
Alejandro Zambra ile ortak bir özelliğimiz var. Bu ortak özelliğin nefis bir üsluba sahip olmak ve harika denemeler yazmak gibi edebiyata dair bir yakınlık olduğunu söylemek isterdim ama hayır, elbette bu değil (ve evet, nerde o günler!) Zambra, Eve Dönmenin Yolları’ndan bu yana uluslararası düzeyde tanınan bir yazar ve hak edilmiş bir üne sahip. Benim bu yazıda değineceğim nokta onun bu uluslararası -ya da diller arası- konumu ile ilgili. Meselenin benim mesleğimle kesişen yanları da var.
***
Notos Kitap’ın yayımladığı Serbest Kürsü adlı denemeler toplamında Zambra yazma pratiklerini, yazarlığa bakış açısını ve beslendiği kaynakları anlatırken bir metnini de İngilizceyle olan ilişkisine ayırmış. Bir İnsanın Tercüme Etmek isimli iki bölümlü bu makale kitapta benim en çok dikkatimi çeken yazı oldu. Genç Alejandro, Şili’deki yetişme yıllarında İngilizcenin ne kadar önemli olduğu telkinleriyle büyümüş. Gördüğünüz gibi, aslında sizin de Zambra ile ortak bir yanınız var!
“İngilizce zaten vardı, her yerdeydi, etrafta duyduklarınızla temeli kapmamak neredeyse imkansızdı, buna okulda altı yıl boyunca gördüğümüz haftada iki saatlik İngilizce dersleri de eklenince bir şeyler bildiğim ve İngilizce öğrenmeye devam etmenin çok da elzem olmadığı fikri pekişiyordu. Günümüzün rekabete dayalı dünyasında İngilizcenin ne denli önemli olduğuna dair yinelenip duran o beylik laflar da hevesimi kaçırıyordu. Ben İngilizceyi roman okumak, gözlüğe gereksinim duymadan film izlemek, Kinks ya da Neil Young şarkılarını daha iyi telaffuz edebilmek için öğrenmek istiyordum, iş hayatında başarılı olmak için değil.”
Anlaşılan o ki, dünyanın pek çok başka yerindeki çocuklar için de geçerli olan bu zorunlu ilişki yazarımızı o dönem bayağı sıkıntıya sokmuş. Okul sonrası bir iş başvurusu sırasında soru elbette gündeme gelmiş: İngilizce biliyor musunuz? Bu macerasını anlatırken Zambra’nın kurduğu şu cümle bana komik, gerçekçi ve gayet tanıdık geliyor: “İngilizce biliyor falan değildim ama tam olarak bilmediğim de söylenemezdi!”
Bir İngilizce öğretmeni olarak, ben bu ruh halini çok iyi tanıyorum. Yıllar içinde, öğrencilerimizin speaking konusunda ne kadar zorlandığına pek çok kez tanık oldum. Bu sorunun kaynağında eğitim sistemimizdeki çarpık yaklaşımdan, öğrencilerdeki özgüven eksikliğine kadar uzanan pek çok farklı sebebin yattığını düşünüyorum. Sokakta, dış dünyada İngilizceyi kullanma şansının pek olmadığı ülkemizde kâğıt üstünde -fırtınalar olmasa da- rüzgarlar estiren pek çok öğrenci, iş konuşmaya geldiğinde tutuklaşır. Bu şartlarda, kazanılması en zor beceridir konuşmak. Öğrencilerimiz gördükleri pek çok saat derse, kurslarda alınan onca eğitime rağmen İngilizce biliyorlar mı, ne kadar biliyorlar, bildikleri dış dünyada neye karşılık geliyor asla emin olamazlar. Bu üstüne eğilmemiz gereken bir sorun. Şili’de de durumun benzer olduğunu öğrenmek beni pek rahatlatmıyor!
***
Alejandro ortaokul yıllarında sınıflarına sonradan gelen bir çocukla arkadaş olur. Bir gringodur yeni öğrenci; Chicago’da doğmuş büyümüş ve Hollywood filmlerindeki aktörler gibi konuşan bu çocuğun, Zambra’nın hatırladığı kadarıyla, John Perez ya da Micheal Gonzales gibi karma bir adı vardır. Doğal olarak, gringo sınıf arkadaşlarının özel ilgisine mazhar olur. Çocuklar teneffüslerde onun etrafını sararlar ve ona tahmin edebileceğiniz bazı sözcüklerin İngilizcede nasıl söylendiğini arsız bir merakla sorarlar. Zamanla bu ikisinin arkadaşlıkları pekişir. Speaking ve telaffuz konusunda Alejandro’nun ikircikli ve kafası karışmış halini fark eden gringo ona bir gün moral vermek amacıyla şöyle söyler: There are many different ways of speaking English – İngilizce konuşmanın pek çok farklı biçimi vardır. Bu söz ileriki yıllarda Zambra’nın iyice benimseyeceği, bazen sayesinde kendini savunabileceği bir motto olur. Sık sık Gringo’dan bu alıntıyı yapar.
***
Zambra, İngilizcesini ilerletirken bir de hileye başvurduğunu söylüyor:
“İngilizce okuma alışkanlığım yavaş yavaş şiirden düzyazıya uzandı. Başta roman ve öykü okuyordum ama hile yapıyordum, diyebilirim. Jack Kerouac’ın en meşhur romanlarından biri olan, bilhassa da yıkıcı sonundan dolayı bana muhteşem gelen Yeraltı Sakinleri gibi daha önce İspanyolca çevirilerinden okuduğum ve çok sevdiğim metinleri tekrar okumaktan başka bir şey değildi aslında yaptığım.”
Ah Zambra, bu bir hile falan değil, tabii ki! Bizim öğrencilerimize hep söylediğimiz, onlara önerdiğimiz türden bir alıştırma. Verimli ve keyifli bir çalışma biçimi. Çocukken bayılarak okuduğumuz kimi kitapları (diyelim, Monte Kristo Kontu ya da Al Midilli) öğrenmekte olduğumuz yabancı dilde tekrar okumak. Tanıdık bir hikâyeyi başka bir dile ait sözcüklerle yeniden kat etmek. Hile bir yana, yabancı dili ilerletmek için başvurulması gereken gayet yasal bir yol yani. Evet, Sevgili Zambra, İngilizceyi öğrenmenin de çok farklı biçimleri vardır.
***
Gelelim edebiyata. Bir yazar için işin en güzel kısmı metinlerinin başka dillere çevrilmesi olmalı. Zaman zaman dünyanın çeşitli yerlerinde söyleşilere, okuma toplantılarına katılıyor Zambra. Kendi metinlerinin İngilizcesini, başkası tarafından kısmen yabancılaştırılmış hallerini salondaki insanlara okur ve kendi sesini dinlerken 15 yaşındaki o ikircikli haline yeniden bürünüyor:
“Megan’ın çevirilerini okuduğum o sabah bu his iyice kati bir hal aldı, upuzun paragraflar boyunca o kitapları yazanın ben olduğumu unuttum, daha doğrusu şöyle söyleyeyim. Upuzun paragraflar boyunca o cümlelerin benim yazdığım / söylediğim bir şeye tekabül ettiğini unuttum. Ara ara bir yer ya da insan ismi beni gerçekliğe döndürüyordu ama yanılsama etkisini gösteriyor ve her seferinde geri geliyordu.”
***
Kitabın özgün adı (Tema Libre) sanırım birebir çeviride Konu Serbest anlamına geliyor ve kitap adını bu isimdeki hoş denemeden alıyor. Birkaç kısa öykü ve Zambra’nın hayatından anı kesitleri de içeren Serbest Kürsü özellikle yazarların iç dünyasına girmeyi seven ve yazmanın doğası üzerine düşünmekten hoşlanan okurlara hitap ediyor. Bir de tabii yolu sevgiden ve İngilizceden geçen herkese…
Mesut Barış Övün