Yazıyı okurken Murat Akay’ın “Dayılar” adlı eserini dinlemenizi önerebilirim.

Üniversiteye yeni başlamıştım ve fikir dünyasının önde gelen simalarından biri olmakla aramda taş çatlasın sekiz on kitaplık bir mesafe olduğuna emin gibiydim.
Bu kitapların hangileri olduğunu tahmin edersiniz. İşte ben de Sartre’dı, Orwell’di derken cila olsun diye de Radikal İki okumalarıyla üstünden geçiyordum. 2004-2005 yıllarıydı, daha twitter yumurtadan çıkmamıştı. Ait olmak istediğim camianın gündemini takip etmenin, daha da önemlisi jargonunu öğrenmenin en kolay yoluydu Radikal İki okumak. Gazetenin pazar eki olarak çıkıyordu Radikal İki, biz de Protestan kiliselerinde ellerindeki risalelere bakarak hep bir ağızdan ilahiler okuyan neşeli Anglosakson cemaatleri gibi her pazar eş dost bir araya gelip birbirimize yüksek sesle Radikal İki okuyor, “yapısöküm”, “rizomatik”, “panoptikon” gibi tanrısal kelamları okudukça coşkuyla titriyorduk.
Fakat her mümin, hayatının bir anında imanıyla sınanır.
Yine esriklik içinde Radikal İki’yi açtığım o pazar günü aynı imtihandan benim de geçeceğimi nereden bilecektim? Okuduğum yazı feminist antropolojiyle ilgiliydi. Anaerkil düzenden bahsediyordu. Buraya kadar her şey fazlasıyla normaldi, derken onu gördüm: “Dayı”yı. Bazı anaerkil toplumlarda babanın çocuk için bir rol model olmadığından, bunun yerine eril otorite figürü olarak “dayı”nın öne çıktığından söz ediyordu yazı. Şok olduğumu hatırlıyorum – şaka yapmıyorum. Ait olmak istediğim o büyülü dünyada “dayı” gibi avam sözcüklere yer yok sanıyordum. Çamurlu yollardan geçerek eşiğine kadar geldiğimiz o şık dekorasyonlu, mermer döşemeli “aydınlar kulübü”ne adım atmadan önce ayakkabılarımızın altını sürttüğümüz paspasta kalacak kirlerden biri değil miydi “dayı” kavramı?
Heyhat! Bastırılmış olan her zaman geri döner.
Freud “Tekinsiz” kavramını incelediği makalesinde söyler bunu. “Tekinsiz” ifadesinin Almancadaki karşılığı olan unheimlich’in etimolojisini de didikler Freud söz konusu makalede. Ona göre bu kelimenin sırrı, kökü olan “heim”, yani Türkçesiyle “ev” ile başına aldığı olumsuzluk eki olan “un-” arasındaki ilişkide yatar. Tekinsiz olan şey hem çok tanıdıktır (eve aittir) hem de çok ürkütücü, zira oradan dışlanmıştır (bastırılmıştır). Eve ait olan fakat bastırmaya çalıştığımız şey: Dayı değilse nedir?
Dayıların dönüşü de Freud’a layık bir korkunçlukla tebarüz etti vesselam.
Türkiye’yi her fırsatta çeşitli distopyalara benzetenlere bıktırıcı bir sıklıkta rastlıyoruz, biliyorsunuz: 1984, Damızlık Kızın Öyküsü, Fahrenheit 451… Türkiye bunların her biriyle çarpıcı benzerliklere sahiptir kuşkusuz, gelgelelim Türkiye özgün bir dayı distopyasıdır. Sadece sokak röportajlarında verdikleri saç baş yolduran cevaplar üzerinden kentli ve muhalif Z kuşağının zıddını temsil etmeleriyle değil. Cahillikleri, muhafazakârlıkları, tartışma adabından yoksunlukları, nobranlıkları değil. Türkiye’yi bir dayı distopyası yapan şey, baskıcı bir toplumsal yapının aktif militanları olarak davranan bu “kötü adamlar”ın fazla tanıdık olmaları, hatta şiveleriyle olsun, fukara görünüşleriyle olsun, insanın söylemeye de dili varmıyor ama, bazen sevimli bir profil bile çizmeleri. Bazı “fenomen dayı” videolarını ne kadar nefret etsek de yeniden yeniden izlemelere doyamayışımızın, onlarla remix’ler, caps’ler üretmemizin sebebi de bu değil mi?
Tam da bu yüzden kendi dayımızı arıyoruz.

“Bayrak asan dayı”nın orijinal fotoğrafının aslında Tayyip Erdoğan’ın Gezi’ye karşı düzenlediği “Milli İradeye Saygı” mitinginde yaptığı çağrıya uyarak balkonuna “Atatürksüz Türk bayrağı” asarken çekildiğini bilsek de, onur haftasında LGBTİ bayrağını bir de onun elinde görmek istiyoruz, fotoşopluyoruz örneğin. Toplum yılların Tuncel Kurtiz’ini “Ramiz Dayı” olarak anımsıyor artık. Hatta Benekli Ayhan da sözgelimi, taşıdığı “dayı” potansiyeli üzerinden sahipleniliyor bence. Önce youtube’da “Kukla Kabare” kanalında tanıştığımız, sonrasında Gain platformunda “Dayı Şov” programı da yapmaya başlayan Kukla Dayı’yı da bu yüzden seviyoruz. Kafası tütsülü dolaşan ve gençlerle namaz niyaz, vatan millet değil içki muhabbeti yapan, üstelik Platon’a, Marx’a göndermeler yapabilen bir “ideal dayı” o. Belki biraz kavgacı, kadınlarla ilişkisi de biraz problemli ama, sonuçta o bir dayı. Özel bir ismi yok, sadece “Kukla Dayı” olarak biliyoruz onu, zira o hepimizin muhayyel kamusal dayısı.
Bütün ütopyalar, dünyanın çivisinin çıktığı zamanlarda geleceği kurgulamak üzere yazılır. Biz de bu “dayılar distopyası”nın içinde bir “dayı ütopyası” kurguluyoruz işte. Artılarıyla olduğu kadar, eksileriyle de kabul etmek üzere.
Hakan Sipahioğlu