Nick Mansfield’in “Öznellik / Freud’dan Haraway’e Benlik Kuramları” adlı kitabı Babil Kitap tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Elif Okan Gezmiş ile konuştuk.

“Öznellik”i çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Çevirmenliğin yanında bir de psikolog kimliğim var. Ruh sağlığı alanında faaliyet gösterenler olarak kendi yaptığımız işin temel kavramları üzerine pek az düşündüğümüze ve komşu alanlarla yeterince temas etmediğimize inanıyorum. Aslında pek çok kişi sosyoloji, felsefe okumak istiyor, örneğin, ama bu defa da bu kocaman alanlara hangi kapıdan gireceğini bilemiyor. Böylelikle herkeste bir tür “giriş kitabı” arayışı doğuyor ama kolay da değil her zaman böyle kitaplar bulmak. İşte Babil Kitap’tan Cemil Üzen bana Öznellik’in çevirisi için ulaşınca tam da bu eksikliğe karşılık gelen, psikolojinin doğrudan muhatabı olan “özne”yi farklı alanlar ve teoriler bağlamında ele alan, bu anlamda konuya dair daha fazla şey okumak isteyeceklere de rehberlik edebilecek bir kitap olduğunu düşündüm. Haliyle de hemen kabul ettim.
Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?
Sosyal bilim çevirmeniyim diyebilirim ama ağırlıklı olarak psikoloji/psikanaliz metinleriyle çalışıyorum. 10 yıldır hemen her günüm çeviriyle geçiriyor. Yıllar içinde çeviri rutinim de hayat koşullarımla birlikte değişti. Eskiden tam zamanlı bir işim varken akşamları dinlenmek için çeviri yapardım (gün boyu insanlarla yüz yüze çalıştıktan sonra bir metinle baş başa vakit geçirmek gerçekten dinlendirici olabiliyor). Son 2-3 senedir ise şehir değişikliği, kızımın doğumu, pandemi gibi gelişmelerin etkisiyle çeviri benim için gündüz mesaisine dönüştü. Artık güne sabahtan bilgisayarımın başına oturarak başlıyorum. Günde kabaca dört beş saatimi çeviri yapmaya ayırıyorum.

“Öznellik”in çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Her şeyden önce bana çok şey öğreten, bir o kadarını da düşündüren bir kitaptı Öznellik. Her yeni bölümde anlatılanlara dair bir şeyleri çevremdekilerle tartışma isteği duyuyordum. Yani besleyici bir üç aydı benim için. Fakat özellikle terminolojik karşılıklar açısından yer yer zorlandığımı söyleyebilirim. Sosyal bilimlerde genel olarak yerleşik Türkçe karşılık olmaması, olanlarınsa insanın içine sinmemesi sorunuyla çevirilerde sık karşılaşıyoruz. Bu kitapta da bununla biraz boğuşmam gerekti.
Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Nick Mansfield? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?
Hayır, ismini ilk defa bu kitap vesilesiyle duydum ama diğer kitaplarını da okumak istiyorum. Mansfield, öznellik üzerine uzun yıllardır çalışan bir felsefeci. Zaten bu kitabın da bu kadar çok bilgi, teorisyen, tartışma barındırmasına rağmen bu kadar yalın olabilmesini yazarın bu birikimine borçluyuz. Bir konuda uzman olmanın, konuyu her yönüyle derinlemesine anlamış ve sindirmiş olmanın en büyük göstergesi onu en basit şekliyle anlatabilmek bana sorarsanız.
Nick Mansfield orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?
Mansfield’ın sade bir dili ve net bir anlatım tarzı var. Bazı kitaplarda yazarın daha kapalı, dolambaçlı bir anlatım tarzı olduğunda ne dediğini, ne demeye çalıştığını anlamak da aktarmak da zor oluyor ama Mansfield’da bunu yaşamadım. İşimi kolaylaştıran berrak anlatımı için kendisine müteşekkirim. Ben de çevirilerde olabildiğince anlaşılırlığı, kolay okunurluğu öncelediğim için iyi bir eşleşme oldu.
Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?
“Özne ve teknoloji” bölümünü çok sevdiğimi hatırlıyorum. Bilim kurgu, fütürizm gibi alanlar aslında hiç ilgimi çeken şeyler değil. Teknoloji üzerinden alternatif bir gelecek ve insanlık hayal etme çabalarının bugünkü anlayışımızı gözden geçirmek için değerini yadsımıyorum, fakat işte bu konular bana sıkıcı geliyor. Ama bu bölümdeki hız eksenli tartışmalar, konu edinilen Marinetti ve Virilio’nun, örneğin, düşüncelerinin kendi yaşadıkları dönemden nasıl etkilendiği, Heidegger’in insanlıktan sıyrılmış bir dünyadan ziyade insanlığın haddinden fazla hüküm sürdüğü bir dünyada yaşamaktan korkması ve tabii siborglar… Meseleyi hiç öngörmediğim yerlerden ele alan bir bölümdü bu. Bana bu alanlara olan önyargım yüzünden epey bir şeyden mahrum kaldığımı düşündürmüştü.