Gülhan Tuba Çelik’in Epona Yayınları’ndan çıkan ikinci öykü kitabı “Onlar ve Köpekleri” Nisan ayında okurlarıyla buluştu. İlk kitabı “Evsizler Şarkı Söyler”de kendine has üslubunu belli eden Çelik, ikinci kitapta bu üslubunu daha da belirginleştirmiş olarak karşımıza çıkıyor.

Çelik bu kitabında; sokağa, sokaktaki insana, apartmanlara sinmiş küf kokulu hayatlara dair güçlü bir anlatım ortaya koyuyor. Sağlam bir atmosferin oluşturulduğu öykülerde karakterlerin ruhsal ve düşünsel dünyası okura hissettiriliyor. Karakter yelpazesine baktığımız zaman çok çeşitli profillerde olmalarına rağmen onları birleştiren ortak noktaların olduğunu da görüyoruz. Şehre alışmaya, kentli olmaya çalışan bir “ovalı” ile alışmış görünen bir “dağlı”, tekdüze yalnız yaşamın yorgunluğunu ayaklarında taşıyan boşanmış bir kadın, sosyal hayatında veya iş hayatında bir ömür boyu anne etkisinin izlerini taşıyan yetişkin erkek, tükenmiş kadınlar, sıradanlaşmış evliliklerin sorumlulukları ve sıkıcılığı altında ezilen çiftler karşımıza çıkıyor. Çelik, bu karakterlerin iç dünyalarını çizerek okuru kahramanların zihninde, geçmişlerinde, duygularında yolculuğa çıkarıyor. Karakterlerin ortak noktaları ise kentle, sosyal çevreleriyle, partnerleriyle ve hatta kendileriyle çatışan, adapte olamayan, kendisiyle hesaplaşmaları halen devam eden yaralı ve uyumsuz kişiler olması. Onlar bir nevi şehrin “tutunamayanları”. Ana karakterler dışında öyküde betimlenen, arka plana yerleştirilen kâğıt toplayıcıları, tinerciler, hurdacılar, seyyar satıcılar, göçmenler de bu savı destekler nitelikte.

Aynı duyguyu, öyküdeki mekânlar da yoğun bir şekilde hissettiriyor. Mezarlıklar, taşlı ara sokaklar, tekinsiz binalar, spotçular, göçmen dükkânları, İstanbul’un çeşitli semtleri, öykülerin mekânlarını oluşturuyor. Mekânların güçlü bir şekilde tasvirinin yanı sıra her öykü başında o öykünün geçtiği yerin bir krokisi okura sunuluyor. Böylece okur daha öykü girişlerinde bir yolcuğa hazırlanıyor.

“Mecitbey Sokağı’na yaz birdenbire geldi.” (Sınır)

“Nurhan tramvaydan inip Şehremini’nin trafiğe kapalı parke taşlı çarşısına girdi.” (Kalanlar)

“Vahide Baha Pars Ortaokulu’nun karşısındaki sokağa hızlıca girdi. Bu semte geldiğinden beri orada olan bisiklet tamircisini, kâğıt toplayıcısının karıştırdığı çöp tenekelerini geçti.” (Açılan)

Kitapta bu ve bunun gibi giriş cümleleri, her öyküde verilen haritalar okuru İstanbul sokaklarında gezdireceğinin teminatı olarak karşımıza çıkıyor. Son dönem öykü kitaplarına baktığımızda yalnızca karakterin iç dünyasının dışavurumcu bir biçimde anlatılması, bunu yaparken de bazen öyküde mekânın neredeyse hiç kullanılmayışı çeşitli eleştirilere neden olmakta. “Onlar ve Köpekleri” bunun aksine sağlam mekân tasvirleriyle karakterlerin yaşadığı evi, sokağı, apartmanı zihnimizde canlandırmamızı sağlıyor. Bunun birlikte yazar; bu sokakların, mezarlıkların, semtlerin, hastanelerin, kiliselerin örtülerini kaldırıp geçmişe doğru bir yolculuğa da çıkarıyor. Okur, günümüz sokaklarında ilerlerken bir anda yüzyıllar önce orada yaşayanlarla karşılaşıveriyor. Bu da İstanbul gibi bir şehre yakışır şekilde geçmişi günümüze bağlayarak öyküye derinlik katıyor. Bunu yaparken Çelik’in tarihi bilgileri sırıtmadan hikâyeye yedirmeyi başardığını görüyoruz. Bu doneler; didaktik olmadan, kitabi bilgi verme tuzağına düşmeden hikâyenin bir ayağıymış gibi orada duruyor ve kurguya dinamizm katıyorlar.

Gülhan Tuba Çelik

Çelik, bazen yüz yıllar öncesine taşıdığı gelgitleri bazen de karakterin zihninde bilinç akışı yöntemiyle kendi geçmişine taşıyabiliyor. Bu bağlamda öyküler klasik anlatımdan farklı olarak geriye dönüşler, anılar, hatırlananlar yoluyla ilerliyor. Yazar kelime seçimi ve kullandığı söz dizimleriyle kendine özgü bir üslup oluşturmuş durumda. Hikâyelerin kendine ait -bazen hüzünlü bazen isyankâr- bir ritmi ve akıcılığı var. Birbirine uyumlu cümleler, sözler, kullanılan leitmotifler bu akıcılığı güçlendiriyor. Yine bununla ilgili olarak Sevecekmiş Gibisin öyküsüne baktığımızda;

“İşten gelir gelmez koltuğunu başına dayar, gözlerini kapatır kafasındaki bütün ağırlıkların ayaklarından akmasını isterdi.”

Ayakların başlangıç değil son olmasını istiyordu.”

Ayaklarla başlayan, ayaklarda takılı kalan bir hikâye onu perişan etmiş; bacaklarına yılgınlık kalbine katran, yüzüne gece, beynine şüphe ekmişti.”

“Şakaklarındaki baskılar topuklarına varınca ayaklarını eline aldı.”

Ayaklarından nefret ederek eve döndüğü o akşam, ters yöne girmek istemeyen taksi, onu burada bırakmıştı.”

“En çok annesiyle babasının bir hafta arayla ölmesiyle yok olmuştu ayakları.

cümlelerinde sıkça kullanılan ve hikâye içinde çok yerde geçen “ayak” sözcüğü hem onun boşanmış bir kadın olarak hayat karşısındaki yorgunluğunu hem de ismi “Umut” olmasına rağmen hayat karşısında çoğu zaman hüsrana uğrayışını ifade eder. Karşısına çıkan adamlar onu her zaman “sevecekmiş gibi”dir. En son sevgiyi bulduğunu umut ettiği adamın ise anlatılanlardan yola çıkarak ayak fetişisti olduğunu çıkarıyoruz. Umut’un dost ve sevgili beklentisinden çok uzakta olan adamın onda yarattığı yenilgiyi ve kırgınlığı görüyoruz. Gülhan Tuba Çelik, öykülerinde bu kırgınlıkları ve hayat karşısındaki hesaplaşmaları anlatırken her şeyi apaçık anlatan bir dil kullanmıyor. Aşırı kapalı, okurun kafasında soru işaretleri bırakan, örtük bir anlatım da tercih etmiyor. Dengeli bir anlatımdan yararlanarak kendini bir anda göstermeyen hikâyelerin bazı diyaloglarda, leitmotiflerde, bazen de bir rüyada kendini açık ettiğini görüyoruz. Örneğin “Yakarış” adlı öyküsünde son ana kadar gizemini koruyan kara, kötü şey, hikâyenin son cümlesinde “Anne, kitapların parasıyla oyun bilgisayarı alıyoruz değil mi?” diye sorduğunda taşlar yerine oturuyor.

Yazarın tekdüze yaşamları, umudu ve hüsranı, hesaplaşmaları, benimsenmeyen ataerkil rolleri ve güçlü yalnızlıkları ele aldığı kitabı “Onlar ve Köpekleri” sağlam bir ikinci kitap olarak Çelik’in yazınsal yolculuğunda yerini alıyor.

Özlem Karapınar