Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hakim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kağıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Can Uçar

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Pek farklı olmamakla birlikte kaçınılmaz da bir durumdur benim için. Geçmişten itibaren farklı sanat kollarına ilgim oldu. Özellikle edebiyat, sinema, resim, müzik, mimari vs. diyemem. Sanat hep ihtiyaç halindeydi. Hepsiyle parça parça, gücüm ve aklım yettiğince ilgilendim. Bir dönem ressam olarak, bir dönem yönetmen olarak, bir dönem yazar veya müzisyen olarak kendimi düşlediğim olmuştur. Bunu zaten herkes yapar. Farksızlığım budur.

Dünyanın haline bakınca binlerce neden bulabiliriz yazmak için. Fakat sık sık kendini hatırlatan ve beni yazmaya iten birkaç olay var. Bu olayları anlatmak can sıkıcı ve uzun olur. Şu kadarını söylemek gerek; benim için kan donduran değil, kan kaynatan olaylardır. Edebiyatla olan bağımı sıkılaştırmakta biraz geç kaldım. Bu duruma hep hayıflanacağım. Arayı kapatmak için çok çalıştığımı, okuduğumu, araştırdığımı söylemem gerek. Öncesi dediğim gibi aynı anda üç beş kola sahip, farklı alanların ışıklarını toplayan bir düş ağacıydı. Ağaç büyüyünce duyarlığı da büyür. Eğip bükmek, o hale razı etmek güçleşir. Benim için de böyle oldu. Kanım kaynadı. Kaçınılmazlığım da budur.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Daha samimi bulduğum için. Biraz daha açmak gerekirse, öykünün okura daha çok söz söyleme derdi yok. Dostanedir… Uç bir kıyas olabilir ama evrenin de çok söz söyleme derdi yok. Daha yakından bakarsak, dünyamızın ve doğamızın da çok söz söylemediğini görürüz. Etkilerin ve tepkilerin gerçekliği işler. İnsanoğluna bırakır insanoğlunu. ‘Hadi, daha da beter et ya da ihya et’, der. -Acı örnekleri gün gün yaşıyoruz.- Öykü de bunu der bir bakıma. Yarattığı yeni gerçekliğin yanında okura düşünce, kanaat, hareket alanı bırakır. Etki ve tepki gerçekliğine hizmet ederken, ‘Durum bu arkadaş, daha da beter et ya da ihya et’, der. Bundan dolayıdır tercihim.

Elbette okuyup el aldığım, bana ‘vay canına’ dedirten eserlerin üzerimde olan etkisini söylemeden geçemem. Burada da sadece öyküden değil, tüm edebiyat türlerinin etkisinden söz ediyorum. Lakin gerçekliğin hayata ağır basması gibi öykü de bende ağır bastı diyebilirim.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Çoğu aday gibi birkaç yayınevine gönderdim ve red yanıtı aldım. Zira şimdi baktığımda o dosyaya ben de red verirdim. Haklılardı. Tekrar çalıştım, çok fazla öykü çıkarıp dahil ettim, hataları ve eksikleri elekten geçirdim. Bu süreçte sevgili dostum Anıl Mert Özsoy’un acımasız eleştirilerinin katkısı çoktur. Nihayete geldiğimde ilk gönderdiğim dosya yok oldu ve yeni bir bütün ortaya çıktı. Yeni de olsa aynı yayınevlerine tekrar göndermek istemedim. Baran Güzel’in kapak tasarımları, dil hassasiyeti ve özenli tavrıyla güzel eserler yayımladığı Holden Kitap’ı yakından takip ediyordum. Yeni dosyamı ilk sunduğum yayınevi Holden Kitap oldu ve kabul gördü. Onlarla bir kitap ortaya koyduğum için mutluyum. İçime tamamen sinen, her konuda anlaştığım altı aylık bir süreç yaşadım. Holden Kitap ailesine emekleri için teşekkür ederim.

Çekmişlik… Çekmişliğim yalnızca zamandır. Diğer şeyler gözüme görünmüyor şimdi baktığımda.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Yukarıda da bahsi geçtiği gibi başlarda eleştirilerini yüzüme çarpan Anıl Mert Özsoy daha sonra editörlüğümü de yaptı. Bir yandan kendi göz ağrısı, yeni öykü kitabı ‘Herkes Her Şeyin Farkında’ üzerine çalışırken bir yandan da bana katlandı. Samimiyetle sunduğu emeği, düşünceleri ve zamanı için teşekkür ederim.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Hayatımın akışına daha çok edebiyat sohbeti, kutlamalar ve hoş tesadüfler dahil oldu bugüne kadar. Bu da gayet doğal. Bunların haricinde bir şey yok. Ummak… Elbette ki okunmak, eleştirilmek, negatif veya pozitif dönüşler almak umulur. Bunlardan gayrı umduğum tek şey mahcup olmamak ve okurun zamanını kıymetli kılmak. Şimdiye kadar aldığım tepkiler böyle oldu. Umarım böyle de devam eder.

Telif aldınız mı?

Sözleşmede var, vakti gelince alacağım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Ben hep salondaydım. Yazmadan evvel uzun süre mutfaktan gelenleri salonda karşıladım. Ciddi bir yazma uğraşına geç başladım. Bu yüzden mutfağa pek girmediğimi söylemeliyim. Yine de, ilk öyküm Ayı Dergi’de yayımlandı. Bir diğer hikayemi de Parşömen olarak siz yayımladınız. Okumanın çok daha eğitici olduğu kanaatindeyim. Bu gücü ve eğiticiliğini seviyorum. Salon da güzel.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Yakın çevrem hem uğraşımı, hem ciddiyetimi biliyordu. İkna konusunda pek zaman harcamadım. Kitap çıktıktan sonra da değişiklik olduğunu söyleyemem. Olmamalı da zaten. Onlardan çalacağım zamana gösterecekleri anlayıştan başka…

Yazmak için özgürlük diye bir beklentim yok, hiç olmadı. Bir yandan hayat, bir yandan iş, bir yandan gündem, sorunlar vs. daha bir sürü zorluğu düşününce öyle bir kolaylık beklemek yanlış geliyor bana. Daha doğrusu beklemek ve harekete geçmemek. Havadan çal sudan çal, eş dosttan, uykudan çal ama bir şekilde zaman yaratıp o hikayeyi yaz, dedim kendime hep. Yapabildiğini yap ve yolu yürü. Uzun sürecek ama bir yere varacak elbet.

Peki, bundan sonra?

Yarın Gene Oynarız adını kitaba verirken yüzümü gülümseten, metinden bağımsız, ironik kısım buydu. Okura tekrar karşılaşacağımızı bildiren bir ses var içinde. Bana ise omuz veren, iştah açtıran bir ses… Birazı tamamlanmış, birazı hala süren bir öykü dosyam daha var. Gölgede biraz soluklanıp yola devam edeceğim.