Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?
Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?
Güncellerle diyebilirim. Daha küçükken kuytu köşede yürüyüp etrafı izlemeyi severdim. Konuşmayı da pek sevmezdim. Nedense dikkate alınmadığımı düşünüyordum. Sonradan fark ettim ki diğer insanlarda da durum böyleydi. Fakat ben fazla etkilendim. Dinlenmemektense konuşmamayı tercih ettim. Günceme duygularımı tam bir disiplinle geçiriyordum. Bunun yanında da yazdıklarım açığa çıkma ihtimalinin fikriyle metaforların arkasına duygularımı gizliyordum. Yalnızca benim anlayacağım kurguları oluşturarak yazıyordum. Aslında ben ve okuma ihtimali olan insanlar arasında yazar–okur iletişimini ilk o zaman uyarlamıştım. Bu yazma hevesi, ufak bir aralık da olsa kapısını dışardaki insanlara aralayacaktı. Çok geçmeden ilk gençlikte yakaladı. Bu şiirle oldu. Dergilerde yayımlamaya başladım. Güzel tepkiler de aldım. Fakat zamanla yazma dilimin tahkiyeye daha uygun olduğunu gördüm. Bitirdiğim, yarım bıraktığım roman denemelerim oldu. Acımasızca davranarak yırttım, sildim, bazense yaktım. Bu benim için çok önemliydi. Metnimin niteliğini kendim belirledim. Bir insanın en iyi eleştirmeni kendisi olmalı düsturunu benimsedim.
Şimdi tekrar düşünüyorum da yazmak, benim için yaşamın en kritik kurtarışıydı. Yazdıkça kendimle aramdaki emniyet mesafesini aştım. Yazmasam da yaşayacaktım, yazınca yaşadığımı hissettim.
Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?
Az önce söylediğim gibi bir serüvendi. Ona ek olarak da öykü, büyük ölçekli halı sahada arkadaşlarla maç yapmak gibi. Bazen açık alanlarda koşuyor, bazense dar alanda kısa paslaşmalar yapabiliyorsun. Bazen röveşataya kalkıyorsun; zamanını ayarlayamayıp düştüğün de oluyor, kimi zamansa doksana takıyorsun. Yaralanmak gibi. Toparlamak gibi. Yaşamak gibi. Bu alanları öyküde buldum.
Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?
Öykülerim dergilerde yayımlandığı için, ilgililer için az çok öykü niteliğim ortaya çıkıyordu. Dosyayı hazırlamıştım. Güvendiğim bir yayınevi arıyordum; birine gönderdim. Programlarındaki yoğunluk ve mevcut şartlardan dolayı neşredemeyeceklerini bildirdi. O sıralar da dosyanızı okumak ve incelemek istiyoruz diye Pruva’dan teklif geldi. Ben de yayınevinin güzel işler yaptığını biliyordum. Bu işlerin devam edeceğine de inandım. Gönderdim, kabul ettiler.
Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?
Düşüncelerine kıymet verdiğim dostum Burak Çelik, kitap hazırlama sürecinde katkı sağladı. Bu alanda güvendiğim üç arkadaşa daha gönderdim. Yorumlarını aldım. Bu konuda şanslıydım. Son olarak da yayıneviyle dosyaya çalıştık. Çalışma süreci epey yordu. Kurguyu etkilemeyen ufak değişiklikler yapsam da ana şema etkilenmiş mi diyerek sürekli baştan okudum. Artık süreci daha iyi biliyorum.
İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?
Uzun süredir üzerinde çalıştığım öyküler bir yük gibi gelmeye başlamıştı. Kitaplaşmalıydı, yeni bir okyanusa yelken açmalıydım. Kitap çıktıktan sonra dinlenmek için nihayet bu yükü kenara bıraktım. Açıkçası rahatladım. Yalnız biliyorum ki bir süre sonra tekrar sırtlanıp yazma yoluna koyulacağım. Dinlenme hissinin cazibesi, bitmeyecek yazı serüvenimi oluşturuyor.
Kitap yayımlananı iki hafta oldu. Okuyucuların yorumlarını merak ediyorum. Tepkime ve reaksiyonlara kıymet veriyorum.
Genelde başarabildiğim kadarıyla bir şeyler ummamaya çalışıyorum. Akışı seyrine bıraktığımda daha neşeli hissediyorum.
Telif aldınız mı?
Aldım.
Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?
Burada boy göstermek daha temkinli ve sağlam adım atmanızı sağlıyor. Yavaştan bir okuyucu kitlen oluşuyor. Derginin editörleriyle öykülerin üzerinde bir çalışma sağlamış oluyorsun. Okuyuculardaki etkileşimleri ve yorumları görerek motivasyon da oluşturabiliyorsun. Halihazırda üç yıldır bir derginin editörlüğünü yapıyorum. Beş yıldır da dergilerle irtibat halindeyim.
Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?
Dergilerdeki yazılarımı ve yaptığım editörlük uğraşlarını biliyorlardı. Çantamda da hep bir kitap ve yazmak için taşıdığım not defterlerinden haberdardılar. İlgiyle karşıladılar. Okumak istediklerini söylediler. Okudukları karakterlerde bebeği doğmuş ebeveynler gibi beni ve kendilerini aradılar. Tebessümle karşıladım. Bazense kurmacanın temelini açıkladım. Yine de bu benzetmelerin bitmeyeceğini biliyorum. Tebessümle karşılamalarım devam edecek. Kısa yollu kaçış.
Peki, bundan sonra?
İkinci kitap çalışmama birkaç yıl önce başlamıştım. Öyküleri kritik bağlarla kenetliyorum, bir tip novella formunda olacağını söyleyebilirim. Bir ara tamamen yoğunlaşmak, kısa farlarımı yakmak, aklımdan geçenleri hizaya çekmem gerekiyor.
Ve yaşam devam ediyor.