Saša Stanišić’in “Köken” adlı romanı İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Gülçin Wilhelm ile konuştuk.

“Köken”i çevirmeye nasıl karar verdiniz?
Yazarın kendisi haklı nedenlerle “göçmen edebiyatı” kavramına karşı çıksa da, bir göçmen, bir edebiyatsever, ayrıca göçmenlerin yerleşik toplumdaki konumlarının gidişatını, değişmesini ilgiyle takip eden birisi olarak “yabancı” bir isme 2019 yılında Almanya’nın en iyi kitabı ödülünün verilmesi tabii ki dikkatimi çekti. Bunun yanında Stanisic’in ödül töreninde aynı günlerde kendisine Nobel ödülü verilen Peter Handke’yle ilgili yaptığı eleştirel, ateşli konuşma da kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı. Yugoslavya’daki savaş üzerine yürütülen kıyasıya tartışmalar o dönemlerde çalıştığım “Freitag” gazetesinde ayrışmalara yol açmış, o zamana dek pasifist bir parti olarak bilinen Yeşiller’in iktidardayken savaşa müdahil ve bombalamadan yana olması Almanya solunda -hâlâ devam eden- travmatik bir durum yaratmıştı. Sonra kitabı okudum. Son derece akıcı, duygu yüklü olması, Almanya’daki ilk yılların (hepimizce bilinen) zorluklarını benzeri örneklerden daha değişik dile getirmesi, köken denen olguyu tesadüfilikle ilişkilendirmesi kitaba hayran kalmama neden olan unsurlar. Aynı dönemde Tanıl Bora’nın da kitabı okuyup beğenmesi üzerine yayınevinden görevi aldım.
Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?
Uzun yıllar bir gazetede çalıştım. Yedi yıldır sadece çevirmenlik yapıyorum. “Köken” dahil, çevirdiğim bütün kitaplar (Stefan Zweig’dan “Dünün Dünyası”, Volker Kutscher’in, “Babylon Berlin” adlı TV dizisine kaynak oluşturan roman dizisine ait “Sessiz Ölüm” ve “Vaterland Dosyası”) İletişim Yayınları’ından çıktı.
Birçok kişinin aksine gece çalışabilen birisi değilim; en verimli saatlerim 9-17 gibi memur saatleri. Çevirmenliğin bence en çok haz veren yanı, her çevirmenin kitaba kendi üslubunu yansıtması, bunun bilinciyle adeta özgün bir şey yaratıyor olma duygusu.

“Köken”in çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Çeviri yaklaşık sekiz ay sürdü. Hem çok zevk aldığımı, aynı zamanda da zorlandığımı söyleyeyim. Çok rahat okunan bir kitap olduğu izlenimine kapılmışken, çeviri sırasında işin hiç de öyle olmadığını anlayıp, kendi kendime “e tabii, boşu boşuna büyük ödül verilmemiş” dediğimi anımsıyorum. Bu çeviride, her çevirmene, (aynı zamanda her yazara da) nasip olmasını dileyeceğim bir şansa sahip oldum. Almanya’nın Straelen kentinde bulunan Çevirmenler Kolokyumu, yazarı üç gün süren bir zoom atelyesinde kitabı dünyanın çeşitli dillerine aktaran on çevirmenle buluşturdu. Hepimiz kafamıza takılan, içimize sinmeyen kavramları, cümleleri sorduk, “benim dilimde bu sözcük çok zor” dediğimiz yerlerde yazarın önerileriyle başka çözümler geliştirdik. Üç günlük bu “birliktelik” yazarı, dünyasını, dolayısıyla eseri de daha iyi kavramamızı, tanımamızı sağladı.
Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Saša Stanišić? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?
Yazarla “Köken”i okumaya başlayınca tanıştım, daha önce çıkan iki romanını henüz okumamıştım. “İlk görüşte aşk” gibi bir şey oldu.
Saša Stanišić orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?
Almanca’yı on iki yaşında öğrenmeye başlayan birisinin o dildeki en saygın kitap ödülüne layık görülmesi başlı başına hayranlık uyandıran bir fenomen. En belirgin özelliği, kendi yazma stili olarak tanımladığı “laftan lafa atlamayı” fevkalade ustaca uygulayıp, hatta kitabın son bölümünde okuyucuya çeşitli final olanakları sunması. Espri yeteneği çok güçlü. Köken konusundaki tutum ve düşünceleri ufuk açıcı.
Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?
Demans hastası babaanesinin kaybettiği anıları kahramanın kendisinin toparlama çabalarının betimlendiği bölümler son derece etkileyici. En fazla burnumun direğinin sızladığı yer ise, kahramanın savaştan kaçıp Almanya’ya sığınan, dili doğru dürüst öğrenemeyen annesiyle babasını bir nebze olsun mutlu edebilmek, onlara konukseverliklerini, yeteneklerini sergileyebilecekleri bir olanak sunmak, normal olmayan koşullarda “normallik” yaşatabilmek için Alman arkadaşının annesiyle babasını davet etmesi, onların ise bunu duymazdan gelmesi.