
2017-12-09 Doktor Telefonu
1933 yılında Akhisar’da doğdu. 27 Şubat 1962’de belde belde, kasaba kasaba doktorları araştırmaya başladı. Hepsinin tek tek telefonlarını almıştı. Böylece telefonla ilgili macerası başladı. 1933 yılında Akhisar’da doğanların içinden bir tek doktor çıkmıştır: Doktor Çetin, Altınova’da kırmızı balıklı havuzlu bir evde oturur. Bir yolunu bulup onu ziyaret etti. Havuzun yanında elinde bir demet çiçekle solgun bir kız oturuyordur. “Bacımız olur” der Dr. Çetin. Birini bekler durur burda böyle. Bir köpek gelir suda kendine bakar. Dr. Çetin “spor totoda 11 garanti”nin formülünü bulduğunu, 6 bankoyla 10 kolon oynanması gerektiğini anlatır. Yazarak satır satır gösterir. Kağıtları katlar, cebine koyar sonra. Telefon numaram sağdan sola, soldan sağa aynı. Fazladan avuç avuç para verdim bunun için. İnsan şansını kendi yaratır.
2017-12-29 Kavafis
İskenderiyeli Kavafis’le derdim nedir benim? İskenderiye’de Kavafis’le paylaşabileceğim? Bizim ortak noktamız ne, ortak zeminimiz? Bu izbe lokantada yediğimiz falafel mi? Onun da sevmesi mi falafeli? Birlikte yoğurda bakarken dalıp gidişimiz mi? Bu izbe lokantada ikinci sınıf turistlerle Mısırlılar arasında alt alta üst üste ekmeği-pideyi parçalayarak, suyu lakır-lakır içerek bir anda yaşayan, bir anda ölüveren insanları düşünerek, diyorum ki Kavafis yaşıyor olsaydı şimdi burda, bu yemeği yiyor olur, burdan çıkar, bu izbe şehrin sokaklarını, motosikletleri, birbirlerine bağırıp çağıran insanları, birbirlerini ite kaka ilerleyen, birbirlerine dokunmadan yürüyen dokunulmazları ve dahi motorlu taşıtları geçer, ve denize bir daha bakar, eliyle işaret ederdi, “orası” derdi, “orası menzil. Orası Fener.”
2017-12-03 Yaralı Çalgı
Yaralı enstrüman, yaralı çalgı. Bozuk gitar. Rubab-ı şikeste. Yaralı ve bozuk çalgılar için senfoni. Buzuki!
2017-12-03 İşbirliği (bir rüya denemesi)
Duyuru: Şair yazar İlhan Efendi ile işbirliği yapacak Kağızmanlı birini arıyor, tercihan Hıfzı — ya da — Kağızmanlı Hıfzı işbirliği yapacak birini arıyor. Burdan da işbirliğinin koşullarını açıklıyoruz. Şartname. Vesaire.
2017-11-23.3 Yaban Romanında Çevre ve Betimleme
Yaban romanında çevre ve betimleme. Yani Yaban romanından seçtiğimiz kelimelerle eksiltmeli ya da “erasure poetry” dediğimiz teknikle, bir çevreci, environmentalist şiir ya da düzyazı yaratacağız. Yabani. Böyle derlerdi bazen. Vahşi deyince bambaşka bir anlama geliyor çünkü. Yaban. Yırtıcı. Yaman.
2017-11-23.2 Şiir ve Hikaye İçin Poz Verenler
Şiir ve hikaye için de poz verenler varmış meğer. Meğer böyleleri geçermiş karşımıza uzun uzun onları seyretmemizi ve sonra onların hikayelerini anlatmamızı isterlermiş. Anlamamızı. Anlayışlı olmamızı. Bize kendilerini, bize düşkünlüklerini, bize suçlarını, günahlarını, çocukluklarında kendilerine yapılan kabalıkları, zorbalıkları anlatıp annelerini-babalarını günahkar mertebesine yükseltip sonra tekrar bizim hoşgörümüze sığınıp bizim onları yazmamızı beklerlermiş meğer. Fotoğraf için poz verenler, resim için poz verenler gibi edebiyat için de poz verenler var. Beni yazsana diye kışkırtıyorlar. Yazmadın mı hala diye sitem ediyorlar. Yazmazsan… diye küsüyorlar. Sonra susuyorlar. Bir sonraki hücuma hazırlık…
2017-11-16 – İşitsel Görsel Saldırı
İşitsel ve görsel bir saldırı bu şiir. Onunla geliyor her yerden bize. Tozu dumana katıyor. Sokakları tepetaklak ediyor, yağmuru durduruyor. Elbette bir kaplumbağa şiiri değil bu. Ne kaplumbağayla, ne denizle, ne plajla, ne de taşlıkla ilgili bir şiir. Bu şiir benimle ilgili. Yani dolayısıyla sizinle. Ey okuyucu. Senin şiirin bu.
Kaygusuz ve Çoban — Sürüsüne aşık, sürüsündeki keçiye aşık bir çoban. Sürüdeki keçinin adı Kaygusuz. Kaygusuz bir çoban.
Kedileriyle, köpekleriyle kendilerini açıklamaya çalışanlar var. Kendilerine kredi (ün, san) sağlamaya çalışanlar. Onların sağlamasını yaptığımızda ortaya çıkan şu: Edebiyat daha iyi bir yol. Hayvanları rahat bırakın.
2017-07-13 Hariciye Koğuşu
— Maymunlar Cehennemi ve Kanserliler Koğuşunu düşünüyorum yine. Onu düşünüyorum ve bir anda hatırlıyorum bu hastane Peyami Safa’nın anlattığı hastane. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Bacaklarımı kesmek istiyorum. Dizaltı çoraplar. En pahalı pabuçlar, rugan. Şafak Kundura Mağazası.
2017-06-07 Kanser Koğuşu
Öbür taraftan da maymunlar cehennemi gibi bir kanserliler koğuşunu düşünüyorum yine. Onu düşünüyorum ve bir anda hatırlıyorum: Bu hastane Peyami Safa’nın anlattığı hastane, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Bacaklarımı kesmek istiyorum.
2017-03-28 Kederhane
Adlarıyla çağrılınca geliyordu insanlar, biliyorduk. Mezarlar arasında yürüyorduk, mezartaşlarından isimlerini okuyorduk tek tek. Sabaha kadar kapıda bekliyorduk sonra kim gelecek diye. Bir gün bilmiyorduk ki sevdiklerimiz, annemiz, babamız böyle kederhanelere eklenecek, orda adları okunacak. Okunduğunda kafaları tabutlarının tavanına vuracak, ah, diyecekler ah, ben ölmüşüm, kim çağırıyor beni, beni oğlum çağırıyor, bırakın gideyim, bırakın gideyim, diye.
Yine yürüyeceğiz mezartaşlarının arasından. Bakacağız ki bir mezartaşı meğer ki bizim. Adımız yazıyor. Doğum tarihimiz. Ölüm tarihimiz yok orda. Tuhaf bir şey değil mi? Evet, tuhaf. Çok mu tuhaf? Evet. Absürd mü? Absürd bir şey, doğru. Neden? Çünkü ben yaşıyorum hala, niye mezartaşım var? Mezartaşı sadece bir taş. Kendinin mezartaşı olduğunu nerden bilsin taş? Ben mezartaşı istemem o yüzden, diyorum. İstemem, gerek yok. Olursa da çimentodan olsun, beton. Kalıplara dökülsün. Taş olmasın yani. Çimento olsun aslında öğütülmüş bir taş olsun. Yani zamanında bir taş öğütülmüş, sonra yine öğütülecek. Un ufak olacak. Benim kemiklerimin tozuyla karışacak.
Göğün çağrısı daha güçlü olsaydı göğerirdik. Yerin çağrısı daha güçlü. Toprağın. O yüzden karatoprağı seçiyoruz. O yüzden gidiyoruz oraya. Benim burnum kırık olduğu için zaten sesim hiçbir zaman gerçek bir insan sesi gibi tam ve tok çıkmadı. Hep böyle bir nezlelilik, kırıklık vardı sesimde. Duyan ne söylediğime dikkat etmez, sözümü bitireyim diye bekler, hasta mısın? E, sesin biraz kötü geliyor, burunların mı tıkandı? Üşüttün galiba. Üşüttün…
Sonra eski taşların yanına geliyoruz. Eski harflerle, eski dilde Ayşeyi, Memedi kolay okuyoruz, Ali de kolay. Onun dışındakileri pek anlayamıyoruz. Bunlar dışında ne isimler kullanırdı buralılar? Bilmiyoruz. Biliyoruz tabii, burda ölü olup da gömülenlerin kim olduğunu bilmiyoruz. Adları yavaş yavaş taşlardan kaybolan çoluk çocuğun, sarhoşların, taşla vura vura okunmaz hale getirdiği o adları yanlış okursak acaba n’olur diyoruz. Yanlış okursak yani Mehmedi Muhammed okursak n’olur? Ömeri Amir mi okuyacağız? Bilmiyoruz.
Bir mezartaşının yanlış okunması kadar hüzünlü bir şey olabilir mi? Orda yatanın kim olduğunu bilmiyorsun. Yani artık bir tek amacı var mezartaşının.
Bu metnin başına (öykü, şiir, düzşiir) bir alıntı yapmak gerekli. Alıntı da eski dergilerden, antropoloji makalelerinden bulunacak halkbilimle ilgili çarpıcı ve kolay ezberlenir olmalı. Mezartaşlarıyla, mezartaşlarının okunmasıyla ilgili bir şey. Mezartaşlarından karakter tahlili. Mezartaşlarından fal bakmak. O taşlara bakıp geleceğini okumak o ölünün. Ya da o ölünün geçmişini okumak. Çünkü falcılar falına baktıklarını geçmişlerine ilişkin bir ayrıntıyı bilerek inandırırlar. Ve geleceklerine ilişkin, olmamış olan bir şeyi, olmasını istedikleri bir şeyi söyleyerek de iyice kafeslerler. Yani bir falcının inandırıcı olabilmesindeki en önemli noktalar bunlardır. Bir ölünün geleceği var mıdır? Geleceği ne olabilir? İsim değişikliği olabilir mi? Adres değişikliği? O da olabilir. Mezar başka bir yere taşınabilir. Mezarlığın üstüne binalar çıkılabilir. İsim değişikliği ne anlama gelebilir? Onu kim tanır artık? Adını, eski adı ya da yeni adını kim unutabilir? Bir ölünün adı unutulabilir mi? Ya da şöyle bir soru soralım: Öbür dünyada adlarımızın ne olacağının önemi var mı? ÖD’da adımızı kendimiz mi seçeceğiz yoksa isim babamızı, göbek annemizi seçme hakkımız var mı? Mesela Dede Korkut. Yoksa ben yine İlhan mı olacağım orda da? Adımı seçme hakkım varsa Asaf olabilir miyim? Arkadaşlar bana Asaf deyin bundan sonra. Asaf abiye demli bir çay!