Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Hakan Dağdeviren

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Öncelikle kitaplı bir yazar tanımlamasını kendi adıma kabul edemem. Yazar olmak mı, ne haddime diyebileceğim bir süreç bu yaşadığım. Ülkemiz ve dünya öylesine büyük yazar, daha doğrusu yazar sözcüğünü hak eden değerli insanlar yetiştirmiş ki, bu benim yapmaya çalıştığım altmış yaşında genç bir yeteneğin : ) çiziktirmeleri olabilir. Yani kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir hevesliye geçiş yapmış oldum. Kitap yayınlamaya cesaret edebilme nedenim ise, biraz da çekinerek gitmeye başladığım İzmir Yazı Atölyesi ile başladı. Sevgili Barış İnce’nin hevese heves katan anlatımları, önerdiği ve sabırla her bir kelimesini açıkladığı kitaplar, aynı sınıftaki edebiyat bilgileri yüksek arkadaşlar. Tümü birleştiğinde ölmeden adımızın üstünde yazdığı bir kitabımız olsun fikrini oluşturdu bende ve sınıf arkadaşlarımda.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Şiiri ayrı bir yana koyarsak ki o bambaşka bir edebiyat dünyasıdır benim için. Yıllar yılı boğazımızda düğümlenip kalmış bir şeyleri anlatmak için ya roman ya da öykü yazacaktım. Her ikisi de birbiri ile kıyaslanamayacak artılar ve eksiler taşır bir yazar için. Roman okuyucuyu nakavt etmek için saatlerce dövmekse, öyküde bunu birkaç etkili yumrukla yapmanız gerekiyor. Tabi buradaki nakavt sözcüğü okuyucunun yazdıklarınızı beğenip mest olması anlamını taşır. Romanda onlarca sayfa ile bir mekânı veya bir kişiyi anlatabilirsiniz ama öyküde bunu birkaç cümlede yapmanız gerekir. Buna karşın öyküde bir iki kahramanla işi bitirirken, romanda birçok kişi, mekân ve olay örgüsünü kurmanız gerekir. Daha teşekküllü bir yazımdır. Her kitaplı veya kitapsız hevesli bir gün bir roman yazmayı hayal eder. Gerçi öylesine büyük yerli ve yabancı öykü yazarları vardır ki öyküde zirve olmuş, bu kişiler iyi ki roman yazmaya kalkmamış deriz. Bu nedenlerle ilk kitap çıkarma cesaretimi öykü yazmakla göstermek istedim.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

İki yıl devam ettiğim İzmir Yazı Atölyesi’nde öykü yazmanın inceliklerini Barış İnce ile öğrendim. Bir kitap yayınlama cesaretimi ilk ona seslendirdim. Ve yazdıklarımı samimi ve abartısız olarak ilk onunla tartıştım. Sonuç olarak onun önerdiği Yegâne Yayınevi ile anlaşmam doğaldı. Yayınlanma sürecinde çektiklerime gelince, çekmek ise bu hissettiklerim ve yaşadıklarım, daha çok çile çekmek isterim bu konuda. Şaka bir yana çok güzel, heyecan dolu, yorucu ama doyulmaz bir süreçti benim için.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Kitabımın doğum anından itibaren her bir aşamasında arkadaşım, dostum, yoldaşım, edebiyat sevdalısı Bahar Güneli’nin özverili yardımlarını aldım. Sonra Barış İnce’nin filtresinden geçti. Ve en son dalında bir akademisyen olan Doğuş Sarpkaya’nın kontrol ve rötuşları geldi. Uzun, yorucu ama çok güzel bir süreçti.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

İlk kitap. Adı üstünde inanılmaz bir duygu ve heyecan yumağı. Ölmeden bunu da gördüm dediniz şeylerden biri. Daha ne bekleyebilirdim ki? Hayatım bir başka değerli gibi oldu kendi açımdan. Umduğum tam olarak da buydu zaten. Arkadaş ve dost çevremden gelecek tepkilerin çoğu zaman (he Hakan he çok güzel olmuş) sıradanlığında olacağını beklememe rağmen (vay canına senden beklemezdim hakikaten Hakan) şaşırmışlıklarının da umduğumdan fazla olması hoşuma gitti.

Telif aldınız mı?

Evet aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Edebiyat dergilerinin önemini yadsımam imkânsız. Ancak evliliğimizin ilk yıllarından itibaren hobi olarak dahi mutfakta bir şeyler yapmam yasaklanmış biri olarak diyebilirim ki mutfakta çok dağınık ve pis çalışırım. Bu nedenle kimseler bilmeden gizli saklı bir şeyler pişirip, bunları aniden ve sürpriz olarak misafirlere sunmayı severim. Bu garip huyum nedeni ile hiçbir dergiye öykü göndermedim. Biliyorum bu kötü bir huy.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Dediğim gibi, ilk çıkış noktam ölmeden üzerinde adım yazan bir kitabım olsundu. Yazmayı eskiden beri seviyordum ama her daim amatörce karalamalar olarak kalacağını düşünüyordum. Kitabı yazmaya başladığımda ilk cümleler öncelikle benim hoşuma gitmeye başladı. Arkası geldi. Bu kez beklentim (bu ne ya, bu nasıl bir özgüven, adam bu kitabı bastırmaya nasıl cesaret etmiş) noktasına geldi. Yukarıda adlarını saydığım editörlerimin tepkilerinden sonra ise (bastırayım bu kitabı, en fazla arkadaş çevrem beni üzmemek için he Hakan he çok güzel olmuş der) diye düşündüm. Kitap basıldı ve piyasa çıktı. (He Hakan he) tepkilerinden daha çok (vay be senden hiç beklemezdim, samimiyetle söylüyorum güzel bir şeyler yazmışsın) tepkisinin biraz daha fazla olması beni gururlandırdı ve onurlandırdı.

Peki, bundan sonra?

Ölmeden üzerinde adım yazan bir kitabım oldu. Ama hayatım boyunca ne çok yaşanmışlıklar ve yaşanmamışlıklar, sessizlikler ve haykırışlar, keşkeler ve iyi kiler biriktirmiş olduğumu fark ettim. Daha çok anlatacağım öyküler olduğunu gördüm. Ya da sahne tozu yuttum kim bilir…