinden bugüne kadar tiryakisiyim daima da sunucularınızın güzel türkçemizin hakkını vererek her kelimenin üstüne basa basa okuduğu haberleri dinlemeye alışık bir vatandaşım maalesef son zamanlarda haberlerin yaşadığımız hayatın nefretle karşıladığımız hızına benzer bir hızla okunduğuna ve görüntünün daha ben birini tam göremeden öbürüne geçildiğine şahit olmaktayım ki bu da beni derinden üzmektedir sebebi ise haberlerin ağır ağır okunmasını milletimizin fertlerinin mevzuyu anlamaları için elzem telakki etmemdir öyle ki tarihi dizilerinizde ceddimizin savaştaki cesaretini gösteren birkaç saniyede vuku bulacak bir kılıcı düşmanın böğrüne saplama sahnesi iki aşığın bakışmalarında olduğu gibi dakikalara şamil bir zaman içinde verilmektedir ve kanımca doğrusu da budur çünkü biz ağır düşünen yavaş ve her sözümüzü tartarak konuşan tabiyatımız üzere ağırlık taslamadan ama sakin hareket eden ciddi bir milletiz aksi halde müstesna cemiyetimizde birbirimize saygıyı nasıl tesis edebiliriz öyle değil mi musikimize hayran bir dinleyiciniz olarak bana bu dilekçeyi yazdıran mevzuya gelecek olursam söyleyeceklerim odur ki klasik müziğimizin gözdesi kemani Kevser hanımın unutulmaz bestesi medarı iftiharımız nihavend longanın çalınışında bilhassa sonlarına doğru kemanların kanunun udun kemençenin ve cümle çalgının çıldırmış gibi sanki yaradanımız bu eser için kâfi derecede vakit bahşetmemiş gibi çığrından çıkıp yükselerek süratlenmesi yüce milletimizin ağır başlılığıyla tezat teşkil etmekte olup zatıalilerinizin bu meseleye el atmak suretiyle nihavend longanın bize yakışacak şekilde ağır tempolu bir yorumla icrasına tarafınızdan emir buyurulmasını yüksek katınıza arz ederim efendim

Saygılarımla

Halim Ağırdan

67. Gün:

KÖRFEZDE BİR ZAMANLAR

“Anlattıklarında yaşamış olmanın verdiği bir canlılık vardı.” (Huzur, A. H. Tanpınar)

Gençlik silahına sahip olmak kadar cesaret artıran şey yoktur. 

O günlerdeki toplumsal hayatımız, köylerden sanayi kentlerine doğru yoğun göçlerin başlamasıyla yeni bir şekil almaktaydı.

Ankara’dan gece treniyle İstanbul’a giderken yolculuk sırasında âni bir karar değişikliğiyle İzmit’te indim. Trenin İzmit’e beklediğim saatten çok önce hava ışımadan varmış olması planımı aksattı. Uzun süredir görmediğim ve amca-yenge yakınlığıyla sevdiğim, küçüklüğümü bilen insanların karşısına beni gördüklerinde daha da çok şaşıracakları erken bir saatte çıkmak istemiyordum. Serin ve nemli bir hava sokakları sarmıştı. 

Hayatta, en garipsediğim ve içime ilkel bir korku salan şeylerden biri gece karanlığında yabancı bir kente adım atmaktır. Böyle bir sahneyi bir filmde görsem, kendimi oradaki karakterin yerine koymak istemem. Sabaha karşı, karanlığın en yoğun olduğu saatte, benzer bir duyguyla sarmalandım. Aslında, İzmit’i az çok biliyordum ama gecesini tanımıyordum. 

Önceki gelişlerimde, yukarı mahallelerdeki doğru dürüst yolu olmayan yeni konmuş gecekonduların arasında dolaşmayı severdim. Boş arsalarda, Bizans’tan kalma dağılmış mermer sütunların oraya buraya savrulmuş kaidelerindeki ve başlıklarındaki nadir güzellikteki kabartmaların süslü desenlerini, yabancılıklarını paylaştığım çamaşır asan rengarenk şalvarlı kadınların ve hırpani çocukların yadırgayan bakışları altında, yanımda getirdiğim küçük resim defterime çizerdim. Avare yürüyüşlerimde, ayağımın uzak tarihin simgesi olan yarı gömük mermerlere her takılışında sendeler, tuhaf bir varoluş duygusuyla sarsılırdım. 

İzmit’teki Bizans kalıntıları

Bomboş kaldırımda ana cadde boyunca başıboş yürüyerek açık bir otel aradım. Girişi loş bir ışıkla aydınlatılmış, tabelasında adı sarı neon ışıklarıyla yazılı bir otel görünce, elimde Bond çantamla içeri daldım. Otel katibi başını kaldırıp bakımsız ve tıraşsız yüzündeki uykulu gözlerini aralayarak, bana ‘sen de nereden çıktın’ bakışıyla baktı. Tek yataklı boş bir oda yoktu. Yatakların birinde uyuyanın olduğu çift yataklı bir odada kalabileceğimi söyledi. Üstelik, o odanın benim için daha hesaplı olacağına dair masum bir akıl çelme girişimiyle sonuç almaya da kalktı. Yol yorgunu başımla çaresizce onayladım ve istediği parayı aramızdaki camın deliğinden uzattım. Odaya sessizce girmemi ve ışığı yakmadan sağ tarafa yönelip el yordamıyla yatağı bulup yatmamı bir talimat katılığıyla bildirdi. 

Gençlikte, bir yanımızın kurallara karşı gelme isteğiyle, diğer yanımızın kurallara baş eğme kolaycılığı ilginç bir çelişkidir. Denileni yapacaktım. Yukarıya çıktım. Kapı numarasından odayı buldum. İçerde uyuyan kişi o saatte derin uykusunda olmalıydı. Kolu yavaşça çevirerek kapıyı ittim ve içerinin karanlığına süzüldüm. Bir iki adım atmama kalmadan sol taraftan kaba ve kalın bir sesin “Kapıyı kilitle kardeş, gece vakti soyulmayalım” dediğini şaşkınlıkla işittim. Geri döndüm ve isteğini yerine getirdim. Sonra da, karanlıkta çantamı yatağın yanına bırakarak üzerimdekilerle olduğum gibi yattım.

Uyandığımda çoktan sabah olmuştu ve pek de iç açıcı olmayan odada benden başka kimse yoktu.

70. Gün:

UZAK BİR AİLE FACİASININ SEVİMSİZ AYRINTISI

Bir gün, gözleri eskilere dalan teyzesi silkinip pattadak ona, sen küçükken duygusuz, soğuk bir çocuktun, dedi. Bunu niye söylediğini merak etti. Teyzesi, annen öldüğünde hiç ağlamadın, anne diye seslenip onu hiç aramadın, dedi. O, annemin öldüğünü anlamıştım da ondan, diye yanıtladı. Halının üstünde boylu boyunca kımıldamadan yatıyordu, diye de üste çıktı. Teyzesi şaşkınlıkla yüzünü buruşturdu ve daha neler, hiç o güzel annenin ölüsünü yerde yatırır mıyız, yanlış hatırlıyorsun, diyerek karşı çıktı. O ise direterek, hayır doğru hatırlıyorum, şimdi bile gözlerimi kapatsam, annem, odada kapının arkasında sırt üstü yatarken gözümün önüne geliyor, dedi. Teyzesi kızdı. Hem de kapının arkasında yatıyordu, öyle mi, diye sordu. Cevabı beklemeden sinirli sinirli, sen de gözlerini kapamayıver öyleyse, dedi.

73. Gün:

KORKUNUN ECELE FAYDASI

Eskiden, Emirganlı yaşlı erkekler kendi aralarında konuşurlarken, “Düşünebiliyor musunuz mirim, bir zaman gelecekmiş, Boğaziçi’nin vapur iskelelerini aşağıdan yukarıya sırasıyla ezberden sayamayacak insanlar İstanbul’da yaşayacaklarmış” diye hayıflanırlarmış. Arkasından da sıkıntıyla eklerlermiş: “Vah ki ne vah! Allah o günleri bize göstermesin!”

Demek ki, hayal gücünün bile bir sınırı var. Birkaç yıl önce yapılan bir ankete göre, İstanbul’da oturanların üçte biri henüz deniz görmemiş.

75. Gün:

Gençlikte olduğun gibi görün, yaşlılıkta göründüğün gibi ol.


[1] https://youtu.be/m39ptBpvQwM