Bu yazıda Etgar Keret’in “Patates Püreli Babam” öyküsüyle Nursel Duruel’in “Geyikler, Annem ve Almanya” öyküsünü ele alacağız.
Anlatıcılarının kız çocukları olduğu bu öyküler çocukların babalarının yokluğu etrafında gelişen duygu durumunun etrafında şekillenir. Her iki öyküde de yazarının ait olduğu coğrafyaya ilişkin bir sorundan yola çıkarak evrensel konulara; aile içi ilişkilerde terk edilmeye, ağırlıklı olarak babaya atfedilen güven duygusunun zedelenmesinin çocuk üzerindeki etkilerine değinilir.

Etgar Keret ülkemizde kısa öyküleriyle tanınan 1967 doğumlu İsrailli bir yazar. Aynı zamanda senarist ve çizgi roman yazarıdır. Siren Yayınlarınca yayımlanan kitaplarını Avi Pardo’nun Türkçesinden okuma şansı buluyoruz. “Patates Püreli Babam” öyküsünü 2019’da yayımlanan “Uç Artık” adlı son kitabından okudum. Etgar Keret yaşadığı coğrafyanın sıkıntılarıyla edebi yolunu oluşturmuş bir yazar, başka türlüsü de mümkün değil belki ama Keret Ortadoğu coğrafyasının bir türlü çözülemeyen meselelerinin, savaşın acımasız yüzünün gündelik hayatın “doğal” bir parçası olduğu bir coğrafyada yazıyor öykülerini. Absürd, ironik bir bakış açısıyla kurduğu öyküler yazık ki kanıksadığımız vahşetin bir başka yüzünü görünür kılar. Keret öykülerini okumaya başlarken yüzünüze yerleşen hafif gülümseme öykü bitince dehşet ifadesiyle yer değiştirebilir. “Uç Artık” adlı son kitabındaki öykülerin çoğu, diğer kitaplarından farklı olarak çocukların bakış açısından anlatılıyor.
“Patates Püreli Babam” öyküsü açılır açılmaz meselesini açıkça ortaya koyan öykülerdendir:
Babamın biçim değiştirdiği gün Stella, Ella ve ben neredeyse on yaşındaydık. Annem “biçim değiştirme” dememizden hoşlanmıyor, onun yerine “terk etti” dememizi yeğliyor, ama o gün okuldan eve döndüğümüzde evi boş bulmadık ki. (Uç Artık, s. 85)
Bu giriş gerçeküstü bir öykü okuyacağımızı da işaret ediyor. Çocuklar babalarının evi terk ettiği gün buldukları tavşanın babaları olduğuna inanırlar. Anne tavşanı evde istemez. Çocuklar annelerinin babalarını evde istemediğini düşünecek kadar tavşanın babaları olduğundan emindirler. Öykünün ortasına doğru kızlar tavşanı olan Robbie adında bir çocukla tanışırlar. Robbie de tavşanın babası olduğuna inanmaktadır. Öykünün “ Robbie” alt başlığıyla devam eden bölümünde Robbie’nin hikâyesi açılır. Çocuğun babasının bomba imha uzmanı bir asker olduğunu anlarız. İş kazası denebilecek bir kaza sonucu topal kalmıştır, daha sonra da esrarengiz biçimde ortadan kaybolur. Robbie’nin babasının kaybolmasıyla eş zamanlı olarak bahçede topal bir tavşan peyda olur. Çocukların Robbie’yle tanıştıkları günün sonunda aralarında şöyle bir konuşma geçer.
“Eve dönemeyiz,” dedim Ella’ya, “çünkü annem bizi babamızla birlikte görünce onu hemen veterinere teslim eder ve babamız sevmediği bir ailenin yanında küçük bir kafesin içinde yaşamak zorunda kalır ve…”
“Evet,” dedi Stella, “evcil hayvan satan dükkânlardan tavşan satın alıp onları patates püresiyle yiyenler olduğunu biliyor muydun?” (Uç Artık, s. 91)
Veteriner çocukların gözünde sevimsiz bir adamdır, öyküdeki gerilimi arttıran unsurdur bir yandan da. Üstelik öykünün sonunda veterinerin eve gelip annelerini teselli etmesi ve babalarının koltuğuna oturması da çocuklar için tehlikeli bir işarettir.
Etgar Keret bu kısa öyküde babalarının yokluğuyla baş etmeye çalışan çocukların çaresizliklerini anlatırken yetişkinlerin sıkışıp kaldığı koşulları da ustalıkla öyküleştirmiştir.

Nursel Duruel’in 1982 yılında yayımlanan “Geyikler, Annem ve Almanya” kitabı ve aynı adlı öyküsü edebiyatımızın klasikleri arasındadır. Duruel “Geyikler, Annem ve Almanya” ile dosya halindeyken Akademi Kitabevi Öykü Ödülü’nü almış ve kitap olarak basıldıktan sonra 1983 yılında Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülmüştür.
1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında imzalanan bir anlaşmayla ülkemizin 70’li yıllarına damga vuran Almanya’ya göç, zaman içinde toplumun önemli bölümünü etkileyen bir soruna dönüşmüştür. Genellikle erkeklerin bir süreliğine para kazanıp dönmesi şeklinde planlansa da kimi zaman ailece göç edilmiş kimi zaman çocuklar ve kadınlar Türkiye’de kalmış, erkekler Almanya’da başka yaşamlar kurmuştur. Birçok ailenin parçalanmasıyla sonuçlanan vakalar epeyce çoktur. Duruel söz ettiğimiz öyküde Almanya’ya çalışmak için giden bir babanın geride bıraktığı ailesinin bir gecesini anlatır.
“Geyikler, Annem ve Almanya” öyküsünde baba Almanya’ya çalışmak için gitmiştir. Öykü anlatıcısı kız çocuğu, annesi ve anneannesiyle Afyon’un Çay ilçesinden anneyi Almanya’ya uğurlamak için İstanbul’a gelmiştir. Konuk oldukları ev uzak bir akraba evidir. Eşyalar ve ev sahibinin davranışları, ev sahibinin varlıklı, görmüş geçirmiş biri olduğunun işaretidir. Anne, Almanya’ya babanın yanına gidecektir ama bu normal bir ziyaret değildir. Anne ile anneannenin konuşmalarından evliliklerinin bu ayrılıkla sarsıldığı, babanın artık eskisi gibi olmadığı anlaşılmaktadır. Annenin, bu yolculuktan sonra boşanma kararı verebileceği ihtimalinden söz etmesi öykünün yönünü belirler.
Daha neler konuşmadılar… Babamın Almanya’ya gittikten sonra iyice bozulduğunu, bize hiç para göndermediğini… neler neler… Başkaları da gidiyormuş Almanya’ya, ama onlar canlarını dişlerine katıp çalışıyor, çocuklarının geleceğini kurtarmaya uğraşıyorlarmış. Benim babamsa vurdumduymaz, akılsızmış. Annem de eskisi gibi sayıp sevmiyormuş onu. Eski iyi günlerinin hatırı için, çocuklarının hatırı için sabrediyormuş şimdilik. Almanya’da babamı bir kez daha zorlayacakmış düzenli yaşamaya, bu son deneme olacakmış. Olmazsa o zaman ayrılırmış. Hem Almanya’da bir iş bulabilirse bize gerektiğince sahip çıkarmış. (Geyikler, Annem ve Almanya, s. 12)
Çocuk babasından uzaktadır, annesinden de ayrılacaktır. Üstüne üstlük ailenin parçalanması ihtimali de uzak değildir. Anne ile anneannenin konuşmalarından evliliklerinin babanın Almanya’ya gitmesinden önce de iyi gitmediğini anlıyoruz. O gece küçük kızın rüyasında gördüğü ailece piknik yaptıkları dere kenarında mutlu bir resim çizilir. Bu mutluluk resmi gerçek midir, çocuğun yarattığı bir hayal midir, bunu anlamayız; aslında pek de önemi yoktur. Öykünün asıl derdi bize küçük kızın duygu durumunu hissettirmektir. Rüya sahnesi öykünün en çarpıcı ve etkili anlatılan bölümüdür. Küçük kızın anlatımından dereye serilmiş geyikli kilimlerin üzerinden akan suyla geyiklerin koştuğu sahne unutulmaz bir resim çizer belleğimize. “Geyikler, Annem ve Almanya” öyküsünde belki tek rahatsız edici taraf küçük kızın iç dünyasını, bağımsız ruh durumunu ifade eden ama bir çocuktan ziyade bir yetişkinin cümlelerini andıran şu ifadedir:
Ben bir su damlası gibiyim annemin yanında. Dereden kopup havaya sıçrayan haşarı bir su damlasıyım. Durmadan akan derenin ve annemin bir parçasıyım. Onlardan kopan ama onlardan bağımsız bir damla… (Geyikler, Annem ve Almanya, s. 17)
“Geyikler, Annem ve Almanya” öyküsündeki anne, anneanne ve çocuk ilişkisi yakın ve duygusaldır. “Patates Püreli Babam” öyküsündeki çocuk-anne ilişkisiyse daha mesafeliyken, anlatıcı kız ve iki kardeşi arasındaki duygusal alışveriş daha yoğundur. İki öyküdeki çocuklar da gerçekçi, başlarına gelen durumla başa çıkmaya çalışan karakterlerdir, sorun çözmede mahirdirler. “Geyikler, Annem ve Almanya”daki kız çocuğu nahif ve duygusaldır, üzüntüsünü göstermemek için çaba harcar, ertesi sabah annesi Almanya’ya gideceği için gece boyunca ağlar ama yine de güçlü bir kişilik koyar ortaya kendince. Ağlayarak ıslattığı yastık kılıfını yıkamayı düşünür. “Patates Püreli Babam” öyküsünün anlatıcısı “derdine” çocukça bir çözüm bulur. Duygusallığını çocukça muzipliklerle örterek satır aralarında okuru gülümsetir. Duruel’in öykü anlatıcısı kız çocuğu Keret’in öyküsündeki çocuğa kıyasla, daha fazla yetişkin özelliği taşır sanki. Bununla beraber bu tespiti yaparken öykülerin yazıldığı tarihleri gözden uzak tutmamak gerekir. “Geyikler, Annem ve Almanya” öyküsündeki kız 1970’lerin, “Patates Püreli Babam” öyküsündeki çocuk 2000’li yılların çocuklarıdır.
İki öyküde de anlatıcı kız çocukların adları belirtilmez. “Patates Püreli Babam” öyküsündeki kızın kardeşlerinin adlarını öğrenirken öykü anlatıcısı çocuğun adını bilmeyiz. “Geyikler, Annem ve Almanya”daki anlatıcı kızın da adı yoktur. Bu ortaklık bana çocukların yetişkinlerin dünyasında ne kadar silik, özellikle sorunların ağırlaştığı durumlarda adeta bir “gölge” gibi olduklarını düşündürüyor. Çocuğun el üstünde tutulduğu, değer verildiği nice ailelerde bile çocukların bir yan karakter olduğunu, bir yetişkin gibi ailenin asıl parçası sayılmadığını hissettiriyor. Belki bu durum normal zamanlarda değil de kriz zamanlarında daha görünür hale geliyor.
Aysun Kara
“Çaprast” Hulki Aktunç’un sözcüğüdür, yazarın hazinesinden seçtiğimiz bu sözcüğü kullanıyor, kendisini saygıyla anıyoruz.
KAYNAKÇA
Etgar Keret, Uç Artık, Çev. Avi Pardo, Siren Yayınları, 1. Baskı, 2019
Nursel Duruel, Geyikler, Annem ve Almanya, Can Yayınları, 1. Baskı, 2006
Çaprast Okumalar şimdiden ilgiyle, merakla beklediğim bir bölüm. Nicelerine…
Çok teşekkürler.
Çaprast okumalara bayıldım, yorum yapılan kitapları da okuma listeme aldım ve yeni çaprast okumaları merakla bekliyorum 🧡
Ne güzel, çok sevindim.