Varlık Dergisi’nin 15 Mart 1957 tarihli 450. sayısının son sayfasında yer alan “OKUYUCULARIMIZLA BAŞBAŞA” başlıklı bölümde okuyuculardan gelen sorular, yorumlar, eleştiriler ve derginin bunlara cevapları var.
Mehmet Vehbi GÜRSES sormuş: “Şahsi kütüphaneniz yok olursa ilk satın alacağınız on kitap hangileri olacak? diye bir anket açacağınızı söylemiştiniz, bir hayli önce. Mayk Hammerlerle yalnız çıplak kadın vücudu teşhir ederek genç dimağları zehirleyen roman ve dergilerin piyasayı doldurduğu şu günlerde böyle bir soruşturmayı faydalı bulmuyor musunuz?”
Cevapta imza yok ama muhtemelen Yaşar Nabi Nayır da şöyle cevap vermiş: “O anket sorusunu yazar arkadaşlarımızdan bir kısmına dağıtmıştık. Tek birinden bile cevap alamadık. O zaman bu soruya cevap vermenin güçlüğünü düşünerek vazgeçmek zorunda kaldık.”
Sorunun güçlüğü ortada ama 64 yıl sonra Parşömen olarak biz tekrar sormak istiyoruz: “Şahsi kütüphaneniz yok olsa ilk satın alacağınız on kitap hangileri olurdu?”

1. Ingeborg Bachmann – Malina: Bu kitabı ilk okuduğumda “Böyle bir kitaptan sonra daha iyisi nasıl yazılabilir ki?” demiştim. Zihnine, yeteneğine, dile olan saygısına, okura bıraktığı küçük oyunlarına hayran olduğum bir yazar Bachmann.
2. Dostoyevski – Beyaz Geceler: Dostoyevski’nin kurguyla ve derin karakter analizleriyle dolu kalın kitapların dışında böyle soft, romantik ve aşkın mantık dışı halini yansıttığı kitaplarının da olması beni hep etkilemiştir.
3. Emily Bronte – Uğultulu Tepeler: Soğuk, şehre uzak, komşunla aranda en az 2 km uzaklık olan 1800’ler İngiltere’sinde takıntılı, zayıflatan ve acısı nesillere aktarılmış ürkütücü bir aşk nasıl olur da tekrar tekrar okumayı hak etmez?
4. Jean Louis Fournier – Dul: Jean Louis Fournier’ım tüm kitaplarını okumama ve hepsini çok sevmeme rağmen Dul kitabının yeri bende her zaman çok ayrı. “Basit ve doğru olan güzeldir” in altını fazlasıyla dolduran bir yazar. Daha fazla sözcüğe değil, anlatma biçimine ihtiyacımız var.
5. Erlend Loe – Doppler: İnsan olmanın nasıl çözülemez bir var oluş olduğunu çok güzel anlatan bir yazar. Nitekim kendi çocuğunuz umrunuzda olmazken annesini öldürdüğünüz ve yediğiniz bir yavru geyik ile çok yakın olabilirsiniz. İnsan tam olarak böyledir.
6. Orhan Pamuk – Masumiyet Müzesi: İlk cümlesiyle üzerine günlerce düşünmüşlüğüm var. İki kişilik başlayan ama sonrasında saplantılı ve biraz da rahatsız edici bir şekilde devam eden aşkın her biçime girebileceğini gösteren muhteşem bir kitap.
7. Jean Louis Fournier – Otopsim: Kitabı bitirdiğimde hem imrenme hem de hayranlıkla kurduğum tek cümle şuydu: “Bunu yazmak nasıl benim aklıma gelmedi?”
8. Samanta Sweblin – Kurtarma Mesafesi: İlacı zehirden ayıran en önemli fark dozdur. Sevginin yoğun şiddetinin insanı nasıl bir psikolojiye soktuğunu ve kontrolsüz hatalar zinciri oluşturabildiğini insana yumuşak karnından gösteriyor. Anlatılanların hepsi gerçek olabileceği gibi hepsi bir türlü uyanılamayan bir kâbus da olabilir. Ne fark eder? Kurtarma Mesafesi okura tarifsiz bir haz sunuyor ve yeri çok ayrı.
9. Eddy’nim Sonu – Edouard Louis: Coğrafyaların farklılığında dahi insanın temelindeki zorbalığın bir yere ait olmadığını bize başarıyla gösteriyor. Çok gerçek, çok tanıdık. Bu bile yeterli.
10. Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı – Bilge Karasu: İyi ki anadilinden okuyabiliyoruz Bilge Karasu’yu. Her dilin biricikliğini bize ne de güzel anlatıyor.