
Meral Uğur Terzi’nin ilk göz ağrısı. Doğrusu yazmak meşakkatli iş, göz ağrır baş ağrır, karakter gelir oturur masana “Eee biz şimdi neyiz?” diye gelecek için endişelerini koyar tabağına yazarın. Uğur Terzi, işte bunun gibi süreçleri sağ salim atlatmış, Meral ile okurunu buluşturmuş.
“Büyümek bize göre değil sevgilim…
Bu sene biz, yine beraber, aynı kaldık.”
Kasım 2020… NotaBene etiketi ile matbaadan çıkmış yüzlerce Meral hoş geldi edebiyat dünyasına.
“Kendimden açılamadım o kadar uzağa.”
Başlayalım kapaktan, dış görünüş önemli değil ben ruh güzelliğine bakarım kısmı maalesef kitaplar için pek de geçerli değil. Rafta duran ve ismini hiç duymadığımız yazarların kitaplarını almaya yetmiyor okur sapyoseksüelliği. Meral’in kapağının, ucuz roman kapaklarını andırması sizi asla ve kat’a etkilemesin, oldukça iyi düşünülmüş ve yazılmış bir roman okuyacağınızı muştulayayım peşinen. Ama henüz romana geçmeden sayfaları çevirmeye başladığımızda yazarın biyografisini okumak isteyenleri, kalpleri kadar temiz bir sayfa bekliyor. 2. baskıda umarım yazarla ilgili de bilgiler yer alır dileğimi buraya iliştireyim ve az biraz ben anlatayım Uğur Terzi’yi. 1978 Ankara doğumlu. Burslu olarak liseyi bir kolejde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesini bitiriyor. ODTÜ’de 10 yıl yüzen 2 yılda AÜ’de futbol kaptanlığı yapan Terzi, 2003 yılında “Triceps, The Web Tailor” isimli dijital tasarım atölyesini kuruyor. Aynı firma için çalışan Terzi, Şeyma Dağıstan ile evlidir ve Amerika’da yaşamaktadır. (Beşiktaşlı olmasını umut ediyorum.)
“Beynimin uğuldadığını hissettim. Başım aynı büyüklükte kalmış, fakat vücudum erimiş, ruhumsa fal için çevirdiğim fincanın üstünde, yüzüğüme tutunmuş soğuyordu.”
Meral sıcacık bir kitap… Bir zamanlar kitap için adeta yumruk yemiş gibi hissettim derlerdi, şimdi de “sıcacık bir kitap” diyorlar. Sıcak mı ayaz mı bu kısmını okura bırakayım ama bir nokta net: 191 sayfalık çok yönlü bir roman Meral. Öykü diliyle yazılmış sayfalardan mektuplara, mektuplardan biyografiye, oradan şiire… Bu çok yönlülüğün romanın akıcılığını arttırdığı düşüncesindeyim.
“Şimdi onun doğurup kapıma bıraktığı kararlara sütanneliği peşindeyim.”
İki aile üç nesil. Öncelikle Öğretmen Meral Hanım ve torunu genç Meral olmak üzere iki adet Meralimiz mevcut. Genç Meral’in kucağında notlar ve tepesinde okuma ışığı, tren yolculuğu… Hikaye, yazar olmak isteyen ama yazamayan, kendinden önce kitap çıkarmış olan amcasını kıskanan, kitapta da aile sırları olduğu için okumayı reddeden Meral ile başlar. Genç Meral ailesini kitaptan değil araştırarak öğrenmenin peşine düştüğünde ise bırak kitabı, Meral Hanım ve Rıfat Heper ile ilgili sayfalarca yazı da okumak zorunda kalacağını fark eder. Notlar, mektuplar, anlatılanlar ve amca Öncü’nün yazdığı kitap, sorulara cevap olmaktansa kafalarda soru işaretleri ve belirsizlikler uyandırır. Rıfat Heper’in ailesinden edindiği bilgiler çok da tatmin edici değildir, kızı Hatice hariç. Yıllar önce yaşadıkları kısacık bir anıyı anlatan Hatice, annesini, kolyeyi, ölümü ve kalımı anar. Çocukken yaşananlar olgunlaşıp dökülür kelimelere. Yaş alınır anılar baki kalır kimi zaman. Ankara mekandır, gerçeklerin aranmaya kişilerin tanınmaya çalışıldığı yerdir genç Meral için. Zamanda yolculuğa çıkıyorsunuz siz de okurken. Bir geçmişe gidip Meral Hanım ile çay sigara içiyor, bir geri dönüp Genç Meral ile bahçede mektup ve günlük okuyorsunuz. Genç Meral merak ettikçe size de sirayet ediyor bu duygu. Okudukça öğrendikçe sarsıldıkça yazma isteği ortaya çıkar hatta karalamaya başlar bir şeyler. Meral yazar olabildi mi? Amcasının kitabını sonunda okudu mu? Rıfat Heper kim? Ailesini ne kadar tanıyormuş? Peki ya kendini? Bu soruların cevapları ve daha fazlası için bknz. “Meral”.
***
Meral Hanım’ın sigarasının düşen külü yakarken bir yerleri, kendi de yanmaktan kaçamıyor. Gözlerimin önünde şu anda, tam da Terzi’nin dediği gibi “yüzünde altın suyuna batırılmış bir tebessüm” ile.
***
Normalde kitaplara başlamak zordur, yazarın diline alışmak biraz sayfa eksiltmeyle mümkün oluyor. Bu kitapta bana öyle olmadı. Hikaye hemen içine alıyor sizi. Satırdan satıra geçerken öyle güzel bir öykü dili ile karşılaştım ki cümlelerin tadı damağımda kaldı. Sözcük seçimi yerinde ve eğretileme iyi kullanılmış. Fakat bazı sayfalardaki yoğun betimlemenin okumayı ağırlaştırdığı kanaatindeyim. Dili kıvrımlı, gündelik konuşma metne çok güzel yerleştirilmiş, 40’lı sayfalara yaklaşırken 40’lı yaşlara yaklaşıyormuşçasına biraz duruldu dil. Betimlemeler imgeler azaldı. Olaylar, kişiler, anlatım… Roman hız kazandıkça dil de ona uyum sağladı ve bir miktar sadeleşti. Sona yaklaştıkça karakterler elinizde büyümüş gibi hissediyorsunuz. Daha oturmuş, ayakları yere basan, konuşmalar hareketler şahısına münhasır olup çıkıyor. Öyle bir konuşuyorlar ya da yazıyorlar ki sen anlat ben hep dinlerim hissine kapılıyorsunuz. Sohbet iyi giderken bir bakmışsınız hikaye bitivermiş. Güzel bir son olmuş doğrusu. Ne fazla yoruma açık ne de her bir noktası sonlandırılmış.
“Öksürük sesine kurban gitmiş bir sözcük” diyor romanda bir yerlerde, yaşayan cümleleri ile Uğur Terzi’nin yolu açık, “Meral”in okuru bol olsun dileklerimi de ilettikten sonra hep öykücülere sorulan sorunun tam tersini Terzi’ye soralım: Öykü kitabı da yazmayı düşünüyor musunuz?
Sevda Karadağ Çırak