Lolita’nın Fatih Özgüven çevirisiyle ilk yayımlandığı 1982 tarihli Can Yayınları baskısını sanıyorum ki piyasaya çıkar çıkmaz almıştım. Ama nasıl olduysa o yıllarda okuma önceliğini başka kitaplar aldı ve Lolita’yı okumayı hep erteledim. Bu arada kitabı okumak için benden ödünç alanların biraz hoyratça okuması veya belki de Can Yayınları kitaplarının biraz narin yapılı olması nedeniyle kitap kısa sürede tahrip oldu, cildinden dağıldı ve bazı parçalar kayboldu. Lolita’yı okumaya karar verdiğim 2000’li yıllarda kitap ya tamamen kaybolmuştu ya da artık paramparça ve okunamaz haldeydi.

Bu nedenle okumak için Lolita’yı yeniden satın almak zorunda kaldım. Ama kitap artık İletişim Yayınları tarafından basılmaya başlamıştı.

Kitabı okumaya başladım. Baştan iyi gidiyordu. Ama bir süre sonra anlaşılmaz (hatta anlamsız) kelimeler, imla hataları (örneğin cümle bitiyor ve nokta yok), düşük cümle bile diyemeyeceğim tepetaklak olmuş anlatımlar vs. gitgide artmaya başladı. Dişimi sıktım, çünkü hazırlıklıydım. Nabokov’un kolay okunan bir yazar olmadığını, bazen insanın kafasını zorladığını biliyordum. Ama gitgide iş öyle bir hal aldı, Nabokov’dan bile beklenmeyecek anlaşılmaz, anlamsız ifadeler öylesine çoğaldı ki bunaldım ve kitabı elimden fırlatıp attım.

Bir taraftan da düşünüyor ve bir açıklama bulmaya çalışıyordum: Peki, bunca insan (artık Türkiye’de gitgide artan baskı sayıları ile belki de onbinleri aşan sayıda okuyucu) nasıl oluyordu da bu kitabı rahatça okuyup sindirebiliyor ve hararetle birbirlerine tavsiye edebiliyordu.

Ama biraz dikkat edince şu anlaşılmaz ifadelerin nereden kaynaklandığını çözmeye başladım. Örneğin “…sahillerinde insanın aksini seyrettiği, kayalıkları gülpembesi, büyülü bir adamın sınırları” ifadesindeki altı çizili kelime elbette ki “adanın” olması gerekiyordu. (Vladimir Nabokov, Lolita, İletişim Yayınları, 15. Baskı, 2013, s. 20)

“İçinde suyla ağırlaşmış, tütün yaprağı rengi bir sigara izmariti dönüp duran yabancı ve mağrur sidik gölü, bana hareketin son perdesi gibi geldi” cümlesindeki altı çizili kelime ise elbette “hakaretin” olacaktı. (a.g.e., s. 35)

“…parmağıyla hâlâ sigarasının külünü silmekle meşguldü.” Tabii ki “silkmekle” olacak. (a.g.e., s. 43)

Onu bu konuda oldukça açık görüşlü olduğumu söyleyebilirdim,” “Ona.” (a.g.e., s. 87)

“Mrs, Humbert” Virgül yerine nokta olmalı. (a.g.e., s. 95)

 “…söyle sevgilim, dök içimi!” Tabii “içini” olacak. (a.g.e., s. 142)

“Öperken diliyle ağzını yoklayıp içinde kelebekler gibi uçuştuğunu görünce aklım yerinden çıkacak gibi oldu.” Herhalde “ağzımı” olacak… (a.g.e., s. 153)

Bu “m” ile “n”lerin sık sık yer değiştirmesini fark ettikçe en sonunda bende jeton düştü: Tabii yahu! Bu çok rastladığımız bir “scanner” (tarayıcı) hatası değil mi? Tarama esnasında “m”ler ve “n”ler sık sık birbirine karışır.

O zaman kafamda olay çözüldü: Lolita’nın Can Yayınları’nda basıldığı 1982 yılında kitap basım işlerinde dijitalizasyon bu kadar yaygın değildi ve muhtemelen Can Yayınları baskısının dijital bir kopyası yoktu. İletişim Yayınları kitabı basmaya karar verdiğinde ise bilgisayarlaşma artık epeyce yol almıştı ve kitabın dijital bir kopyasına ihtiyaç vardı. Bunun için de birinin (veya birilerinin) bilgisayar başına oturup tıpkı daktilo eder gibi kitabı yeniden yazmaları gerekiyordu. Ama kim o kadar zahmete girecek? Üstelik gerek de yok, dijitalizasyonun daha kolay bir yolu da bulunmuştu: Scanning (tarama). Yalnız burada bir zorluk çıkıyordu karşımıza: Ana dili İngilizce olan bu bilgisayar taifesi tarama esnasında bazı Türkçe karakterleri okuyamıyor, bir sürü hata çıkıyordu ortaya. Bu yüzden, tarama işleminden elde edilen metnin çok titiz bir şekilde gözden geçirilip bütün bu hataların tek tek düzeltilmesi gerekiyordu. Ama kim uğraşacak şimdi o iğneyle kuyu kazmak kadar zor işle, değil mi?

Sanırım böyle bir adamsendecilik sonucunda, benim tespit edebildiğim 128 hata ile basılmaya başlayan kitap 2013 yılına gelinceye kadar İletişim Yayınları’nda tam 15 baskı yapmıştı. Her baskıda iki bin kitap basılsa 30,000 eder.

Sonra dönüp kitabı Can Yayınları baskısıyla karşılaştırdım. Baktım ki o baskıda İletişim’de görülen hataların hiçbiri yok. O zaman bu yanlışlıkların Can Yayınları’ndan İletişim Yayınları’na geçerken meydana geldiği kesinleşti. Ve çok büyük ihtimalle yukarıda anlattığım şekilde bir scanning (tarama) kazası olduğu anlaşıldı.

Neyse, sonuçta durum bir şekilde İletişim Yayınları’na iletildi. Sağolsunlar, hiç ikiletmeden 16. Baskı’yı düzeltilmiş şekilde yayınladılar. Bana da teşekkür babında yeni baskıdan bir nüsha hediye ettiler.

Vladimir Nabokov

Bu yazıyı tamamlayıp tam yayınlayacağım sırada Lolita’nın etrafında bir kıyamet daha koptu: Çevirmen Fatih Özgüven, kitabın üç yerinde geçen “incest” kelimesini “kızılbaşlık” olarak çevirmişti. Gerçi bu hata kısa sürede arkadaşlarının uyarmasıyla fark edilmiş, ikinci baskıda (1988 İletişim Yayınları basımında) “baba-kız aşkı” olarak değiştirilmiş. Yine de Can Yayınları tarafından yapılan tek baskıda bu hata kalmış ve yıllar sonra fark edilince CHP eski Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün tarafından gündeme getirilmişti. Sosyal medyadan söz konusu çeviriye tepki gelirken, çevirmen Özgüven hakkında suç duyurusunda bulunulması istenmişti.

İlk olarak Can Yayınları sahibi Can Öz’den açıklama geldi. Öz, “Kitap 1982 baskısı, dolayısıyla neredeyse 40 senedir piyasada yok; editörü de Erdal Öz. Can Yayınları’nın ismini dahi alevi kültürüne düşkünlüğünden yola çıkarak vermiş Erdal Öz’ün bunu bilinçli yapmış olması mümkün değil” açıklamasında bulundu. Aygün de son tweet’inde “Arkadaşlar, Kızılbaşlara hakaret içeren Lolita adlı kitap, 40 yıl önce basılmış, piyasada yokmuş. Gözden kaçtığını söyledi Can Bey” diye yazdı.

Fatih Özgüven ise, arkadaşı avukat Erdal Doğan aracılığıyla yaptığı açıklamada, hata yaptığını ve utandığını belirterek özür diledi. “Geçmişimdeki bu hatamdan dolayı halen çok utanırım” dedi.

Bu arada, 1966 yılında Varlık Yayınları tarafından yayınlanan Bertrand Russel’ın Ender Gürol çevirisi “Neden Hristiyan Değilim” isimli kitabında da “incest”in “kızılbaşlık” olarak çevirildiği ortaya çıktı.

Hatta çevirmen olarak haklı bir şöhrete sahip olan Murat Belge’nin William Faulkner’dan çevirdiği ve 1965 yılında de Yayınevi tarafından yayınlanan “Döşeğimde Ölürken” isimli romanın 210. sayfasında “incest”in yine “kızılbaşlık” olarak çevirildiği anlaşıldı. Kitabın künyesinde yazıldığına göre düzelti de yayıncılıktaki titizliğiyle bilinen Memet Fuat tarafından yapılmış.

Değişik kitaplarda ve değişik tarihlerde yapılan bu aynı hatanın kaynağını araştırdığımızda ise karşımıza ilk baskısı 1943 yılında yapılan Vasıf Okçugil’in Kanaat Kitabevi’nden çıkan “İngilizce-Türkçe Büyük Lügat” başta gelmek üzere bir dizi sözlük çıkmakta ve bunların tümünde “incest” karşılığı olarak hep aynı “Kızılbaşlık, akraba ile zina” ifadesi bulunmakta.

Her birini ülkemizin değerli aydınları olarak bildiğimiz, bu meyanda yıllardır çevirilerini ve çeşitli eser ve yazılarını güvenle takip ettiğimiz bu çevirmenlerin söz konusu vahim hatayı nasıl yapabildiklerini aklımız almıyor. Bunu bilerek ve kasıtla yaptıklarını, alevilere veya kızılbaşlara karşı bir takım fanatik mezhepler gibi önyargı taşıdıklarını düşünmek elbette ki mümkün değil. O zaman bu hatanın sebebi nedir? Bana kalırsa sebep tek kelime ile özensizliktir. Çeviri yapılırken herhangi bir sözlüğün verdiği karşılığı hiç düşünmeden kabullenip kullanabilmek bu işe gereken özenin gösterilmediğini ortaya koymaktadır. Gerçi bu çevirileri yaptıklarında Murat Belge 22, Fatih Özgüven 25 ve Ender Gürol 35 yaşındadır. O zaman belki bunu bir tür acemilik olarak yorumlamak da mümkündür.

Tıpkı Fatih Özgüven’in Lolita çevirisinde bir özel isim olan Mann Act’ı “Adam Yasası” diye çevirmesi gibi… (Bkz. Lolita, İletişim Yayınları, 15. Baskı, s. 173)

Mehmet Aslan