Okur yazar dostlarımla konuşurken konu Türkiye’de yayımlanan çağdaş romanlara gelince konu mutlaka Jaguar Yayınları’nın kitaplarına geliyor. Başlıktaki soruyu birçok arkadaşıma sorduğum halde hâlâ cevabı bilen birisine rastlayamadım. Birçok kişinin üzerinde hemfikir olduğu bir konu da yayınevinin hem kitap seçimlerinin iyi olması hem de kitapları estetik bir nesne olarak görüp öyle sunması. Hatta birçok görsel, sosyal medyada, “Jaguar’ın kapağı gibi” benzetmesine dahi uğradı.

Birbirinden farklı birçok yayınevi benzer ajanslardan telif hakkı alırken, benzer çevirmen havuzlarını kullanıp üç aşağı beş yukarı benzer çevirmenlerle çalışırken Jaguar’ı öne çıkaran şey kapaklarını sade ve etkili bir şekilde tasarlamaları oldu. Bu başarının arkasında aslında son dönemde görselliğin öne çıkmasıyla okurlarda oluşan bir tercih biçimi de etkili oldu. Artık okurlar kitabı okumasalar bile o kitabın kapak tasarımı ile bir ilişki kurup onların kendilerine ait olma duygusunu sahiplenmeye başladılar. Kitapların kapaklarının kendileri üzerinde oluşturduğu anlam dünyasına dahil olma arzusunu, en baştan garanti etmek gibi bir duygu. Kitabı okuyarak dahil olunacak olan deneyimi en başta kapağın verdiği duygu ile bitiştirerek kitaba öyle başlamak. Komple bir özdeşlik duygusu. Kitabı beğenmesek dahi aklımızdan şöyle bir cümle geçiyor, “olsun kitabın kendisi bir nesne olarak çok güzel ve benim.” Ve bir sonraki tasarım için arzu duymamıza kadar giden bir yol açılıyor. Daha da ötesi bir tür abonelik duygusu gibi, sanki yeni çıkan kitabı almadığımızda bizde eksik kalan bir şey olacak ve onu doldurabileceğimiz şey sadece onunla dolabilecek olan bir boşluk. Olmazsa olmaz bir ihtiyaç gibi. Rafta görüp kitaba dokunduğumuzda daha önceki tasarımların bizdeki izleriyle o kitaba dokunuyoruz. Kitaplar rafların arasından ısrarla “beni al” diye bağırıyor. Tüm bu deneyimi bir kez iki kez üç kez yaşayınca da bir imge daha oluşuyor zihnimizde. Yayınevinin imgesi. Hayır burada bir tür marka kurnazlığı ya da şirketlerin özel olarak tasarlamaya çalıştıkları marka imajlarından söz etmiyoruz. Bu, kendiliğinden gerçekleşen ve çok çok temiz bir anlam dünyası.

Bu temiz anlam dünyasının simetrisinde bir manipülasyondan bahsedebiliriz. Tasarımı ideolojik (girdisi çıktısı belli) olarak arayüz haline getirmek. “Bakın birazdan her şey kapaktaki gibi olacak” diyen gizli bir ses sanki bize bu cümleyi fısıldarmış gibi. Ama tedirgin edici bir ses bu. Açık bir anlamı olan seçilmiş nesnelerin pornografisi. Bütün D&R şubelerinin kiralanan raflarında bize selam veren tedirgin edici gülümseme.

Kitapları çevrilen bazı yazarlarımızın Avrupa’da kapakları tasarlanırken görsel olarak cami, silah, peçeli kadın gibi unsurların tercih edilmesinde gözlemleyebiliriz bu gülümsemeyi. Başka dillere çevrilen Türk yazarlar için mekanizma, yazarın yayınevini tercih etmesi olmadığı için, yazarlara kapaklarda söz hakkı tanımayan bir anlayışla kapaklar tasarlanıyor. Nermin Yıldırım’ın Sırpça, Lehçe ve İngilizceye çevrilen kitaplarında minare imgesi kullanılıyor. Yine Ahmet Ümit’in çevirilerinde cami ve semazen imgesi sık tercih edilen figürler haline geliyor. Kitap kapağı tasarlayan sanatçılara bırakılan bir seçim olsaydı bu, belki masum bir gülümsemeden bahsedilebilirdi. Türkiye, dünyada İstanbul üzerinden tanındığı için kapaklarda Kız Kulesi, Sultanahmet, Galata Kulesi gibi imgelerin pornografisini yapmak amatörlük denip bir gülümseme de oradan atabilirdik. Bu tür ideolojik ucuzluklara Türkiye’de de rastlamıyormuşuz gibi.

Bu iki karşıt tasarım yaklaşımın en ayırt edici yönü şu. Estetiği öne çıkarıp tasarıma su taşıyan kapaklar bir tür muğlak/ soyut görünüm oluşturuyorlar. Diğerleri ise hep net ve kitabın tasarımı ismi ile ilişkili. Kitap tenisten mi bahsediyor işte tenis topu ve tenis sahası. Kitabın adı Balıkçı ve Oğlu mu işte görselde bir balıkçı ve yanındaki de oğlu. Bu nedir? Bu, okuyanın bakışını hiçe saymak ve onu bakan özne olmaktan çıkarmaktır. Bir de buna eklenip beni bazen deli eden bir seçim var. Ön kapağı reklam alanı olarak kullanıp arka kapağı pazarlama alanı olarak kullanmak. Dolayısıyla bütün tasarımı çöpe göndermek. Türkiye’de yayımlanan bir çeviri romanın kapağında yer alan bir ifade şöyle, “42 Dile Çevrilen Uluslararası Çoksatan, 2020 Goodreads Yılın En İyi Romanı” insanın “yani?” diyesi geliyor. Ne bir görsel algı var ne de kitabın değerini artıran unsur. Feda edilen ise kapağın oluşturabileceği imge oluyor. Bu tür tercihler çoğu şeyde olduğu gibi yurtdışından görülerek yapılan ve üzerine hiç düşünülmemiş tercihler. Pazarlama altında savunulan fakat klişe haline geldiği için işlevini yitirmiş tercihler.

Arka kapakta “Mükemmel bir roman – New York Times” ve buna benzer ifadeleri görmek de okurların zekasına çok büyük bir hakaret olarak yorumlanması gereken şeyler haline geldi.

Sonuç olarak editörlerin ve tasarımcıların ortak çalışmalarında bir seçim yapma zorunluluğu doğuyor. Ya kitabı estetik bir nesne olarak görüp ona göre tasarlamak ya da pazarlama nesnesi olarak görüp daha çok ticarileştirmek. Farklı kitap türleri için farklı yaklaşımlar oluşturulabilir diyenlerdenseniz, kargaşaya, kötü tasarımlara ve çirkinliğe bir gülümseme de siz atmış olursunuz.

Ümit Güçlü