Latin Amerikalı duayenlerden Kolombiyalı Gabriel Garcia Marquez’in, eserlerinde halk kültürüne ait şenliklerden, panayırlardan ve horoz dövüşlerinden sıklıkla bahsettiği görülür. Burada en büyük etken kuşkusuz ki coğrafya ve kültür etkisi. Marquez’in özellikle kırsala özgü şiddet ve suç unsurunu gözler önüne sererken horoz dövüşlerinden faydalanması kaçınılmaz olur. Bunda horoz dövüşlerinin yapıldığı meydanların, özellikle kırsal kesimde en önemli etkileşim mekânı olması baskın gelmiş olabilir, ya da dövüşlerin erk eksenli bir eğlence türü olması. Güç ve şiddet temalarını yansıtmakta bundan daha uygun bir ortam olamaz gerçeği belki de. Kırsalın süreğen yaşamının bir parçası olan horoz dövüşleri yazarın kitaplarında gözle görülür şekilde varlık gösterir. Marquez’in birçok eserinde horoz dövüşünden ve horozlardan bahsetmesi dikkat çekicidir.

Albaya Mektup Yok (El coronel no tiene quien le escriba, 1961) isimli uzun öyküsünün yerli ve yabancı basımlarında kapak fotoğrafı olarak da görürüz horoz figürünü. Hikâyenin başkahramanı albay, ülkesi uğruna savaşmanın karşılığı olan emekli aylığının bağlandığı müjdesini almak için her cuma limana ya da postaneye umutla gider, “Albaya mektup yok,” cevabını her alışında yoksulluğunun yüzüne çarpıldığını hisseder.

Hikâye boyunca alt katmanda yönetimdeki sansür ve baskıya dair ifadelerle oldukça göz doldurucu bir tablo çizer Marquez. Albay ve hasta karısının sahip oldukları en değerli şey kasabanın en iyi dövüş horozudur ve horozun asıl sahibi olan tek oğulları Agustin dövüşler sırasında gizli bildiri dağıtırken öldürülmüştür. Sıkıyönetim şartlarında ezilen kasaba halkının onuru için ölen oğullarının yadigârıdır bu horoz ve aslında açlıktan kurtulmanın bir yoludur da. Ancak bahislerden para kazanmaları için yapılacak olan dövüşlere daha zaman vardır. Maddi olarak oldukça zor durumda kalan albay ve eşinin horozu satmak ya da kısa bir zaman içinde gerçekleşecek horoz dövüşlerinde kullanmak arasında kalışı söz konusudur. Tüm anlatı boyunca horozun satılması ya da onlarla kalması arasındaki gelgitler, albay ve karısının hayata tutunmakla pes etmek arasındaki bağlantıyı ifade etmiş olur. Horozun kendi oğullarıyla olan manevi bağı nedeniyle ona yükledikleri anlam, Marquez’in örtülü mizahı ve serinkanlı aktarım tarzıyla birleşince müthiş bir anlatıya dönüşür. Horozla sürdürülen yaşam savaşı, pasifize edilmiş gibi gösterilse de sadece albay ve eşi için değil tüm toplum için adeta umudun simgesi olur.

Buendia Ailesi’nin kaderini belirleyen horoz

Marquez’in Albaya Mektup Yok adlı uzun öyküsünde olduğu kadar olmasa da Yüzyıllık Yalnızlık’ta (Cien años de soledad, 1967) da horoz dövüşünden bahsettiğini görürüz. Buendia ailesinin Macondo’ya gelip yerleşme hikâyesinin ana kahramanı da bir horozdur. Öyle ki Ursula’nın domuz kuyruklu çocukları olacağına inanması sebebiyle çocuk sahibi olamamaları, köyde dedikodulara sebep olur ve Jose Arcadio Buendia’nın bir horoz dövüşünde Prudencio Aguilar’ı yenmesiyle işler değişir. Prudencio’nun onun erkeklik gururuna dokunan sözler söylemesi bardağı taşıran son damladır. Jose Arcadio, Prudencio’yu öldürür ve Buendialar Prudencio’nun hayaletiyle birlikte Yüzyıllık Yalnızlık’ın mekânı Maconda’ya göç ederler. Daha kitabın başında horoz dövüşünden bahsedilmesiyle, taşrada yaşayan onurlu, gururlu erkin kendilerini temsil eden horozlarıyla bir varoluş biçimi sergilediklerini görürüz. Anlık bir şiddetin beraberinde gelen suçun vicdani yükünü ortadan kaldırmak için yeni kurulan köyde horoz yetiştirilmesi yasaklansa da ölüler âleminden gelen Prudencio’nun hayaleti ile Jose Arcadio’nun tek konuştuğu yine horozlar ve horoz dövüşleridir.

Başkan Babamızın Sonbaharı (El Otoño del patriarca, 1975), neredeyse kendini tanrı olarak gören, diktatör bir başkanın öyküsü. Bir diktatörün varoluşunun ona boyun eğenlerin varlığıyla anlam kazandığını düşünürsek şiddet ve korku ile çevresindekilere her istediğini yaptıran bir başkanın, horoz dövüşlerinde ve bahis oyunlarında da kaybetmesi elbette ki düşünülemez. Kitabın bir bölümünde horoz dövüşü açık açık anlatılır. Sonucu zaten belli olan oyunlara kimse itiraz edemez. Hatta sahipleri horozlarını başkanın horozuna yenilmek için yetiştirmektedirler. Başkan Babamızın Sonbaharı’nda horoz dövüşlerini yine güç ve şiddet unsuru olarak görmekteyiz. Aşk ve Öbür Cinler (Del amor y otros demonios, 1994) ve Kolera Günlerinde Aşk’ta (El amor en los tiempos del cólera, 1985) horozların sesleri günün en erken saatlerini ifade etmek için sıkça karşımıza çıkar.

Horozların ötüşü ile başlayan bir gün: “Kırmızı Pazartesi”

Kırmızı Pazartesi’de (Cronica De Una Muerte Anunciada, 1981) ise yaygaraya dönüşen bağırışlarıyla horozlar, herkesin işleneceğini bildiği bir cinayetin çığırtkanlarıdır adeta.

Gülay Gökçen