
Tiklinin damdayız. Sıcaktan bunalmış, iki işsiz güçsüz. Ben tütün sarıp caddeyi kesiyorum. O cebindeki son parayla iddia kuponu yapıyor. Arada bir tiki tutuyor, boynunu sabitleyip kafasını sertçe öne arkaya sallıyor.
“Kendi boynunu kıran ilk tikli olarak tarihe geçecen” diyorum. Acıtmadan sövüyor. Danimarka liginden bir iki takım sayıyor. “Oranlar çok yüksek, bunlara basacam bütün parayı.” Öylece, kavruk yüzüne bakıyorum. “Lan hem kel hem de salaksın işte. Yedirirler mi sana o parayı kolayca, bunlar mafya, mafya!” İşte o zaman dellenip sıkı bir sövgü çekiyor. Belki başkası dese cinayet sebebi ama bana sövmekle yetiniyor. Aslında, salak dememe pek takılmıyor. Genç yaşına rağmen kafasının ortasındaki saçsız boşluğa ses etmeme bozuluyor. Öyle böyle bir kellik değil bununkisi, çocukken, nasıl becermişse artık, ocaktaki tavayı devirmiş kafasına. Kelliği oradan.
Ganyan bayiinin önü çok kalabalık. Nedenini soruyorum. Kafasını bültenden kaldırmadan, “Gazi Koşusu var” diyor. Danimarka ligi demişti ama sesindeki tereddütten kararsız olduğunu çıkartıyorum.
Tikleri çoğaldı. Tuhaf sesler çıkartıp arada ayağının tam ucuna tükürüyor. “Paranın yarısını iddiaya yarısını da koşuya bas, garanti olsun.” Yüzünden, “olur mu ki”nin gölgesi geçiyor. Gölgeyi yakalar yakalamaz bastırıyorum. “Şansını ikiye katla, o olmazsa öteki olur.” Bunları söylüyorum ama ben ikisinden de zerre anlamıyorum. Derdim, konuşmuş olmak. Bir de, olmaz ya, çıkarsa rakı makı içeriz. “İyi, git bi puanlı al.”
O iddia bülteninde çalışmasını sürdürürken, ben aşağıya Ganyan bayiine iniyorum.
İçerisi ana baba günü. Tepedeki vantilatörün kendine bile hayrı yok. Öylesine, dönmek için dönüyor işte. Samuray Orhan, ganyancıya, titreyen ellerindeki yazboz kâğıdına alt alta sıralanmış rakamları uzatıyor. Sağı solu da kesmeyi ihmal etmiyor. Ayakçılık işte. Acaba üç beş kopartabilir miyim derdinde. Onun da kafasında var bir kupon. Bankolarda harıl gürül bir çalışma. Sanırsın ki üniversite sınavına hazırlanıyorlar. Herkese bir yerlerden tüyo gelmiş, yanındakine “aman” diyor, “aman kimseye söyleme.” E o da ötekine filan derken, “Karanfil elden ele” oluyor. Kapının ağzında bol alevli bir tartışma. Atların yedi ceddini sayıp, kuponlardan hariç, bir de kendi aralarında bahse tutuşuyorlar. Dedim ya pek anlamam bu işlerden ama orda burda söylendiğine göre, bizim mahalleye “Beşte Kalanlar Mahallesi” diyorlarmış. Bülteni alıp çıkıyorum. Damdan el kol ediyor, işaret ve orta parmağını dudaklarına vurarak, Semir Bakkal’dan, borca. Parliament’den başka sigara da içmiyor pezevenk.
“Bir parlak çek Tikliye” diyorum. Yüzü düşüyor bakkalın. Sigarayı verirken, “Hem çalışmıyor hem de sigarası lüküsten, söyle Tikliye, hesap kabarmış dersin.” Bu laf bana da dokunuyor. İşsizim ya ondan. Hem ben tütün içiyorum, işim olmaz veresiyeyle filan.
Dönüşte Libyalı ve Uzun Sabit’le karşılaşıyoruz, onlar da ganyana doğru yürüyorlar. İkisinin de yüzünde kuponumuz sağlam mağrurluğu. Selamlaşıyoruz, koşuyu kebapçıda izleyeceklermiş. Boğma eşliğinde tabii. Karşıdan Zaza geliyor. Kafası hep önde, belki para bulurum umuduyla. Yengeç gibi elini kolunu savurarak, hızlı hızlı yürüyor. “Hayırdır lan?” diyorum. “Acelem var abi diyor, bugün Gazi Koşusu var.” Herkeste bir telaş, koşuşturma. Anaları bakkaldan ekmek al dese almaz bu müptezeller. “Ulan, bi biz anlayamadık bu işlerden” diye hayıflanıyorum. Hoş, anlayanların da hali ortada ya.
Sigarayı ve bülteni uzatıyorum. Paketi açıp bir tek de bana uzatıyor. “Al al ciğerlerin bayram etsin.” Israrını kırmıyorum. Konuşmuş olmak için, “Nedir tutturma ihtimalimiz?” diye soruyorum. Farkında olmadan kendimi de kupona ortak ediyorum. Önce ses etmiyor. Sonra, yeni bir tik dalgası geliyor, kendini tokatlayıp gökyüzüne sövüyor. Tik dalgası geçince, “Bu sefer ecdatlarını sikeceğiz!” Tutup tutmaması mühim, tutarsa rakı içeceğiz, tutmazsa katran gibi çaya devam.
Yarışa on dakika kala giriyorum ganyana. Sigara dumanından göz gözü görmüyor. Emekliler, işsizler, evden bunalanlar, çokbilmişler hepsi bir ağızdan konuşuyorlar. Kimsenin kimseyi dinlediği yok. Ganyancı, “Beyler, sigaralarınızı dışarda zıkkımlanın” diye bağırıyor. Kimse umursamıyor. Elci Enver, “Bu yarışı Kingsman kazanmazsa bıyıklarımı kazıtırım”, Cillo, “Yok ananınki! Ne anlarsın sen yarıştan eşekçi, Victory gelmesin, yüzüme balgam atın” diyor.
Dama zor atıyorum kendimi. Tikliye kuponları verip tütün sarıyorum. “Ciğerin çürüyecek bu tütünden, al bi parlak yak” diyor. “Alışmayayım, böyle iyi”. İniltiye benzer sesler çıkartıyor. Sinirlendiği belli. Uzatmayıp alıyorum.
Yarış başladı. Ganyan bayiindeki televizyonun sesi dama kadar ulaşıyor. Tiklinin gözü telefonun ekranında, kulağı televizyonda. Rakı içecek olmanın düşüyle ben de kendimi yarışın heyecanına kaptırıyorum. Maçlardan haberim yok. Yarışı izleyenler, bazen ricayla, kimi zaman emir kipiyle, kiminde de yalvarma ve sövgüyle karışık bağırıyorlar: “Ulan bugün de bizim için koş be!”, “Yürü be kızım!”, “Lan koşsana, seni doğuran ananın…”, “Senin gibi jokeyin ben ta…” Samuray Orhan bile titreyen ellerini yumruk yapıp o çarpık ağzından tükürükler saçarak bağırıyor: “Ayrıl da gel kızım, ayrıl da gel!”
Gözüm Tikliye kayıyor, tiklerden fırsat buldukça sırıtıyor. “Bu son maç, diğerleri tuttu” diyor. O esnada yarış bitiyor. Yarışı izleyenler, jokeye, ata, atın sahibine, zemine, yerdekine, göktekine sövüyorlar. Tikliye, “Kazandık mı?” diye soruyorum, ayağının ucuna tükürüp “Yok” diyor. Sonra da “Siktiret, kazansaydık bile çok bi şey vermeyecekti, voliyi iddiadan vuracağız.” Kendinden ve yaptığı kupondan emin. Ben de ufaktan kendimi rakıya hazırlıyorum. “Rakının yanına beyti söyleriz, sonra da kavun mavun, süzme filan.” Ağzımın suyu akıyor. Meretin hayali bile güzel.
Ben rakının hayaline dalmışken Tikli tuhaf sesler çıkartmaya başlıyor. Bir süre sonra da ağzı yüzü seğiriyor. “Maç ne oldu?” Yanıt yok. “Siktiret çay demleriz” diyorum, söylediklerimi duymazdan gelip dudaklarında anlaşılmaz fakat öfkeli sözcüklerle gökyüzüne bakıyor.
Cabir Özyıldız
Okul zamanı yaz tatillerimi köyde geçirirdim. Anadolu’nun bir köyü, Sivaslıyım. Anamlar ekin dereken, babamlar bağ bağlayıp yük yüklerken bede sap çeker ve iaşeye bakardım. Evden ekmek yemek ve gözelerden su getirirdim. Ganyan her tarafta vardır. Tarlada ganyan ırgatların yarışıdır. Ve bedeniyle çalışanın tek içeceği su, soğuk gözelerin suyu ne içilirdi ne giderdi. Kuşluk vakti ve ikindi çay iyi giderdi. Yoksa bedeniyle çalışmayana su ve çay kesmez. Aklıyla çalışana da dereceli içki iyi gider. En iyi ganyan edebiyattır. En doğal adrenalin ve geçim edebiyattır. Öyle herkes kapital sağlayamasa da kendini iyi sağlar.
Kıymetli yorumunuz için teşekkür ederim. Sevgiler…
Rica ederim. Onur duydum.
Çok güzel bir hikaye. Orhan Kemal tadı aldım, ellerinize sağlık.
Ah ne çok onore oldum. Varolun. Orhan Kemal ustamızla anlatım bakımından bile olsa birlikte anılmak beni ziyadesiyle mutlu etti. Çok teşekkür ederim.