
Çiçekçinin önünden yürüyorum, Fransız Hastanesi’nin ordaki. Köşeye oturmuş, terlik satıyor. Deri terlikler. Epeydir görmediklerimizden. El dikişi. Altları kösele. Kırmızısını elime alıyorum. Lacisi ve kahvesi de var. 50 diyor yaşlı amca, kendim dikiyorum. Denemeden alıyorum, eskiyi mi anımsatıyor bana, adamcağız iş yapsın mı istiyorum, bilmiyorum.
Neyse.
Eve vardığımda torbadaki gazete kâğıdı hışırdayınca, çıkarıp takıyorum ayağıma terlikleri. Tam geliyor. İyi bari diyorum. Böyle üşenince denemeye sonra da olmayınca hediye edecek birini arıyorum çünkü.
Divana öylece uzanıp elime Elizabeth Costello’yu alıyorum kaldığım yerden. Hani şu Romancının Romanı’nı. Kafka’nın Kızıl Maymun’ undan giriyor söze. Annesinden ayrılan süt danasının döktüğü gözyaşlarına varıyor. Yürüdükçe sözcükler içim öyle… uyumuş kalmışım.
Sabaha karşı acıyla karışık bir ürpermeyle uyandım. Doğrulmaya çalıştım yerimde. Terlikler halâ ayağımda. Silkelemeye çalıştım. Olmadı, ellerimden yardım aldım, çıkarıp attım. Parmaklarımın uçları yok. Bir sızı ki öyle… süt danasının göz yaşları eritmiş.
Şimdilerde rüya görmüşsün diyenlere çoraplarımı çıkarıp ayak parmaklarımı göstermem gerekecek.
Yıldız İlhan