Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Elif Demirel

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Kendimi bildim bileli yazıyorum. Yazdıklarımı kitaplaştırmak istiyordum. Zamanının geldiğini düşündüğümde bir dosya hazırladım ve yayınevlerine göndermeye başladım. Yalnızca bir okur olarak kalmayacağımı, kalamayacağımı biliyordum. Kitaplı bir okur yazar olmak da güzelmiş.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Aslında ben yazdıklarıma, özellikle Hazin’de yazdıklarım için geçerli bu, kırık dökük metinler derim hep. Tabii edebiyatta, yazdıklarınızın bir “kategoriye” girmesi gerek ve benim yazdıklarıma da öykü diyorlar. Türlerle, kategorilerle ya da adlandırmalarla çok fazla ilgilenmiyorum. O dönemler –ki beş altı yıl öncesinden bahsediyorum– daha kısa soluklu ve daha duygu durum odaklı metinler yazıyordum ve ilk kitabımın bir “öykü” kitabı olacağını biliyordum. Bunun çok belirgin bir sebebi yok elbette, bazen kendim ya da yapacağım işler için tuhaf sınırlar koyuyorum o kadar. Kendimi böyle sevmeyi de öğrendim.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Neler çekmedim ki! Hazin hazır olduğunda gerçekten çok gençtim. Bence hala öyleyim bu arada : ) Yirmi bir, yirmi iki yaşımdayken tamamladığım bir dosyadan söz ediyoruz. Öyle ki, bu süreçte yazma tarzım bile çok değişti. Bu yüzden Hazin, çıraklık eseri konumunda benim için. Bir yayınevi ile anlaşmam neredeyse dört yılımı aldı. O süreçte bazı yayınevleri ile tecrübelerim de oldu ama hiçbiri ile bir neticeye varamadık. Zaten hiçbiri de içime sinmemişti. Benim için her şeyin çok kötü gittiği bir dönemde, Monokl’dan dönüş aldım. Bu kadar beklememin bir nedeni varmış diyorum şimdi. Derdi gerçekten edebiyat ve iyi kitaplar olan bir yayıneviyle anlaştığım için çok şanslı hissediyorum.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Evet, oldu. Dosyamın fazla bir işi yoktu diye hatırlıyorum. Editörüm Ayşegül Hanım’la çok güzel bir uyum yakaladık ve dosyayı beraber tekrar tekrar gözden geçirdik. Ufak tefek değişiklikler ve düzeltmeler oldu. Bu süreçte size yol gösteren ve gözden kaçırdığınız hataları düzeltmenize yardımcı olan, titizlikle çalışan bir editörünüzün olması gerçekten rahatlatıcı.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Hayatımda çok bir şey değişmedi. Çok bir şey de ummamıştım açıkçası. Okur yorumu alınca tarifi imkansız duygular hissediyorum yalnızca. Bir de, kitabın çıktığı ilk günlerde kitapçıya girmiştim. Yeni çıkan kitapların önünden geçerken kendime rastlamıştım, bakın o da epey tuhaf bir histi. : ) Hiç tanımadığım, muhtemelen hiç tanışmayacağım birileri bir yerlerde benim yazdığım cümleleri okuyorsa, eğer şanslıysam okuduklarını beğeniyorlar ve bir an için bile olsa farkında olmadan kısa bir yol arkadaşlığı yapıyorsak ne mutlu bana.

Telif aldınız mı?

Henüz almadım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Üniversitedeyken takip ettiğim çok fazla dergi vardı. Ama şimdi neredeyse hiçbiri yayın hayatına devam etmiyor. Öğrenciyken dergilerde, fanzinlerde sıkça yazardım. Hala da yazıyorum. Feminerva Dergi’de uzunca bir süredir öykülerimi paylaştığım bir sayfam var. Yine aynı dergide çok büyük bir zevkle hazırladığım bir moda dizisi var. Ezcümle, mutfakta epey vakit geçirdim, geçiriyorum diyebilirim. Zira mutfağı da çok severim.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Kitabın böyle bir özgürlük kazandırdığı su götürmez bir gerçek benim için. İnsanlar genellikle, bu “işi” ciddiye almıyorlar. Ya da şöyle bir bakış açısı hakim, tamam yazıyorsun ama gerçek işin ne? Yazıyla uğraşmanın çoğu zaman çok yıpratıcı ve ciddi mesai gerektiren bir yanı var. İnsanlar genellikle bunu göremiyor çünkü bütün sanatların içinde en tekil olanı bence edebiyat. Bana göre tam anlamıyla soyutlanma ve yalnızlık gerektiren bir iş. Belki de bir sürü tuhaf yanı olduğu için bazı insanlar bu şekilde tuhaf yorumluyordur. Kitap yayımlandıktan sonra bahsettiğim bakış açısı az da olsa değişti gibi. Kapağında ismin yazınca, bir etiketin olunca daha çok ciddiye alınıyorsun sanırım.

Peki, bundan sonra?

Yazmaya devam ediyorum. Şu an bir roman üzerinde çalışıyorum. Anlatmaya çalıştığım hikayeyle öyle doluyum ki, bazen delirdiğimi düşünüyorum. Her ne yapıyorsam, yaptığım an o sıra yazdığım bölümü düşünüyorum. Bu şekilde gider diye öngörüyorum ama öyle tercih ettiğimden falan değil. Başka bir yol bilmediğimden. Elimden başka bir şey gelmediğinden. Yoksa, aklı olanın uğraşacağı iş değil gerçekten.