Sokağa dönüşüyle pikabın peşine takılıyor çocuklar, bu pikap gezici manifaturacı. Kaput tarafı boncuk mavisi, kasa tarafıysa gri. Her hafta uğruyorlar. Baba şoför. Kız satıcı, ağzı iyi laf yapıyor. Veresiye defterleri var. Kimi satış yapıyorlar kimi borç siliyorlar.

Kız esmer, çok uzun boylu, gri kumaş etek giyiyor dizlerinin altında, çorapları kalın tül çoraplardan, gömlekleri koyu renk ve desenli, üstünde mutlaka yeleği, yumurta topuk siyah ayakkabıları, perçemleri görünecek şekilde taktığı eşarbı. Yaşı yirmilerinde ama öyle göstermiyor; sessiz, sakin hep hüzünlü. Yüzü kara sarı sanki hasta. Çok ağır hareket ediyor belki de sakin ruhundan ileri geliyor bu hali. Adına Leyla mı desem… Geçmiş gün, kolay hatırlanmıyor. Yaşlanmıştır ama karşıma çıksa dün görmüş gibi hatırlarım ama adı kalmamış hafızamda. Babası da ölmüştür belki.

Pikabın kasasının üç kapısı var, yukarı doğru açılıyorlar. Hüznün ve gri kasvetin altında cümbüş karşılıyor kadınları, kadınlar o cümbüşe doymuyor. Top top rengârenk kumaşlar, astarlıklar, inceli kalınlı saten kurdeleler, şeffaf kutularında iri ufaklı düğmeler, etaminler, nevresimlikler, lastik topları, fermuarlar, iğneler, yüksükler…

Kendileri de dikiş dikmeyi biliyorlar ama seyranlıklar köşe başında oturan terziye diktiriliyor. Döpiyeslik kumaş alınacaksa bir çocuk gönderiliyor terzinin evine, “Koş git, Cevriye ablana söyle, kumaşçı geldi, seni çağırıyorlar de! Hemen gelsin,” diyor.

Konuşulanlar hep aynı, kimse bunun farkına varamıyor. Değişen sadece konuşanlar.

Ördüğü hırka için düğme arayan kadın, “Tüh,” diyor, “keşke iliği açmadan seçseymişim, bu düğme çok güzelmiş, rengi de uyuyor, çok büyük açmışım iliği!”

Biri diyor ki “Kumaşı yıkamadan dikmeye kalkma. Pamuklu, çeker bu kumaş, maazallah sonra düdük gibi kalır, emeğin zail olur.”

Diğeri de sızlanarak, “Pazar parasından arttırıp alıyorum şu viskonu, üstüme başıma giyecek elle tutulur bir şeyim kalmadı. Geçen gün üstüme çamaşır suyu sıçrattım gene. Adam duymasın, çok sıkıştık bu ara,” diyor.

Terzi Cevriye geliyor, kim ne sorarsa yardımcı oluyor:

“İki metre yeter de artar.”

“Tek en bu, ona göre al.”

“Tela aldın mı kız? Ceketin yakasıyla beline, fermuar almayı unutma e mi?”

“Bu renk sana çok yakışır.”

“Çocuğa hiç bu kumaş olur mu?”

Alan alıyor, ödeme yapan borç sildiriyor. Alışveriş yapanın yüzene yapışıyor o memnuniyet, güle sırıta giriyorlar evlere. Veresiye defteri kapanıyor, paralar sayılıyor. Babayla kız pikaba atlayıp yan sokağa geçiyor. Terzi Cevriye’nin eve dönüşü, manifaturacının geldiği gün akşamüstünü buluyor.

Cevriye kırklarında, Cevriye bekâr. Cevriye, annesi ve babasıyla, abisi, yengesi ve onların üç çocuğuyla aynı evde. Cevriye mutfakta, Cevriye merdanelide çamaşır yıkamakta, Cevriye bulaşıkta ve Cevriye en sevdiği işin başında ya provada ya da dikişte. Cevriye çok güzel, alımlı, bakımlı ve kibar kadın. Sanki bu kadar işin gücün içinde değil.

Gece uyumadan önce bigudiyle saman sarısı saçlarını sarıyor. Öyle köküne kadar değil yalnızca saçlarının uçlarını. Sabah uyandığı gibi banyoya geçiyor, kimsecikler uyanmamışken o uyanıyor. Beyaz kalıp sabunla yıkıyor yüzünü sonra da gül suyuyla iyice temizliyor. Ardından saçlarını açıyor, dümdüz inen saçlarının uçlarında kalın dalgaları. Odasına giriyor tekrar. Dergilerde görüp beğendiği elbiseyi ya da eteği önce kendine dikiyor. Her gün farklı kıyafet giyiyor. Kadınlar üstünde görünce muhakkak aynısından istiyor. Giyinip kuşandıktan sonra düşüyor işlerin peşine. Eli çabuk, yüzü güleç.

En çok provaları seviyor kadınlar. Neler neler anlatıyor Cevriye. İki teyel arası kıkırdanmaları… Kadınların gönüllerini eğliyor, sanki dikiş bahane. Onun yanından, gülen yüzünü cebine koymadan çıkan kadın yok!

Leyla ve Cevriye, ne kadar farklı olsalar da kadınların yüreklerinde yerlerini alıyor.

Gün geliyor, ellilerine doğru evlenmeye karar veriyor Cevriye. Terziliği bırakıyor. Şöyle söylüyor soranlara: “Bu yaşta evlenilir mi? Evlenilir. Annem öldü, babam öldü. Kapılar kapanınca kimse o evlerin içini bilemez. Ne ben bilirim sizin derdinizi ne de siz benimkini. Güldük, güzeli paylaştık. Mutsuzluklarımızla canımızı sıkmayalım. Çok yoruldum. Artık kendime vakit ayırmak istiyorum.”

Gün geliyor, kıyafet pazarları kurulmaya başlıyor, mağazalar çoğalıyor. Kumaşı, dikişi derken astarı yüzünü aşıyor. Baba, kız iki haftada bir gelmeye başlıyor. Sonraları gören olmuyor. Veresiye defteri kapanmıyor. Şöyle söylüyor Leyla soranlara: “Kaç yıldır bu sokaklarda dolaşıyoruz. Çok şükür, kazancımız yerindeydi. Sizin yüzünüz gülünce ben de güldüm. Ne ben bilirim sizin derdinizi ne de siz benimkini. Hakkımız helal olsun, canınız sağ olsun.”

Şirin Gürkan