Thomas Pynchon’ın “Gizli Kusur” adlı romanı İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabı, çevirmeni Feride Evren Sezer ile konuştuk.

“Gizli Kusur”u çevirmeye nasıl karar verdiniz?

Daha önce, aynı yazara ait 49 Numaralı Parçanın Nidası’nı (The Crying of Lot 49) çevirmiştim. Aynı yazarın bir diğer kitabını çevirmek mümkün olunca bu kitabın çevirisini üstlenmeye karar verdim.

Çevirmen olarak kendinizden kısaca bahseder misiniz? Ne tür kitaplar çeviriyorsunuz? Yazarlara sorulur, biz de çevirmen olarak size soralım: Bir çeviri rutininiz var mı?

Tam zamanlı başka bir işte çalıştığım için kendimi bir çevirmen olarak tarif etmekte ne yazık ki güçlük çekiyorum. Şimdiye kadar çevirdiğim kitapların çoğu kurmaca, ilk çevirdiğim kitap feminist felsefe kitabıdır. Kitap çevirmenliğinden keyif alan biri olarak ilgilendiğim türler de bunlara paralel: yani edebiyat ve sosyal bilimler (özellikle kadın çalışmaları) ekseninde.

Çeviri rutinim olmasını çok isterdim; başta da belirttiğim gibi, tam zamanlı bir işte çalışınca çeviri rutini oturtmakta güçlük çekiyorum. Uzun diyebileceğim aralar vermek zorunda kalabiliyorum. O aralardan sonra çeviriye yeniden döndüğümde, metne bıraktığım yerden girmek başta biraz zamanımı alıyor. Sonrasında ilerlemeye başladıkça yol alabiliyorum. Bir de tam anlamıyla bir rutin değil, ama kitap çevirmek sürekli çatallanan bir yolda ilerlemek gibi. Çok aşinası olmadığım, hatta yabancısı olduğum konu ya da bağlamlar karşıma çıktıkça onları araştırıp anlamam ve çevirdiğim metin özelinde kafamda bir yere oturtmam gerekiyor. Çeviri yapan herkes için geçerlidir herhalde böylesi bir çalışma şekli.

“Gizli Kusur”un çevirisine gelelim. Nasıl bir süreçti, ne kadar sürdü, ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Uzun ve zorlu bir süreçti. Uzun süreye yayılmış olması, yayımlanan çeviriye yansımamıştır umarım… Bir çeviri sürüncemede kalınca, verilen aralardaki zaman boşlukları çevirinin genel bütünlüğünde görülebiliyor. Bu da okuma deneyimini olumsuz etkileyebilir. En çok zorlandığım konu, geriye dönük okumalar ve dilsel / anlatısal bütünlüğü elimden geldiğince korumaya çalışmaktı. Onun dışında, Pynchon’ın fazlaca “Amerikan” bir yazar oluşu kendi başına zorlayıcı bir şey zaten. Metni Türkçeleştirirken cümle / kelimelerin karşılığından ziyade, kimi durumların Türkçede kulağa nasıl geldiği üzerine düşünmek kolay değildi.

Çevirmeden önce okuduğunuz, sevdiğiniz, aşina olduğunuz bir yazar mıydı Thomas Pynchon? Yoksa çevirmeye karar verdikten sonra mı tanıdınız?

Çevrilerini yapmadan önce eşim Selçuk Orhan sayesinde okumaya başladığım ve kimi kitabını sevdiğim bir yazardı. İlk önce “Entropy” adlı öyküsünü ve öykünün yer aldığı Slow Learner kitabını okudum. Sonrasında V, Lot 49, Gravity’s Rainbow adlı romanlarını okudum. Inherent Vice’ı kitabı çevirmeye karar verdikten sonra okudum.

Thomas Pynchon orijinal dilinde nasıl bir yazar sizce? Dil kullanımı, üslubu, öne çıkan özellikleri neler?

Esprili bir yazar Pynchon. Üslubunun en belirleyici unsuru maksimalizm. Özellikle duygu ya da düşünce açısından yoğun pasajlarda cümleleri yığarak kuruyor; burada “yığmak”tan kast ettiğim şey herhangi bir özensizliğe işaret etmiyor elbette. Aksine, son derece titiz bir detaylandırma söz konusu. Pynchon’in metinleri, yan cümlelerle sürekli derinleşen kavram, nesne ve durumlarla dolu. Okurken baş döndürücü bir etkisi olabiliyor böyle bir üslubun. Bu yığma cümle düzeyinde kalmıyor; çoğunlukla koca bir pasaj boyunca devam ediyor. Tahmin edileceği üzere, sadece dilbilgisel boyutta cereyan etmiyor bu durum. Pynchon bağlamları da bu şekilde yığarak oluşturuyor. Yani kimi pasajlar çok özgül sosyal, hatta alt kültür unsurlarına ait örtük göndermeler ve çağrışımlarla dolu.

Çevirmen olarak kitapta sizi özellikle çok etkileyen bir bölüm var mı? Varsa hangisi ya da hangileri?

Belirli bölümlerden çok Pynchon’ın romanlarındaki müzik eserleri ve bunları hikâyeye yedirişi dikkat çekici geliyor. Hani Tarantino filmlerinin müzikleri çok belirleyici ve akılda kalıcıdır ya, Gizli Kusur’da (ve Pynchon’ın başka roman ve öykülerinde) karşımıza çıkan şarkıları bulup dinlemek de ona benzer bir heyecan verdi bana. Hatta aynı şeyi kitapta bahsi geçen film ve diziler de için de söyleyebilirim. Konudan saparak şunu belirtmek istiyorum: Müziğin metne en iyi eklemlenmiş örneği (benim okuduğum Pynchon eserleri arasında) bence Entropy’dedir. Bu durum, öyküdeki şarkı göndermeleri sayesinde değil, öykünün birtakım müzik terimlerini metinsel olarak modellemesinden ileri geliyor.

Gizli Kusur’da ilginç bulduğum bölümlere dönecek olursak… Doc’un anne-babasıyla ilişkisine tanık olduğumuz bölümler keyifliydi, bir de avukatı Sauncho ile diyaloglarını özellikle eğlenceli bulduğumu söyleyebilirim.

Aklımda çok net yer eden bölümlerden biri, Doc’un Riggs ile zubbelerde karşılaşması. Oradaki sahne kurgusu, Riggs’in paranoyak halleri ve Doc ile girdiği diyalog çok canlı.