Daha önce “Bebekler Nereden Gelir”, “Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi”, “Kız Çocuk Hakları Bildirgesi” (ki bu kitap toplatılıp imha da edildi bildiğim kadarıyla) gibi çocuk ve gençlere yönelik kitaplar, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu tarafından “muzır neşriyat” ilan edilmişti. Dünkü (8 Eylül 2021) haberlerden öğrendiğimize göre İngiliz yazar Alice Oseman’ın “Kalp Çarpıntısı” adıyla Türkçeye çevrilen çizgi romanı da aynı akıbete uğramış. Çocuk kitapları hakkında verilen muzır yayın kararı nedir? Bu kitaplar çocuklar için zararlı mı gerçekten? Aklıma düşen soruları, Kırmızı Kedi Çocuk Yayın Yönetmeni Özlem Akcan’a sordum.

Onur Çalı

Özlem Akcan

Siz uzun yıllardır yayıncılık sektörünün içinde çeşitli kademelerde, editör ve yayın yönetmeni olarak da bu alana emek veren birisiniz. Çocuk kitapları hakkında verilen “muzır neşriyat” kararının pratikteki karşılığı nedir? Bu kitaplar çocukların erişemeyeceği bir yere mi kaldırılmış oluyor? Kitapevlerinde mi satılmıyor?

Bir kitabın muzır neşriyat ilan edilmesinin birden fazla sonucu oluyor. İlk etapta kurul, bu yayınların “çocuk kitabı” kategorisinden çıkararak, “küçüklere zararlıdır” ibaresiyle içi görülmeyen poşet içinde, teşhiri ya da reklamı yapılmayacak şekilde, sadece 18 yaşından büyüklere satılmasını sağlıyor. Bunun sonucunda da pek çok ebeveyn ve öğretmen o kitabı çocuklara okutmaktan geri duruyor. Çünkü biliyoruz ki bir öğretmen muzır neşriyat kararı verilmiş bir kitabı öğrencilerine tavsiye ederse CİMER’e şikayet edilebilir, hakkında soruşturma başlatılabilir. Dolayısıyla kimse bu riski almak istemiyor. Bir diğer sonucu da kitabın göz önünden kaldırılması. Kimi kitabevleri direkt satışını yapmaktan vazgeçiyor kimisi de raftan indirip depoda tutmayı seçiyor. Tüm bunlar kitabın satışını doğrudan etkilediği için yayıncısı da bir zaman sonra yayınlamaktan vazgeçebilir. Verilen karar, doğrudan kitabı toplatmasa bile dolaylı yoldan bunu yapmış oluyor. Yayıncı, yazar ya da çevirmen için başlatılan soruşturmalar, davalar da cabası.

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu kimlerden oluşur? Çıkan tüm kitapları okuyup denetleyen kişiler mi var bu kurulda? Yoksa gerek sosyal medyadan gerekse resmi kanallar vasıtasıyla kendilerine gelen şikayetler üzerine mi hareket ediyor bu kurul?

Yaklaşık üç yıl önce KHK’yle yapısı değiştirilerek Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na bağlanan Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’na atanan beş üyenin kim olduğunu; hangi uzmanlıklara dayanarak eserlerin içeriğine, bağlamına, edebi önemi ve değerine bakmaksızın, “müstehcenlik” gibi muğlak ifadelerle bu kararları aldıklarını bilmiyoruz. Ama bakanlığın geçtiğimiz yıl Muzır Neşriyatla Mücadele Programı (MİM) başlattığını biliyoruz. Bu program kapsamında, kitaplar hem kurul üyeleri tarafından inceleniyor hem de kurulan ihbar hattına gelen şikayetler değerlendiriliyor. Yani, CİMER’le birlikte yaratılan “muhbir vatandaş” şimdi de kitapları denetime gönderme yetkisine sahip. Dünya görüşüyle uyuşmayan herhangi bir kitabı Whatsapp’tan bile şikayet edebiliyor.

Çocuk kitaplarına uygulanan bu kararın gerekçesi olarak “Çocukların kitabın içerisinde eşcinselliğe özendiren ve çocuk gelişimi üzerine basmakalıp fikirleri değiştiren ifade ve görsellere yer verildiği…” gibi ifadelere rastladım. Başka hangi durumlarda “muzır neşriyat” kararı verilebiliyor? Sadece çocuk kitapları mı muzır neşriyat ilan ediliyor yoksa yetişkinlere yönelik kitaplar da bu akıbete uğruyor mu?

Gerekçeler üç aşağı beş yukarı birbiriyle aynı muğlaklıkta. Mesela, Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu 27 Eylül 2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararlarla, Türkçede Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Elisabeth Brami imzalı Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi ve Kız Çocuk Hakları Bildirgesi ile HEP Kitap tarafından yayımlanan Francesca Cavallo ve Elena Favilli’nin kitabı Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler – Olağanüstü 100 Hikâye adlı kitaplardaki bazı yazıların “18 yaşından küçüklerin maneviyatı üzerinde muzır tesir yapacak nitelikte olduğuna” karar vermişti. Maneviyattan kasıt ne, bir kitap nasıl olur da maneviyat üzerinde muzır tesir yapar, bunları bilmiyoruz. Ama muzır ilan edilen kitaplara bakınca kararların bilimsellikten ve evrensel değerlerden uzak, tamamen ideolojik olduğunu görebiliyoruz.

Çocuk kitaplarının denetlenip günün sonunda muzır ilan edilmesi “çocukları koruyoruz” algısıyla birlikte sansüre dair rıza üretiminin kolaylıkla yapılabildiği bir alan. Ama elbette bu sansür çocuk kitaplarıyla sınırlı kalmıyor. Yayıncılar Birliği’nin Yayınlama Özgürlüğü Raporu’na göre 2020 yılında 9’u çocuk kitabı olmak üzere 13 kitap muzır neşriyat ilan edildi. Bu 13 kitap arasında Buket Uzuner’in ilk defa 34 yıl önce yayımlanan Ayın En Çıplak Günü adlı romanı da var.

Daha da vahimi muzır ilan edilmeyen kitaplar da soruşturma konusu oluyor. 2016 yılında, Buket Uzuner’in Kumral Ada Mavi Tuna kitabını öğrencilerine tavsiye eden bir lise öğretmeni hakkında “cinsel sapkınlık” gerekçesiyle soruşturma açıldı. 2018 yılında, 12’nci sınıf öğrencilerine Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi isimli romanını öneren edebiyat öğretmeni hakkında soruşturma açıldı ve öğretmen kınama cezası aldı. Örnekler çoğaltılabilir.

Bu tür kararlar ya da kitaplar hakkındaki sosyal medya “tepkileri”, kitapçıların ya da internet kitapçılarının söz konusu kitapları satmama kararı almalarına neden olabilir mi?

Elbette olabilir ama açıkça ifade etmedikleri sürece muzır kararı verilen kitabın neden raflarında olmadığını tam olarak bilemeyiz. Mesela bu soruyu yanıtlarken bazı kitap satış sitelerinde Asi Kızlara Uykudan Önce Hikâyeler kitabını arattım ama bulamadım.

Siz deneyimli bir yayın emekçisi olarak ne düşünüyorsunuz merak ediyorum: Çocuklar için muzır (yani zararlı) bir kitap olabilir mi? Bir çocuk kitabı hangi hallerde çocuklara zarar verebilir? Aileler bu konuda nelere dikkat etmeli sizce?

Çocuk, genç ya da yetişkin fark etmeksizin bir kitabın bir insan için zararlı olabileceğini düşünmüyorum. Dünya görüşümüze uymayan kitaplar olabilir, niteliksiz kitaplar olabilir ama zararlı kitap olamaz. Niteliksiz kitabı da okumazsınız olur biter. Okuma serüveni dediğimiz şey edebiyatla kurulan kişisel ilişkidir. Çocukların neye ihtiyaç duyduğuna, edebiyatla nasıl bir ilişki kuracağına kim karar verebilir ki? Bazı kitaplar okuru gülümsetirken bazısı hüzünlendirebilir, bazısı heyecanlandırırken bazısı da ayağının altındaki zemini çekebilir; kötü kitap da dahil olmak üzere her deneyim, okuma serüvenin bir parçasıdır. Türkiye’de çocuk yayıncılığı alanında üretim yapan deneyimli yayınevleri ve çok kıymetli çocuk edebiyatı yazarları var. Ebeveynler bu yayınevleri ve yazarlarının kitaplarını alabilir. Kendi dünya görüşüne uymayan kitabı bakanlığa şikayet etmek yerine çocukla birlikte kitap üzerine konuşabilir. Kaldı ki çocuklar gün gelecek ebeveynlerinin dünya görüşüne uymayan kitaplar okuyacak, fikirler benimseyecek. Hangi okur sadece ailesinin ve devletin uygun bulduğu kitapları okumak ister ki?

Ayrıca, yukarıda da bahsettiğim “çocukları koruma” meselesine de değinmek istiyorum biraz. Çocuğu neyden koruyoruz? Kitaptan mı? Gündem Çocuk Derneği’nden Ezgi Koman, bir yazısında, “Çocuğu hak ve özgürlük sahibi görmeyen, anne-babaya ya da devlete ait ‘eşya’ gibi gören toplumlar ile bu toplumların medyası çocukların görüşlerine değer, onların gerçek sorunlarına yer vermez,” diyordu. Ülkemizde yaşayan çocukların yaşama, barınma, eğitim, beslenme, istismar gibi gerçek sorunları ne sosyal medyada ne de medyada gündem oluşturuyor. Çocukları birey olarak görmeyen ama onlara içi boş kutsallık atfeden bir toplumuz. Birey olarak görürsek çocuk haklarından bahsedebiliriz; kutsallık atfedip ikiyüzlü bir ahlakla koruyup kollanacak varlıklar olarak bakmak hem iktidarın hem de toplumun işine geliyor.

Yayıncı olarak bu tür kararlardan sonra bir çekince oluşuyor mu sizde? Yayımlamaya niyetlendiğiniz bazı kitaplardan vazgeçmenize neden oluyor mu bu tür baskı ve sansürler?

Elbette. Kitaba emeği geçen herkes sansür uygulamalarından doğrudan etkileniyor. Yazar yazmaktan, çevirmen çevirmekten, yayıncı da yayınlamaktan vazgeçebilir. Benim başıma da gelir mi diye kaygılı bekleyişten tutun da şimdi buna böyle demeyelim de sorun olmasına kadar uzanan geniş bir etki alanından bahsediyorum. Sansürle kuşatıldığınız bir ortamda da otosansürün devreye girmemesi imkânsız. Yayınlamaktan vazgeçilen kitapların salt cinsellik, eşcinsellik ya da toplumsal cinsiyet eşitliğiyle ilgili olduğunu da düşünmeyin sakın. İçinde domuz karakteri olan bir çocuk kitabı bile sorun teşkil edebiliyor. Biz çocukken Üç Küçük Domuzcuk masalını okuyup izlemiştik ama bugün “Kitapta domuz var,” diye şikayet edilebiliriz.

Biz okurlar, yazarlar, yayın emekçileri, öğretmenler, çocuklar, aileler olarak bu tür kararlar karşısında nasıl hareket etmeliyiz? Neler yapılabilir sizce?

Amasız, fakatsız sansürün, denetimin karşısında durmamız gerekiyor. Muzır Neşriyat Kurulu bu ülkede yeni faaliyete geçmedi. Çok uzun yıllardır kitaplar sansüre uğruyor. Şu an olan şeyse sıradan vatandaşın da bu sansür uygulamalarına dahil edilmiş olması. Belki de en tehlikelisi bu. Toplumu dönüştüren şeyleri iktidarın uygulamalarından daha tehlikeli buluyorum. 1985 yılında Can Yayınları’nın Oğlak Dönencesi romanını yayımlamasının ardından kitap hem yasaklanıyor hem de çevirmen ve yayıncı Erdal Öz’e ceza veriliyor. Ama yayıncıların bir araya gelip dayanışma göstermesi bu yasağı ortadan kaldırıyor. Metin Celâl bu dayanışmayı Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde çok güzel anlatmıştı.

Yayıncıların sansür ve baskılara karşı bir arada durması elbette çok önemli ama yetersiz. Okurun okuma hakkına sahip çıkması gerekiyor. Bir toplumda fikir özgürlüğünü sağlamadan bu sorunu çözmemiz mümkün değil.