Marc Van Dijk ve Sander Ter Steege ikilisinin yazıp çizdiği “Becky Breinstein – Sokrates’in Zehir Kadehi” adlı kitap Hayalkurdu Yayıncılık tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Gizem Kara Öz ile konuştuk.

Gizem Kara Öz

“Becky Breinstein – Sokrates’in Zehir Kadehi”ni çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Hayalkurdu Yayıncılık’tan gelen teklifin ardından, kitabı okudum. Bir gün bile sürmedi tamamını okumak. Çocuklarıma da okumaya karar verdiğimde kitabın son sayfasına henüz gelmemiştim. Bir yandan onlara okurken diğer yandan kafamda tercüme etmeye başlamıştım bile. Ayrıca Alper Bey ile yaptığımız görüşmelerde bu işi yapma amacının çocuklara daha çok düşünebildikleri, sorgulamaktan korkmadıkları bir gelecekte daha çok kitap sunmak olduğu izlenimini edindim. Marc ile de kontak kurduktan sonra artık bu işin yapılması gerektiğinden emindim. Türkçe konuşan çocuklar için hakikaten olmazsa olmaz bir kitap. Hem sıkmadan öğretiyor hem de çok komik!

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Ben Hollanda Dili ve Edebiyatı mezunuyum. DTCF’deyken çeviri dersleri en çok sevdiğim ve sınavlarından en yüksek puanları aldığım derslerdi. Uzun yıllar resmi belgelerin tercümesini yaparak ek gelir de elde ettim ama kitap tercüme etmek ayrı bir keyif. Anadilini sürekli didikliyor insan tercüme yaparken. Bilmediği pek çok konuya hakim olmaya başlıyor. Tercüme etmeyi en çok sevdiklerim çocuk kitapları çünkü anda kalmayı, insan olmayı en çok onlarla hatırlıyorum. Yetişkin kitabı da çevirdim, şık ve süslü bir üslup. Onun da ayrı bir keyif olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Galiba ben tercüme yapmayı genel olarak seviyorum.

Rutinim ise biraz şarap eşliğinde gecenin sessizliğinde çalışmak.

“Becky Breinstein – Sokrates’in Zehir Kadehi”nin çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Tercüme ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım, zevkliydi. Bir ay içinde teslim etmiştim tercümeyi. Zorluk olarak adlandırabileceğim bir durum ile karşılaşmadım açıkçası. Bir an evvel bitsin, yayımlansın ve okunsun istedim. Orijinal dildeki incelikleri Türkçeye yansıtabilmek için sözlük de karıştırdım, değişikliklere de açık bıraktım kendimi. Dikkat gerektiren nüansları kaçırmamak ve espri düzeyini çeviride kaybetmemek için içime sinene dek defalarca değişiklik yaptığım kısımlar oldu.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir ikili miydi Marc Van Dijk ve Sander Ter Steege? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

Becky sayesinde tanıştık ve sanal olarak arkadaşlık etmeye başladık. Yakında ajandalarımızı uydurabilirsek bir araya da geleceğiz.

Marc Van Dijk ve Sander Ter Steege orijinal dilinde nasıl yazarlar sizce? Dil kullanımları, üslupları, öne çıkan özellikleri neler?

Okuması kolay, anlaşılır bir üslupları var. Çocukluklarını unutmamışlar sanki ya da çok iyi hatırlıyorlar. Sanatçı olmanın hakkını verdikleri, sevgi dolu bir dil. Yaratıcı ve mizahi özellikleri öne çıkmış.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Becky’nin genel olarak güçlü ve kararlı duruşunu sevdim. Çocuklara iyi bir örnek olabileceğini düşünüyorum. Bomboş sanal dünyanın etkisi altında kalmadan, gerçeğe ve kendisine doğru ‘zehirlenmesi’ hayranlık uyandırıcı. Kendi çocuklarımla paralel giden çizgisi ise bir anne olarak beni gururlandırdı doğrusu. Bir eğitimci olarak zaten çocukların rehberliğine inanıyor ve iş hayatımda bu felsefeyle gelişiyorum. Becky saf, temiz ve gerçek. Arkadaş olarak seçtiği ya da belki de kendisinin seçilmesine izin verdiği Chuck ile olan bölümlerde epey güldüm! Raymon için seçtiği sıfat, ona yüklediği anlam ile hayal gücünün çocuk saflığını fark ettiriyor.