Raftan: “Buraya Kısıldık Sanırım”
2009’da Yaşar Nabi Öykü Ödülü’nü aldığı öykülerden oluşan ilk kitabı Düşe Kalka’yla bir arayışın içinden ses veriyor, bir öykü dili kurmanın izinden yürüyeceğini gösteriyordu Aslı Akarsakarya. Ardından 2016 yılında İçeride Kalanlar adlı romanıyla çıktı okuyucunun karşısına. Aslında İçerde Kalanlar da bir yanıyla o dilin arayışının ürünüydü. Kar yüzünden dışarıyla irtibatın kesildiği bir apartmanın sakinlerine odaklanan roman, tek tek insan öyküleri üzerinden gelişir. O küçük dünyalardan, iç içe geçmiş hayatlardan, birbirine dokunan öykülerden bir roman boyutuna ulaşmaya çalışır Aslı Akarsakarya.
2021’de, şu salgın günlerinde, yeni öykülerinden oluşan Buraya Kısıldık Sanırım yayımlandı. İlk öykü kitabının ardından uzun sayılabilecek bir süre, on iki yıl sonra gelen ikinci öykü kitabı, Aslı Akarsakarya’nın öykü dili arayışında iyi bir konak olarak duruyor. Gerçi, biraz önce söylediğim gibi, iki öykü kitabı arasındaki uzun sayılacak süre içerisinde öyküye de göz kırpan bir romanla sürdürmüştü oluşturmaya çalıştığı dili.
Varlık Yayınları arasında yayımlanan ilk kitabı Düşe Kalka’da farklı anlatımları denemekten çekinmemişti. “Buluş ve Unutuş”, “Kısa Boylular” adlı öykülerin masalsı anlatım dili diğer öykülerden ayrılıyordu. “Hydmaton” kurgusuyla da anlatımıyla da farklılaşıyordu. Bu öykülerin yanında “Ekşili Bulgur Pilavı”, “Sihirli Aynalar”, “Gak” gibi gerçekçi anlatıma yaslandığı öyküler de yerini alıyordu. “Huzursuz Bacak”ta şive kullanımı, ritmik diyaloglar yer alıyordu. Bu arayış kitabın bütününde bir eksiklik olarak durmuyordu bana göre. Çünkü öykülemedeki başarısının yanında kısa anlar oluşturarak kurgusunu geliştirebilmesi, ayrıntıları iyi kullanmaya çalışarak öyküsünün atmosferini çabucak oluşturuvermesi, farklı karakterleri ilgi çekici, kimi kez sarsıcı yanlarıyla işleyebilmesi, bireyin sıkışmışlığını öne çıkarması, anlatım dilini zorlayabilmesi Aslı Akarsakarya’nın iyi bir öykü evreni oluşturabileceğinin ipuçlarını veriyordu. Bu arada daha ilk kitapta kendini duyumsatan ince alayı kullanma isteğini de unutmamalı. Çünkü bu ince alayın romanda biraz daha fazla kendini geliştirdiğini söylemek gerekli.

İçeride Kalanlar’daki anlatım Düşe Kalka’daki gerçekçi dille, ritmik anlatımla daha uyumludur. Konuşma dilinin, ince alayın sınırları genişletilmiştir. Karakterlerinin küçük dünyalarına daha derinlemesine girmeye çalışır, rüyalarından ilişkilerine dek iç içe geçen öykücüklerdir romanı geliştiren.
İkinci öykü kitabı Buraya Kısıldık Sanırım’da farklı anlatımlara yönelmiyor Aslı Akarsakarya. Masalsı anlatım biçimi ya da şiveyi kullanan konuşma örgüleri yer almıyor, farklı kurgulara da yönelmiyor. Kendi öykü dilini oluşturduğunu ya da oluşturmak için iyi bir yapı kurduğunu söyleyebilirim Buraya Kısıldık Sanırım’daki öyküleriyle. İlk kitaptaki gerçekçi anlatıma, klasik yapıya yaslanan öykülerle yakınlığı olan ama öykü dili olarak çok daha derinleşmiş, kendine özgü kanalını oluşturmuş, sesini bulmuş öyküler yer alıyor yeni kitabında. Özellikle romanda ağırlığını duyumsatan gündelik dilin ince alayla birleştiği söyleyiş biçiminin Buraya Kısıldık Sanırım’da daha yerli yerinde, daha oturmuş kendini bulmuş ve daha incelikle kullanıldığını düşünüyorum.
Ben anlatıcıyı daha yakın buluyor diline Aslı Akarsakarya. Kitaptaki iki öykü (“Hatırla Sevgili”, “Taşınma”) dışındaki diğer öyküler ben anlatıcıyla kurgulanmış. Bireye olan yaklaşımına, öykü kişilerinin özelliklerine, ilişkilere ve incelikli alaysamasına daha yatkın duruyor kuşkusuz bu anlatım. İki öyküde ise ben anlatıcı kullanılmamasına karşın yazar kendisini belli etmek istercesine tanıklıkla kurgulamış öykülerini. Bazı uzun cümlelerin yeterli ve istenen etkiyi sağlamadığını da söylemek isterim. Uzun cümlelerde bir dil hatası değil aramak istediğim, sadece söyleyişteki pürüzün bazen okumayı engellediğini düşündüm. Bu türden pürüzlü cümleler öykülerin bütünündeki, yazarın önemli biçem özelliklerinden biri olan ‘içtenliği’ biraz zedeliyor bana kalırsa. Örnek:
“Bunlar misali sıradan günlerden birinde patronun serin odasına girip sallanan sivri ayakkabısına bakarak yıllık izin kullanmak istediğimi söyledim.” (Kayboluş)
“Yokluktan mütevelli manzaranın içinde kaybolmuş olmak coşkusunu artırırken köye sapmakla doğru bir karar verdiğinin sağlaması olan tatmin de kendini belli etmeye başladı.” (Hatırla Sevgili)
“Rüzgârın masadaki malzemeleri uçuşturmasıyla sofrayı toplamışız ama semaveri köşeye kurmuşuz, çerezimiz, çayımız ve biramız masada, gülmelerden kapanmayan ağzımıza keyfe keder götürüyoruz.” (Karagöl)
Öykü kişilerinin de ilk kitaptan, hatta romandan da, daha derinlikli işlenmeye çalışıldığını, küçük anlarla karakterlerin yaşanır kılındığını, trajik ve hüzünlü yalnızlıkların, kimi kez tutunamayışların, bir türlü aşılamayan tekdüzeliklerin öne çıktığını söyleyelim. Yaşamlarında değişikliğe, sıradanlıklardan uzaklaşmaya, gelişmeye yönelen öykü kişilerinin ne yazık ki yeniden aynı sıradanlığın, aynı sürüklenişin içine düşmelerini okuyoruz. Yaşamın anlamının küçük hareketlerle, eylemlerle ya da yalın cümlelerle soru işaretlerine dönüştürüldüğünü görüyoruz. Öykü kişilerinin değişimini, dönüşümünü sağlayabilecek, içlerindeki ikilemleri duyumsatan anları yakalıyor Aslı Akarsakarya, ama o değişimleri dönüşümleri sağlamakta çoğunlukla başarılı olamıyor öykü kişileri. Yenilmişlik demeyelim, belki sıradan olanın, gündelik ilişkilerdeki alışılageldik yaşayışların baskın olması diyebiliriz. Bunu yalın, küçük dokunuşlarla öyküye taşımayı başarıyor aslı Akarsakarya, kimi kez ‘kirli gerçekçi’ dediğimiz biçimden yararlanarak.
Kitabın arka planında toplumsal yapının izlerini de görüyoruz. Bireyin sıradan olanın içinde kalakalması toplumsal kıstırılmışlığı da, toplumun ikiyüzlü yapısını da duyumsatıyor. Toplumsal olayları tam da kurgunun gerektirdiği biçimde ve ölçüde arka plana çok incelikle yerleştiriyor Aslı Akarsakarya. “Çukur” adlı öykü bunun iyi örneklerinden biri. Öykünün karakteri Ankara’ya her gelişinde buluştuğu arkadaşını anımsar. İkisi de edebiyata gönül vermiş, okuyan yazan kişilerdir. ‘Kaybedenler edebiyatını’ konuşurlar. Yaşamlarından kısa bir parçayı öyküleştirmiştir yazar, son görüşmelerinde birbirlerinin yaşadıklarına imrenerek bakan iki eski arkadaş. Biri diğerinin yalnızlığına imrenirken, diğeri hayalleriyle gerçekler arasında nasıl bir çukur oluştuğundan söz eder. Bu son görüşmenin vedalaşmasıyla sona erer öykü. Öyle yalın ve içtenlikle… arka planda Gar saldırısının etkileri, günün her saatinde Ankara’da, Yüksel Caddesinde yaşanabilen protesto sesleri.
Kitabın ilk öyküsü “Kayboluş” iyi öykülerden biri. Her gün boynuna kravat takarak gittiği işinde, aynı masada gün boyu telefonlara baktığını söyleyen öykü kahramanının kent yaşamındaki tekdüzelikten sıkıldığı karar anlarını, kıstırılmışlığını, kendisini önemli kılmaya çalışırken yenik düşmesini okuruz. Sevgilisi Monika’yla yaptığı tatilin sonrasında izninden kalan bir süreyi ortadan kaybolma oyunu oynayarak değerlendirmek ister ve evinin karşısındaki otelden bir oda tutar. Sevenleri kendisini arayacak, peşi sıra gelecekler, kendisini bulamayınca polisi çağırıp kapısını açtıracaklardır. Oysa yılık izin bittiğinde işyerindeki arkadaşı her zamanki gibi halı saha maçına çağırır kahramanımızı.
Kitaba adını veren öykü “Buraya Kısıldık Sanırım” alaysamalı olduğu kadar hüzünlü, sarsıcı bir yaşama alışamama öyküsü. Evliliğinin geleceğini düşünen bir kadının tuvalete gittiğinde yerde yatan bir kadınla karşılaşmasını ve yeterli tepkiyi verememesini, hatta suçlu konuma düşebilecek olmasını anlatır. “Gibi” öyküsü, ölen babaannenin ardından kahramanımızın yaşadıklarını anlatan, kitabın sarsıcı, iyi öykülerinden biri. “Merhem” kurgusuyla, anlatımıyla, konuşma örgüsünün içe dönük kullanımıyla iyi bir öykü.
Aslı Akarsakarya önceki öykü kitabından da romanından da daha ileriye taşıyor yazınsal dilini ve evrenini. Yaşamın gerçekliğini sorgularken yalınlığını, içtenliğini, incelikli alaysamasını özenle yerleştiriyor öykülerinin bütününe. Buraya Kısıldık Sanırım adlı öykü toplamı Aslı Akarsakarya’nın yazın evreninde önemli bir yerde duracak.
Sahaftan: “Beş Günün Öyküsü”
İlk olarak Asım Bezirci’nin 1950 Sonrasında Hikâyecilerimiz adlı kitabındaki bir söyleşisinde rastlamıştım adına Saadet Timur’un. Dönemine göre ilginç gelmişti söyledikleri. Sonra zamanla kitaplarına ulaşabildim sahaflarda. İlk öykü kitabı Şeytansız İstanbul Yayınları arasında 1958’de yayımlanmış. Kitabın kapak kompozisyonu Bedri rahmi Eyüboğlu’na ait. İkinci kitap Bu Kadar Değilim 1963’te İzlem Yayınları tarafından yayımlanıyor. Ulaşabildiğim son öyküler toplamı ise Beş Günün Öyküsü adını taşıyor, Dayanışma Yayınları arasında 1982’de yayımlanmış. İzlem Yayınları’nın yayımladığı ikinci kitabın arka sayfasında ‘yazarın hazırlanmakta olan diğer eserleri’ başlığıyla bir roman ve bir oyun kitabı olarak iki kitap adı daha veriliyor. Ama yayımlandığına ilişkin kayıt bulamadım, sadece üç öykü kitabının adını yazıyor yazar sözlükleri.
1926 yılında Trabzon’da doğar Saadet Timur Ulçugür. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirir. Edebiyat öğretmeni olarak İstanbul ve Ankara’da görev yapar. İstanbul Radyosu’nda çalışır. 1985’te genç sayılacak bir yaşta yaşama veda eder.

İlk öyküleri 1952’de Seçilmiş Hikâyeler ve İstanbul dergilerinde yayınlanır. Ardından Dost, Yeditepe, Yeni Ufuklar, Türk Dili, Ataç dergilerinde öyküleriyle, yazılarıyla yer alır. Asım Bezirci’yle söyleşisinde öyküde ‘düz bir yüzeyi derinleştirmek’ istediğini söyler:
“Bunu az sözcükle nasıl yapabilirim çabası çok vaktimi alıyor. Öyle sözcüklere ihtiyaç duyuyorum ki tek başına birleşik olsun (yoğun), simgecilerin renklerini bir arada kullanmak, böyle sözcüklerin peşinde koşmak, elimdeki fırça değil kalem.”
İlk kitabı Şeytansız’da daha çok bireyin iç dünyasına, ürkek kadınların yaşamına, cinselliğe, sevgisizliğe, yitiklere yer verir. İkinci kitabı Bu Kadar Değilim’de daha toplumsal konulara yer verecektir. Özellikle kadınların sıkıntıları, erkek egemen toplumda yaşadıkları sancılar, baskılar yer alacak, yenik düşen kadınları taşıyacaktır öykülerine. Beş Günün Öyküsü adlı üçüncü kitabında ‘düz bir yüzeyi derinleştirmek isteyen’ öykü anlayışına daha çok yaklaşacaktır. Özellikle kadınların toplumla yaşadıkları çatışmaları, evlilik kurumunun sıkıntılarını, sancılarını, dirençli olmaya çalışan ama çoğu kez yenik düşen insanları ele alacaktır. “Sevebilmek”, “Kedi Bakışı”, “Tutsak”, “Yenilenmek” ilgiyle okunabilecek öyküler.
Kısa cümlelerle oluşan yalın, içe işleyen, özenli bir öykü dili var Saadet Timur’un. Sözcük titizliği, boşluklarla, çağrışımlarla ilerleyen anlatımı okuyucusunu içine çekiveriyor. Genç yaşında yitip gitmeseydi, günümüze, geleceğe kalacak daha çok ürün verebilseydi ne iyi olurdu diye düşünmeden edemiyor insan.
Kadir Yüksel
Köşe bucak temizlik gibi. Halının altı üstü ne varsa … şöyle bir göz gezdirmek için başlayıp eleştirinin esintisine kapılıp gidiyorsun.