Gürhan Tümer, Sözcükler’in 30. Sayısında (Mart-Nisan 2011) yayımlanan çok sevimli bir yazısında şunları söylüyordu: “Kütüphanemdeki eski kitapları. Onları yeniden okuyorum. Okuyorum dediysem, o kitapları eskiden yaptığım gibi başından sonuna dek okuyor değilim. İlk okumalarımda kitapların en beğendiğim sayfalarını, paragraflarını, tümcelerini işaretlemiştim. Şimdi bu ikinci okumalarımda o yerleri, yalnızca o işaretli yerleri okuyorum.”

Ben de, tıpkı rahmetli Gürhan Tümer gibi eskiden okuduğum kitapların aklımda kalmış güzel bölümlerini dönüp yeniden okumayı pek severim. Bunlardan birisi de, lise yıllarımda Nihal Yalaza Taluy çevirisinden okumuş olduğum Karamazov Kardeşler’in 4. Cildinin en başındaki Kolya Krasotkin isimli bölümün ilk paragrafıdır. Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından bağımsız bir kitap olarak yayımlanan ve hâlâ kütüphanemde bulunan 4. Cildin başındaki (bence bir şiir güzelliğindeki ve belki de Yalçın Küçük’ün “İnsancıklar” çevirisi için kullandığı deyimle “aslından güzel”) bölüm aynen şöyle idi:

Kasım başındayız. Soğuk sıfırın altında on biri buldu, yollar baştan başa buz kaplı. Geceleyin donmuş toprağa biraz kuru kar serpeledi. Ama sert, keskin rüzgâr bunları toparlayıp şehrin iç karartan sokaklarından, en çok da Pazar meydanından süpüre süpüre götürdü. Bulanık bir sabah ama kar dindi artık. Meydanın dolayında, Plotnikov’un dükkânına yakın, ufak, içi dışı tertemiz, memur Krasotkin’in dul karısının evi vardır. İl mektupçusu Krasotkin hayli eskiden, aşağı yukarı on dört yıl önce ölmüştü. Otuz yaşlarında, hâlâ yüzüne bakılır dul karısı tertemiz evceğizinde “kendi parasıyle geçinip” gidiyordu. Namuslu, çekingen, yumuşak huylu, ama oldukça şen, neşeli bir tazeydi. (Karamazov Kardeşler, IV. Cilt, MEB Yayınları, İstanbul 1967, s. 3)

Sık sık ziyaret ettiğim bir kitapçının raflarında Karamazov Kardeşler’in en son baskısını, Türkiye İş Bankası yayınlarından çıkan Nihal Yalaza Taluy çevirisini görünce pek sevinerek biraz karıştırdım ve hemen 4. Cildin başını arayıp bularak okumak istedim. Ama yeni baskı nedense bana pek tanıdık gelmedi:

Kasım başlarıydı. Soğuk sıfırın altında on biri bulmuştu, yollar baştan başa buz kaplıydı. Geceleyin donmuş toprağa biraz kuru kar serpelemişti. Ama sert, keskin rüzgâr bunları önüne katıp şehrin iç karartan sokaklarında, en çok da Pazar meydanında savurup durmuştu. Bulanık bir sabahtı ama kar dinmişti artık. Meydanın dolayında, Plotnikov’un dükkânına yakın, ufak, içi dışı tertemiz, memur Krasotkin’in dul karısının evi vardı. İl yazıcısı Krasotkin hayli eskiden, aşağı yukarı on dört yıl önce ölmüştü. Otuz yaşlarında, hâlâ yüzüne bakılır dul karısı tertemiz evceğizinde “kendi parasıyla geçinip gidiyordu”. Namuslu, çekingen, yumuşak huylu, ama oldukça şen bir kadındı. (Karamazov Kardeşler, T. İş Bankası Yayınları, 4. Baskı, Ekim 2009, s. 669.)

Hemen eve dönüp bendeki eski baskıyı aldım ve yeniden kitapçıya döndüm. İki baskıyı karşılaştırınca başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Her şey bir yana, o harika çağrışımlarla dolu “neşeli bir taze”ye insan nasıl kıyardı! Bu değişikliklerin gerekçesini anlayamadığım gibi (“sadeleştirme” desem değil, sanki biri N. Y. Taluy’un çevirisini beğenmemiş de oturup yeniden çevirmiş kitabı, o zaman niye kendi adını yazmamış kitabın başına) bütün aramalarıma rağmen bu “densizliğin” sorumlusunu ve gerekçesini ortaya koyabilecek herhangi bir açıklamayı da bulamadım yeni baskı kitabın içinde. Sadece Editör olarak İshak Reyna’nın adı geçiyordu II. Sayfada. Durumu anlayabilmek umuduyla İshak Reyna’nın iletişim bilgilerine ulaşmaya çalıştım ama bir türlü başarılı olamadım.

Bunun üzerine, o sıralarda kitaplarının yeni baskısı Türkiye İş Bankası yayınlarında yapılmakta olan ve bir süre önce kendisiyle şahsen tanışma şansına sahip olduğum Leyla Hanım’ı (Erbil) arayarak durumu kendisine aktardım.

Bir süre sonra editör Alkan İnal’dan şöyle bir mesaj geldi:

“Sayın Mehmet Aslan’a yayınlarımıza gösterdikleri ilgi ve hassasiyet için, Sayın Leyla Erbil’e de konuyu yayınevimize ilettikleri için çok teşekkür ederiz.

Karamazov Kardeşler’in MEB basımı ile İş Bankası Kültür Yayınları 2007 basımı arasındaki farktan önce Adam Yayınları 1982-1993 basımı arasındaki farkı konu etmek gerek. Memet Fuat döneminde bir redaksiyon yapıldıysa da künyeye kaydedilmemiş. Ancak redaksiyonun Nihal Yalaza Taluy’un haklarını takip eden ONK Ajans’a bildirilmiş olduğunu sanırız. Çünkü Hasan Âli Yücel Klasikleri’nde yapılan basım için Adam Yayınları’nın basımı esas alınmış. Bu konuda ONK Ajans’tan özel bir uyarı gelmemiş.

Ayrıca söz konusu redaksiyon hakkındaki fikirleri değerlendirebilmek için eserin değişik tarihlerde yapılan başka çevirilerine de bakılmasında herhalde yarar olacaktır.

Hasan Âli Yücel Klasikleri dizisinde bir esere tarafımızdan redaksiyon yapıldığı takdirde hak sahiplerine, varis veya vekillerine mutlaka bilgi veriliyor ve redaksiyon yapıldığı, eserin künyesinde belirtiliyor.

Saygılarımızı da iletmenizi rica ediyoruz.

Alkan İnal”

Şimdi…

Siz sayın okuyucular ve Nihal Yalaza Taluy’un hayranları, siz bütün bunlardan bir şey anlayabildiniz mi?

Ben birkaç şey anlamış bulunuyorum:

Birincisi, aramızdan göçmüş bir değerli çevirmenin eseri Nasrettin Hoca usulü “kuşa çevirilip” yayımlanıyor ve gerekçe olarak da –hani “özrü kabahatinden büyük” derler ya– çevirmenin vefatından sonra yapılmış başka bir baskı gösteriliyor. (Gerçekten de, arayıp buldum, Adam Yayınları baskısında da aynı durum söz konusu.) Ancak, T. İş Bankası yayınlarında yeni baskı yapılırken çevirmenin hayatta olduğu sırada yayımlanmış bir baskıyı esas almaları gerektiği nedense unutuluyor.

İkincisi, ülkemizde pek meşhur “balta suya düştü, inek suyu içti, inek dağa kaçtı, dağ yandı kül oldu, bitti!” masalına benzer bir şekilde bir cinayet kim vurduya getirilmeye çalışılıyor. “Sorumlu” nedense bir türlü bulunamıyor.

Üçüncüsü, ama ceset ortada duruyor ve Türkiye İş Bankası Yayınları kendilerine tam 10 yıl önce açıkça bildirilmesine rağmen bu “defolu” kitabı düzeltmeden aynen yayımlamaya devam ediyor.

Dördüncüsü, yazarların varislerinin veya yayın haklarını savunma görevini yürüten ajansların sadece olayın maddi tarafları ile ilgilendikleri anlaşılıyor. Aramızdan göçmüş ve artık kendilerini savunamayacak olan yazarların kemiklerini sızlatacak cinayetler onları pek ilgilendirmiyor.

Beşincisi, o zaman görev o yazarları ve çevirmenleri seven okurlara düşüyor, bu tür “özensizlikler” ve “saygısızlıklar”ı teşhir edip düzelttirmek ancak onların çabaları ile mümkün olacakmış gibi görünüyor.

Son Bir Not: Bu iş moda mı oldu, nedir? Bir de baktım, Can Yayınları da kırk yıldır alıştığımız “Amcanın Rüyası”nı (hangi akla hizmet, bilemiyorum) “Amcanın Düşü” yapmış! Hay “Amca”nız kadar taş “düş”eydi başınıza!…

Üstelik “Amcanın Rüyası” ile “Amcanın Düşü” arasındaki farkın sadece kitap isminden ibaret olduğunu sanmayınız (oysa sadece o kadarı bile yeterdi itiraz etmemiz için), ama kitabın içini de mıncıklamışlar. Yazarın sağlığında yayımlanan bir baskının ve Can Yayınları baskısının ilk paragrafından bir cümleyi örnek olarak takdirlerinize sunuyorum:

“Doğrusunu isterseniz hemen hemen kimse sevmez onu, hattâ çoğunluk açıkça nefret eder; ama bir yandan da hepsinin ödü kopar ondan.” (Amcanın Rüyası, Varlık Yayınları, Ekim 1959, s. 3)

“Doğrusunu isterseniz kimse sevmez onu, üstelik herkes açıkça nefret eder ondan, ama bir yandan da hepsinin ödü kopar ondan.” (Amcanın Düşü, Can Yayınları, 1994)

Allah aşkına, bu iki cümle arasında herhangi bir anlam bağı var mı? “Hemen hemen kimse” ile “kimse” aynı şey midir? “Hattâ çoğunluk” nasıl olur da “üstelik herkes” olabilir? Üstelik bir cümlede arka arkaya üç tane “..dan” kullanılmasıyla, insanın kafasına “..dan ..dan ..dan” diye vuran kakafoninin biçimsizliği de cabası. Biraz daha kurcalasak daha ne naneler çıkacak kimbilir!

Tabii yine “Çeviren: Nihal Yalaza Taluy” ve bu cinayeti kimin ve neden işlediğine dair en ufak bir açıklama yok!

Mehmet Aslan