
Eğer iyi bir okur isek edebiyat dergileri ve çeşitli siteleri takip ederiz. Kendimize yakın bulduğumuz bu mecralarda birçok farklı ismin metinlerini okuruz. Okuduğumuz kişiler arasında kitabı yayımlananlar olsa da birçoğunun henüz kitabı yayımlanmamıştır. Derya Sönmez de henüz kitabı yayımlanmamış ama öyküleri ilgimi çeken ve keyifle okuduğum bir isimdi. Her okuduğumda artık kitabı çıksa diye kendi kendime düşünürdüm. “Sırça Kanatlar” ismiyle yayınlanan kitabını gördüğümde onun adına mutlu oldum ama alıp okuma fırsatını hemen yakalayamadım. Konumuz bunlar değil elbet. Bu yazı Derya Sönmez’in öykülerini konuşmak için yazıldı.
On sekiz öykünün bulunduğu kitapta, daha önce Parşömen Sanal Fanzin’de de yayınlanan ve benim çok beğendiğim Çilek Sepeti öyküsünden başlamak istiyorum. Aslında öykü kitabın ortalarında bir yerde ama dediğim gibi henüz kitap yayımlanmadan önce bile birkaç defa belli aralıklarla okuduğum bir öyküydü. Nitekim kitabı aldığımda ilk düşündüğüm, acaba bu öyküye de yer vermiş midir oldu. Kitabının tamamında en az Çilek Sepeti kadar güçlü öyküler okudum. Sırf bu öykü üzerine bir deneme bile yazabileceğim düşüncesiyle birlikte ondan başlamam kadar normal bir şey yoktur sanırım. Büyük yazarların söylediği bir cümle vardır, “Öyküde bir tane bile kelime fazlalığı olmaz.” Cümleyi tam olarak doğru hatırlamıyor olabilirim ama buna benzer bir şeydi. Sönmez’in Çilek Sepeti öyküsü bu cümleyi tam olarak karşılıyor. Aynı zamanda öykünün atmosferini, anlattığı hikâyeyle örtüştürüp öyle güzel oluşturmuş ki karakterin yaşadığı duyguyu tam manasıyla anlayabiliyorsun. Hepsinin yanında Sönmez’in gözlem gücünün ne kadar iyi olduğunu her öyküde olduğu gibi bu öyküde de net bir biçimde gözler önüne seriyor. Evli bir adamın telefonda mesajlaşarak sohbet ettiği, yüzünü görmediği, sesini duymadığı bir kadınla buluşmak için trenle yaptığı kısa seyahati ve o sürede iç monologlarla birlikte yaşadıklarını anlatıyor. Tabii bu noktada Derya Sönmez’in eril dili kullanmadaki kusursuzluğunu göz ardı etmemek gerekir. Öykünün sonu sizi şaşırtabilir ama öyle büyük bir aksiyon beklentisi içine girmemesini tavsiye ederim.
Kitabın ilk öyküsü “Ormanda” da evli bir çiftin çatırdayan evliliklerini ormanda yaptıkları kamp ile bağdaştırıp nasıl içinden çıkılmaz bir hal aldığını, ormanın içinden çıkılmazlığıyla örtüştürüp anlatmış Sönmez. Hikâye özenle kurgulanmış ve karakterlerin geçmişe geri dönüşleriyle birlikte oluşturulmuş gerilimli atmosferle birlikte okuyucuya çok da kolay olmayan bir öykü sunulmuş.
“Ay Karanlık” öyküsünde, sizi varlıklı bir kadın ile bahçıvanı arasındaki sıra dışı ilişkiyle birlikte aralarındaki büyük bir sırrın bulunduğu bir hikâye bekliyor. Tabii Sönmez bu öyküde ince bir işçilik sergilemiş.
“Akşam Suyu” ile “Papaz Yahnisi” öykülerinde de kendine has üslubunu koruyan Sönmez, bu öykülerde hikâye anlamında klişeye kaçmış biraz. Tabii Sönmez’in yarattığı dili düşünürsek, her ne kadar tanıdık hikâyeler de okusak inci gibi işlenmiş cümlelerin akışına kapılıp gitmekten geri kalınmıyor. Bir öyküde ya da herhangi bir metinde yazar adına en önemli unsur bu değil midir zaten?
“Ovanın Sonu” öyküsünde ise bize yabancı gelmeyen bir baba oğul hikâyesi okumakla birlikte bu öykünün Sönmez’in gözlem gücünün en çok ön plana çıktığı öykü olduğunu belirtmek isterim. Öyküyü okumaya başladığımda ilk düşündüğüm buydu fakat öykünün sonunda olayı derin bir drama dönüştürerek bir anda arabesk bir hale bürünmesine neden olmuş Sönmez. Bunun göreceli bir durum olduğunu söylemekle birlikte, “neden?” demekten kendimi alamadım. Dikkate değer güçlü bir öykü olacakken öykünün sıradanlaşmasına neden olmuş. Maalesef bu, Türkiyeli yazarlarda sık rastladığım bir durum. Bence vazgeçilmeli.
Kitaba ismini veren “Sırça Kanatlar” öyküsünü üçüncü tekil şahıs ile yazmış Derya Sönmez. Bu öyküye gelene kadar “Neden sürekli iç monologlar tarzında yazmış, hiç mi üçüncü tekilde yazmayı denememiş?” diye eleştirmeye başlamıştım ki bu öyküye geldiğimde sözümü geri aldım. Bunun yanında kitaba ismini veren öykü olarak ilk etapta en çok dikkat edilen olacak. Kesinlikle iyi kurgulanmış ve geri dönüşlerle desteklenmiş, eşini kaybetmiş yaşlı bir kadının ev halini ve zihninde nasıl yaşadığını anlatan öykünün kitaba ismini vermiş olmasına takılmamak gerek sanırım. Bu öyküde de sizi farklı bir son bekliyor.
“Yıldızların Altında” öyküsü ile ilgili fazla bir şey söylemeyeceğim ama bu öyküdeki eril dilin kusurluluğunun dikkate değer olduğunu belirtmekle birlikte güçlü bir öykü olduğunu söylemeden geçmek istemedim.
Bazı öykülerde tekrar okuyormuş hissine kapılıyorsunuz. Bu da yazarın kendini sıkça tekrar ettiğini gösteriyor. Çoğu öyküde bu var. Özellikle içeriğinden bahsetmediğim öykülerde bunu fazlasıyla hissettim. Bazen de klişe hikâyelere sığınmış Derya Sönmez. Bunları da aştığı takdirde öykücülüğü bambaşka boyutlara ulaşır. Aslında, özellikle değindiğim öykülerin gelecek adına bunun habercisi olduğunu söyleyebilirim. Yazdığı bu güçlü öykülerle okurlara bir çeşit teminat vermiş olduğunu düşünmek istiyorum. İlerleyen yıllarda yayımlayacağı metinleri merakla bekleyeceğim.
Özdemir Toprak