L. N. Tolstoy, 1893-94 yıllarında Rusya’da yayımlanan 5 ciltlik Maupassant Seçme Yapıtları için Maupassant’ın edebi kişiliğini ve yapıtlarını değerlendirmiş ve yazısı kitaba önsöz olmuştur.

Tolstoy, Maupassant’ın romanlarını öykülerinden kesin çizgiyle ayırdığı gibi, altı romanından ilk ikisini överken sonraki romanlarını yerden yere vurur. Öyle ki, son romanlarının insanda ahlaki açıdan tiksinti uyandırdığını bile söyler.

Tolstoy, Maupassant’ın romanlarını eleştirirken, bize bir yazarın hoşuna gideni yazma lüksünün olmadığını anımsatır. Zanaatçi-yazar anlayışına karşı çıkar. Daha da ileri gidip Maupassant’ın yaşama, yaşadığı dönemin anlayışına kendini kaptırıp ahlaksızca baktığını söyler; bir yazarın yazdığı konularda beliren ahlaki sonuçlarla hiç mi hiç ilgilenmemesini eleştirir. Maupassant’ın “hiçbir iç sorunsalı olmayan, gitgide daha zayıf yapıtlar” ortaya koymasındaki yetersizliği, dönemindeki “kadını ve kadın güzelliğini sanatın zirvesinde gören” anlayıştan aldığını ileri sürer. 

Sezar’ın hakkını yemeyecek kadar eleştirisinde titiz davranan Tolstoy, Maupassant gibi yetenekli bir yazarın romanlarındaki tereddütünü içten içe toplumun değer yargısıyla hesaplaşıyor olmasında görür. Maupassant gibiler “hayatın başkalarının görmediği çelişkilerinin ayrımına varırlar” ve tereddütleri çözüm arayışlarını gösterir. Ona göre, “Dünyaya dair açık seçik bir fikri olmayan yazar, sanat yapıtı yaratamaz.” Tolstoy, yazarın ilk romanı olan Bir Yaşam’ı (Une Vie, 1883) Hugo’nun Sefiller’inden sonra yazılmış en iyi Fransız romanı olarak gösterir.

Tolstoy’a göre, Maupassant’ın “pırıl pırıl dehası” öykülerinde ortaya çıkmaktadır. Hayatın çelişkilerini kabullenen kişiliksiz ve bilgisiz insanlar hayatla uyuşabilir, ama Maupassant gibi güçlü ve çoktan Hıristiyanlıktan ümidini kesmiş gerçekçi insanlar, hayatın çözümsüz çelişkilerinin sürgitliğine dayanamazlar. Ona göre, hayata katlanamayışın getirdiği zihinsel dönüşüm süreci, Maupassant’ın öykülerinin yaratıcı etmenidir. 

Öykülerinde, romanlarındakinin aksine, “çok güçlü bir ahlak duygusunun metne hakim olduğuna tanıklığımızdır Maupassant’ı Maupassant yapan”. Kadını ve aşkı ele aldığı öykülerinde cinselliği ve insanı hayvandan ayıran gereksinmeleri sorgulayacaktır. Akıldışı bir dünyadan farklı bir dünya arayışındadır. Başka bir insana ne kadar yakınlaşırsa o kadar uzaklaşan ve “yalnızlaşan bireyi ve yalnızlığın tek çaresi aşkı”, -ama acı vereninden değil, ruhu sağaltan aşkı- öykülerinde umutsuzca aramaktadır Maupassant. 

Tolstoy, yazarın “Yalnızlık” adlı öyküsünü harika bulur. “Yolunu yitirmiş ve yalnızlığının farkında olan bir insandan yükselen umutsuzluk çığlığından daha yürek paralayıcı bir çığlığa ben hiç rastlamadım” diyecektir. Yazarın diğer bir öyküsü “Hayalet” (Le Horla) için yaptığı yorumda, “başka bir dünya vardır ya da hiç değilse insan ruhunun böyle bir başka dünyaya gereksinimi vardır” der. 

Tolstoy, Maupassant’ın “çözümsüz çelişkilerin hayatın bir özelliği olduğuna inanan” biri olduğu sonucuna varır. Onun trajedisi, haz almadığı ve yalanlarla başlayıp gerçeklerle sonlanan bu anlamsız hayata katlanamayarak bırakıp gitmesindedir. Hem de, “ortamının dünya görüşünden kendini kurtararak iyice yaklaştığı özgürlüğü solumaya başlarken” bunu yapmıştır.

Maupassant’ı derinden etkileyen çelişkilere, insan hayatının başlangıç ve sonunu da katan Tolstoy, bu gerçeğe, kötülüklerin ve acının yaşandığı, sonu iğrençleşme ve ölümle biten dünya gerçeğine önsözünün sonunda -hayattan habersiz insanlar için coşkulu bir ders niteliğinde olan- bir buçuk sayfa ayırır ve yazısını bize verdikleri için Maupassant’a gönül borcumuz olduğunu söyleyerek bitirir.

Kısaltarak aktaran: Nazmi Özüçelik

* Sanat Nedir? L. N. Tolstoy, 2007, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çev: Mazlum Beyhan, s. 255-77