Anna Burns

Anna Burns’ün 2018 Man Booker Ödüllü romanı Sütçü, bir kadının yıllarca kimseyi inandıramadan yaşamak zorunda kaldığı bir psikolojik taciz olayı üzerine kurulu.

Çok genç yaştan itibaren Sütçü lâkaplı yeraltı dünyasına ait karanlık bir adam tarafından günlük yaşamında sistematik olarak tacize uğrayan romanın başkişisi, bu sinsi ve yıpratıcı tacizi ailesine dahi ispatlayamıyor.

Genç kadının yaşadığı dönem ve mekânın da ayrıca sorunlu olduğunu görüyoruz. Yazarın mekân adı dahil hiçbir özel isim kullanmadığı, ben kişisinin anlatımıyla süren Sütçü’de kişiler, “ortanca kız kardeş, Bilmemkim McBilmemkim” gibi sıfatlandırmalarla geçer. Bu durumda kahramanın belirsiz bir ilişki sürdürdüğü erkek arkadaşının adı da “-belki- erkek arkadaş”tır.

İthaki Yayınları’ndan çıkan romanda yazarın isimlendirme yapmaması ve anlatının tarzı okuru bir nebze zorlarken çevirmen Duygu Akın’ın bu konudaki çabasını da göz ardı etmemek gerekir.

Anlatıdan mekânın İrlanda Sorunu’nun gündemde olduğu Kuzey İrlanda’da geçtiğini tahmin ederek bir dönem romanı olarak da nitelendirebiliriz. İçeriğindeki kadın sorunları ve feminist ögeler ise esere özellikle derinlik veren unsurlar.

Eniştesi dahil olmak üzere kendisine hiçbir zaman dokunmadan taciz etmeyi başaran üç erkeğin pençesinde yıllarını geçiren kızın sessiz çığlıklarını ne yazık ki kimse duymak istemiyor. İrlanda’nın bu karmaşık döneminde bir yandan devlet güçlerinin halk üzerindeki baskısını bir yandan “retçiler” olarak adlandırılan isyancıların sorunlarını çok yakından yaşayan kız, tacizle birlikte mahalle baskısını da hissetmeye başlar.

Bu durumla birlikte ortaya çıkan evli bir adama kuyruk sallaması gibi dedikodular gerçeklerden çok uzak olsa da genç kadın kendini ispatlamaya çalışmaktan bezer ve tamamen susar. Ta ki Sütçü bir suikastte ölene kadar… Onun ölümünün ardından, daha önce geri çekilmek zorunda kalan diğer tacizcinin meydanı boş bularak ortaya çıkışı gibi gerçek yaşamda şahit olduğumuz pek çok sorunu, yazar büyük bir başarıyla satırlara aktarıyor: “…onun bana asılmak için yanaşmasından, benim de hoşlanmadığım için reddetmemden sonra bu Bilmemkim McBilmemkim’in kindar ve takipçi tiplerden olduğu izlenimine kapılmıştım. Geri çevirme işini saygılı biçimde yapmaya çalıştığım halde işe yaramamıştı çünkü.”

Tüm bunların üstüne kahramanın orta yaş bunalımına giren ve aslında dindar bir kadın olan annesinin mahallenin gerçek sütçüsüyle ilişki yaşamaya başlaması ise trajikomik durumların ortaya çıkmasına neden olurken farklı kadın sorunlarına da incelikle parmak basılıyor. Anne, geç de olsa kendi hayatını yaşamayı tercih ederken toplumumuzda da sıklıkla rastladığımız gibi kızına evlenmesi yönünde baskı yapıyor: “Sıradan biri olmanın, sıradan bir adamla evlenmenin, hayatın sıradan görevlerini yerine getirmenin bir yanlışı yok.” Hemcinslerinin karşı cins hakkında kıza verdiği tavsiyeler ise manidar: “Asla bara tek başına gitme. Asla aklından başka bir ilişki geçirme, belki-ilişki bile olsa. Onu onurlandır. Onu gururlandır. Sesin yüksek çıkmasın. Ağzından laf kaçırma, soru da sorma.”

Olay akışı boyunca tacizcilerini engellemek için dışarıda yürürken sürekli kitap okuyan kız, bu davranışı nedeniyle de yakın çevresi tarafından dışlanacaktır. Fiziksel şiddetin veya ispatlanabilir sözlü tacizin olmadığı bir durumda psikolojik tacizin ispatlanmasının -özellikle ataerkil toplumlarda- neredeyse imkânsızlığının dile getirildiği Sütçü, bu yönüyle pek çok kadının yaşadığı sorunlardan birini ele alıyor.

Gerek tacizcilerine gerekse yakın çevresindeki haksız ve asılsız önyargılara, söylentilere karşı tek başına dik duran kadın sembolüyle kadınların cesaretini ve azmini yansıtan bir eser olarak evrenselliğiyle öne çıkıyor Sütçü. Günümüz şartları düşünüldüğünde kadınların günlük yaşamda ve sosyal medya aracılığıyla karşılaştıkları taciz ve şiddetin, tüm ayrıntılarıyla ve gerçekçiliğiyle ele alındığını görüyoruz.

Bilinç akışı tekniğinin kullanıldığı roman, tüm erkeklere, tüm kadınlara ve dünyaya sesleniyor: Sessiz çığlıkların duyulması adına!

Selva Trak Ulupınar