Edip Bey,
Ne zamandır arıyordum. Ben düzyazı şiir türünü çok severim. Siyah İnciler’i okudum, Melih Cevdet Bey’in yazdıkları hep yakınımdadır ve bir ara Yakup Kadri Bey’e kadar uzandım. Mensur şiirin Türkçeye çok yakıştığını düşünürüm ama edebiyatımızda bu alanda görece az eser olmasına da hep hayıflanmışımdır. Sonunda sizi buldum! Yani, İki Satır İki Satırdır’ı. Edip Bey, siz mektup yazmamışsınız. Tamam, bu metinleri mektup olarak yazmışsınız, bir zarfa koyup göndermişsiniz de. Ama içerik, bu cümleler, düpedüz düzyazı şiir formunda bence. Kendine has bir söyleyiş var burada, adeta kendisiyle söyleşen paragraflar. Bu yüzden Alev Hanım’ın bazı cümleleri gereğince anlayamadığından yakınmasına şaşmamalı. Ama böyle bu. Cümlelerin özelliği. Yakalanan, yakalandığı sanılan ama elinizden kaçıveren kıvrak anlam. İyi ki öyle! Doğrusu, ben de gereğince anlamıyorum pek çok yeri. Ne ki, Alev Hanım gibi şikayetçi değilim bu durumdan; aksine çok memnunum.
Bir yerde dikkatimi çekti, Alev Hanım’a yazarken bir yandan şiir düşünceleri oluşuyor kafanızda. Sonra da diyorsunuz ki, “Mektup sana, şiirler dergiye.” Alev Hanım’a yazdıklarınız, ona yazıyor olma haliniz şiir için bir bahane, bir vasıta olmuş sanki. Yani nerdeyse bu mektupları edebiyat yolunda ürün vermek için kullanmışsınız, diyeceğim. Ama yok, bu kadar içten ve dolu yazamaz insan birine, eğer onu içtenlikle özlemiyorsa. Üstelik aykırı bir durum da yok ortada, öyle olsa bile. Pek çok edebiyatçının tutacağı bir yol gibi geliyor bana bu. Doğrusu Alev Hanım’ın da durumdan rahatsızlık duyacağını (duyduğunu yani) sanmıyorum. Kendisine hitap edilirken akla düşen dizeler bir kadını sadece mutlu eder.

Düzyazı şiir türünü seviyorum, dedim ya bir yandan, saygı da duyuyorum, demek istiyorum aslında. Neden saygı sözünü devreye sokuyorum? Farklı türden bir yaratıcılık olduğu için mi? Şiirle düzyazıyı bir güzel birleştirdiği için mi? Aynı anda hem oyuncu ve dalgacı hem de ciddi ve yoğun olabildiği için mi? Sözü oradan buraya rahatça, gailesiz taşıyabildiği için mi? Sevmek tamam, ama neden bir de saygı? Bilmiyorum. Bunu şu an açıklayamıyorum. Belki bir gün büyürüm.
Mektup dediğimiz yazı türünün ilk işlevi haber vermek, anlatmak. Bir mektup o günün, o günlerin önemli olaylarını aktaran bir iletidir, her şeyden önce. Ama sizinkiler öyle değil, çoğu yani; somut, gündelik dertler o kadar yer almıyor yazdıklarınızda. İşin bu kısmıyla o kadar ilgili değilsiniz gibi. Sadece yazmak istiyorsunuz. Yazıyor olmak. Mesela, Alev Hanım bir iş teklifi almış, ne düşündüğünüzü soruyor, anlıyoruz ki bu konudaki fikrinizi öğrenmek istiyor. Siz de genel geçer birkaç şey söylüyorsunuz, sonra birden durup, “Yoksa sana denizi mi anlatsam?” diye soruveriyorsunuz! Siz, Edip Bey, anlatmak istediğinizi yazıyorsunuz ya da yazmak istediğinizi anlatıyorsunuz, oyun oynayarak. Geçenlerde bir söyleşide Cem Akaş “kurmaca” teriminde nerdeyse çocuksu bir yan olduğunu söylüyordu. Ben kurgu demem pek, kurmaca sözünü yeğlerim daha çok, Akaş’ın sözlerinden sonra daha bir sevdim bu nitelemeyi. Çünkü, evet, çocuksu bir yanı var bu işin, oyunbaz yanı. İki Satır da sizin oyun alanınız işte. Sözü nasıl da denize getiriveriyorsunuz! Hele 27. Mektuptaki o denizle konuşma yok mu! Deniz artık büyük harfle başlar, bir kişilik kazanır ve size bir arkadaş olur: Deniziciğim, Denizcik. İşte bu çok güzel bir oyundur! Aşk olsun size Edip Bey, aşk olsun.
ve sonra şu 79. mektup, mesela,
hani tiksintilerden ve anlamdan söz açan
çok daha güzel bana kalırsa
Maldoror’un en güzel şarkısından.
Edip Bey, mektuplardaki hitaplarınıza ayrıca bayıldığımı belirtmeden geçemeyeceğim, Tamam mı, Alev Reis? diyorsunuz ya da Yaz bana Alevci, olur mu, gibi şeyler. Reis sözcüğünün on yıllar sonra edineceği olumsuz çağrışım halesini siz elbette o günden tahmin edemezdiniz, ama bu bile itici hale getirmiyor kelimeyi, nasıl yazmışsanız artık, mektuplarınızda uygun yere düşürmeyi nasıl da bilmişsiniz. Tebrik ederim sizi.
Sizin bitirişlerinizden biriyle bitireyim ben de bu kısa mektubu:
İyi günler ve iyi her şeyler.
Mesut Barış Övün