Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Süreç oldukça uzundu, sonra çok kısaydı.
Öykü yarışmalarına katıldım ve oralarda başarılar elde ettikçe belki de edebiyat dünyasında birkaç kişinin dikkatini çekmeye başladım. Varlık Dergisi’nin Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde bir dosyam dikkate değer görüldü. Bunu takiben bir öyküm Varlık’ın Temmuz sayısında yayımlandı. Şu anki yayınevim, Vacilando Kitap, bunun ardından benimle iletişime geçti. Sonrasında her şey çok hızlı gelişti. Öykü dosyam zaten az çok hazırdı, o yüzden düzenleme dönemi oldukça kısa sürdü. Öykü sayısı gözüme az gelince iki öykü daha yazıp dosyaya ekledim. Sonra bir gün uyandım, gelen kutumda öykü kitabımın kapak seçenekleri var. Sonra gözümü kapatıp açtım. Bir de baktım ki öykülerim kitap olmuş, kitabevlerinin raflarında.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Sanırım birçok genç yazar adayının yaptığı gibi, büyük bir hevesle uzun bir roman yazmaya giriştim ama şimdi dönüp bakınca ilk romanımın çok yetersiz olduğunu görüyorum. Sanırım yayımlatmaya da uğraşmayacağım. Bu çalışmayı birçok öykü ve roman takip etti. En son okuduğum yazarı taklit etme döngüsünden yavaş yavaş çıkmaya başladım. Şüphesiz bu taklit işini hâlâ yapıyorum, fakat öykü üzerine uğraşmak kendi sesimi bulmama yardım ediyor.
Ne var ki yazma uğraşımı öyküde yoğunlaştırdığımı söyleyemem. Daima bir roman üzerinde çalışır haldeyim. İster yayımlanacak olsun ister kimse okumaya yanaşmasın, sürekli bir roman üzerine çalışıyor olmalıyım. Öykülerimden bir tık daha büyük, daha karışık bir dünyada kaybolmalıyım. Ama insan bazen bir yolun sonunu bulmak istiyor. Bir roman üzerinde yıllarca çalışıp, sonunu tahmin bile edemiyorum bazen. Öyle zamanlarda, hele karakterlerim, kurgum bir yerlerde tıkanmışsa, bir damacana dolusu kahveyi kafama dikerken ara verip bir bardak soğuk su içer gibi öykü yazıyorum. Sonunu görebildiğim, “bitti”diyebildiğim bir anlatı içine girmek iyi geliyor. Aynı zamanda hikâyesini paylaşmak istediğim birçok insan var. Nedendir, bilmiyorum, ama bu insanları öykülerde anlatma arzusuyla doluyorum.
Bir akşam vakti sokakta yürürken illaki bir evin penceresinden içeriye bakmışsınızdır. Öykülerimde o anda ne gördüysem onu anlatmaya çalışıyorum. Bu bazen bir insan oluyor, bazen ise bir şeyin yokluğu, bir kırgınlık, bir umut. Böyle anları öykülerde daha iyi anlatabildiğime inanıyorum. Uzun soluklu çalışmalardan çok keyif alsam da umarım aynı hevesle ve heyecanla öykü yazmaya devam edeceğim.
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Aslında yayınevim beni buldu. Dikkate değer görülen dosyamdan bir öykü Varlık Dergisi’nde yayımlandıktan sonra Vacilando Kitap benimle iletişime geçti. Yeni bir yayıneviydi. Daha önce isimlerini duymadığım için önce ciddi bir yayınevi olduklarından emin olmak istedim. O güne kadar yayımladıkları kitapları, söyleşilerini inceledim. Gördüklerim çok hoşuma gitti. Genç yazarların önünü açmayı kendilerine görev edinmişlerdi. Sanki yıllardır aradığım yayınevi, benden habersiz beni bulmuştu. Yayımlanma sürecinde de desteklerini esirgemediler. Bu ilk kitabım olduğu için açıkçası her şeyden habersizdim. Sözleşmede nelere dikkat edilir, tasarımcılar ile nasıl çalışılır, editörün yorumları nasıl ele alınır, bilmiyordum. Bütün sorularımı sabırla ve incelikle cevaplandırdılar.
Ama şunu eklemeliyim; Vacilando Kitap benimle iletişime geçene kadar birçok yayınevinin telefonunu uzun süre meşgul ettim, sayısız eposta gönderdim. Birçoğundan olumlu veya olumsuz bir geri dönüş alamadım. Yoğun olduklarını biliyorum. Bunun kişisel bir durum olmadığının, aşağı yukarı her yazar adayının benzer sorunlarla karşılaştığının farkındayım ama yine de çok yıpratıcı bir süreç olabiliyor bu. Sonuçta sabah altıda kalkıp işe gitmeden önce yazıyorsunuz, öğle yemeği aranızda yazıyorsunuz, yatmadan önce bir iki saat yazıyorsunuz ve bir beklentiye giriyorsunuz. Bu yüzden bir yayınevinin size vakit ayırması ve sizin hislerinizi, dileklerinizi ve korkularınızı dikkate alması harika bir tecrübe.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Elbette. Vacilando’dan Ayşegül Karademir ve Mustafa Okumuş ile çalıştım. Son derece keyifli bir süreçti. Kitap baskıya gittiğinde aklımda hiç soru kalmamıştı.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Yazdıklarımı birilerinin okuyacağını biliyorum, en büyük değişim bu.
Kontrol edemediğim bir dünyada, kendimi tamamen güvende hissettiğim, olan biten her şeyi yönetebildiğim tek yer öykülerim ve romanlarım. Oraya sığınıyorum. O sebeple kitabı basılmamış bir edebiyat tutkunu olmak ile kitaplı bir yazar olmak arasında dışarıdan bakınca büyük bir fark olsa da benim kendi içimdeki yazarlık serüveninde ikisi de aynı şey. Ben hâlâ öncelikle bir yere sığınmak için yazıyorum. Çok satanlar listesinden inmeyen, her kitabı yüz binlerde basılan bir yazar olsam şüphesiz günlük hayatımda daha büyük bir değişim görürdüm. Bu da tamamen yazarlıktan kazandığınız parayla ve ikinci bir iş yapmadan, yalnızca yazarak geçinip geçinemeyeceğiniz ile ilgili. Ama ben henüz orada değilim, yani kitabımın basılmış olmasının günlük hayatıma maddi olarak önemli bir etkisi yok.
Öte yandan birilerinin öykülerimi okuyor olmasından inanılmaz keyif alıyorum, okurlarımın yorumlarını büyük bir heyecanla bekliyorum. Ben yine aynı amaçlarla hem kendim hem de hikâyelerinin paylaşılması gerektiğine inandığım insanlar için yazıyorum. Şimdi bu aileye bir de ilk kitabımı okumuş ve ikinci kitabımı bekleyen okurlarım dahil oldu. Kısacası kitabımın yayımlanması sonucu hayatımda gözle görülür bir değişim olmasa da yenice kazandığım okurlarım sayesinde her gün daha büyük bir hevesle yazıyorum.
Telif aldınız mı?
Evet.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Açıkçası dergilerde yazar olarak çok vakit geçirmedim. Elbette öykü gönderdiğim (ve öykülerimin çoğunlukla kabul edilmediği) dergiler oldu fakat edebiyat dergileri ile olan ilişkim bir yazardan çok, okur ilişkisiydi. Misafirlerin karşısına çıkana kadar elbette mutfakta uzun zaman tek başıma çalıştım ama benim mutfağım dergiler değil, güvendiğim birkaç arkadaşımdan ibaretti. Notos, Varlık, Kitap-lık gibi saygın dergilerde yayımlanma onurunun, bir öykü kitabı çıkarmanın getirdiği mutluluktan geri kalır yanı yok. O sebeple on öykü kitabı da çıkarsam, bu dergilerde yer almak her zaman benim için bir hedef ve erişildiğinde bir onur olarak kalacaktır.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Kişi yazmaya başladığında, çevresindeki insanların onun yazılarını okumayı merakla beklediği gibi bir yanılgıya düşüyor. Halbuki kendi halinde bir şeyler karalayan, kitabı basılmamış bir yazarın kelimeleri çok az kişinin okuma planlarında yer ediyor. Haksız değiller; daha okunacak o kadar çok vasıflı, kendini kanıtlamış yazar var ki, size sıra gelmiyor.
Kitabım basılınca bu biraz değişti sanırım. İnsanlar şimdi merak ediyor, yazdığım yeni bir şey var mı diye soruyorlar. Buna şaşırmıyorum, üzülmüyorum, belki biraz seviniyorum. Bu işin kendi içinde, kimseye zararı olmayan bir komikliği var, onu düşünmek zaman zaman beni güldürüyor. Ben yıllardır yazıyorum. Kitabıma ismini veren ve kapağın tasarımının arkasındaki öykümü bundan yedi yıl önce yazdım. Aslında bir yazar olarak benim çıkardığım işin kalitesi bir anda üçten beşe yükselmedi. Ama dün para verip okutamayacağım öykülerim bugün bir kitabevinde parayla satılıyor ve çevremdeki birçok insan bu kitapları satın alıyor. Onlara elbette minnettarım. Dediğim gibi, kesinlikle birilerine gücendiğim için yahut önceleri öykülerimi merak etmeyen dostlarımı suçlamak için bunları söylemiyorum. Sonuçta herkesin bir öyküsü var. Hepsini nasıl dinleyelim?
Bence asıl özgürlük, az önce de belirttiğim gibi, ciddi sayıda kitap satışı yapıldığında, tam zamanlı bir yazar olarak ürün vermeye başladığımda kazanılacak. Hayatın zoraki telaşından dolayı yazılmamış birçok kitap var. Umarım o kitaplar, kendilerinden önce yazılanlar başarılı oldukça, doğmaya fırsat bulacak.
Peki, bundan sonra?
Bundan sonra büyük ihtimalle bir roman geliyor. Biz şu an bunu konuşurken editörüm o dosyayı okuyor. Belki uygun bulacak, bir süre sonra sizinle o kitabı konuşuyor olacağız. Roman(lar)ımı yazacağım ama şüphesiz bir taraftan öyküler de kısa kitaplarda toplanacak. Daha bu dünyada birinci ayımı doldurmadım. Samimiyetle umuyorum ki daha uzun yıllar, “Peki, bundan sonra?” sorusunu sormaya ve cevaplar bulmaya devam edeceğiz.