Saim Serhat Arslan

Çıkar ağzındaki baklayı. Yok bir şey. Var, var, söyle. Boş ver abi. Başlatma lan abinden, dökül hadi. Rutubetli odalarda zanlıları sorgulayarak geçen sayısız saatten sonra söyleyebilirim ki aklından geçenleri dile getirmekten çekinen birinin konuşmak için iki şeye ihtiyacı vardır. Cesaretlendirici birkaç söz ve sigara. Üniformanın üst cebinden çıkardığım paketi Hamit’e uzattım. Sigarasını yakıp derin bir nefes çektikten sonra aklıma takılan bir şey var, dedi. Sor ne soracaksan oğlum. Abi, senin burada ne işin var? Yani yanlış anlama, iyi adamsın, hoş adamsın. Ama tüm karakol aynı şeyi konuşuyor. Ne diyorlar? Yılların cinayetçisi, hayatında üniforma giymemiş adam, kim bilir ne halt yedi de bu lanet karakola gönderdiler, diyorlar. Haksız sayılmazlar. Estağfurullah abi. Mesleğe başladığımın ikinci yılında zamanın gediklilerinden Duran abinin yanında girdim cinayete. Peşine düşmediğimiz seri katil de sapık da kalmadı. Açılıp reddedildiği kadınları teker teker doğrayan mı dersin, tüm mahalleye borç takıp alacaklılar kendisini oğlunun önünde tartakladı diye kahvede alayını zehirleyen mi… Ankara, İstanbul, İzmir, Sivas, Trabzon, Diyarbakır… Gezdim durdum yıllarca. Duran abi emekli olduktan sonra tüm ihale bana kaldı tabii. On altı yıl çalıştım cinayette, dile kolay. Bir bu eksikti, dedim içimden. Şimdi de yaşını alıp göbeğini salmış, tüm günü masa başında geçen emniyet müdürleri gibi hayat hikayemi anlatmaya başlamıştım yeni mezun komisere. Hamit elindeki izmariti karton bardağın içine atıp boğazını temizledikten sonra duruşunu düzetti. Cesaretini toplayıp sordu. Peki ne oldu? Ne, ne oldu? Ne oldu da bu Allah’ın unuttuğu karakola amir yaptılar seni abi? Senden daha az kariyerli devrelerin on numara yerlerde. Sen elli tane yeni mezun adamla mahalle karakolu bekliyorsun. Herkes K. Davasında yaptığın bir hata yüzünden buraya sürüldüğünü söylüyor. Gözlerini gözlerime dikip fazla ileri gidip gitmediğini anlamaya çalıştı. Konuş diye cesaret vermeye çalışıyorum on dakikadır, bu sefer de bokunu çıkardın, dedim gülerek. Kızmadığımı görünce rahatladı. İki metrelik yağız oğlanın bu çekingen halleri komiğime gidiyordu. Çok karşılaştım bu durumla. İzbandut gibi adamlar size olan saygısından ya da omzunuzdaki apolete olan korkusundan gık bile diyemezdi karşınızda. Hoş, cinayetteki ilk yıllarımda amirim ve ömrüm boyunca hocam olan Duran abiye saygısızlık eden bir yeni yetme savcıyı bayırdan aşağı yuvarlamam gibi istisnalar da yaşanmadı değil. Zihin sarayımdan gerçek dünyaya dönüp Hamit’i meraklı ve biraz da sabırsız gözlerle cevap bekler bir halde bulunca şehre geldiğimin birinci yılında ilk kez birine kendimi açıp olan biteni anlatmaya karar verdim. Demli birer çay al gel bize, dedim. Anlattıklarımı da sonuna kadar dinle. Soru yok, ısrar yok. Hamit karton bardakta dumanı tüten iki bardak çayla içeri girip yerine kurulunca anlatmaya başladım.

Biliyorsun, buraya gelmeden önce Ankara’daydım. Orada hem şehirdeki cinayet vakalarına bakan, hem de ülke genelinde destek talep edildiğinde olaya müdahil olan özel bir ekiptik. Toplam on bir kişi. O aralar Ankara sakindi. Tek tük cinayet olsa da çok bir esrar yoktu ortada. Karılarını, kızlarını öldüren insanlıktan nasibini almamış adamları bir günde yakalayıp adaletin kapısını çalsak da adalet kapıyı açmıyordu son zamanlarda. O şerefsiz adamların duruşma günü pisliğini gizlemek için giydiği fiyakalı takım elbiselerle salona gelip 10-12 yıl ceza aldığını, onun da yarısını ancak yattığını gördükçe kahroluyordum. Diyeceksin ki, o iş hakimin savcının işi, bize ne? Ama öyle olmuyor Hamit. Gecenin bir yarısı, öldürülen kızının kimliğini tespit etmek için soğuk bir morg odasında zar zor seçilen, yumrukla dağıtılmış yüzüne, bıçak darbeleriyle delik deşik olmuş bedenine bakmak zorunda kalan bir annenin gözlerindeki acıyı gördüğünde, sorgu odasına aldığın o katilin kafasına sıkmamak için kendini zor tutuyorsun. Biliyorsun ki, adam en geç on yıl sonra çıkacak dışarı. Günler böyle öfkeyle gelip geçerken, K’den gelen bir cinayet haberi dikkatimi çekti. Bir temizlik işçisini öldürüp mahalle direğine asmışlar. Hem de çırılçıplak. Haberlerde söylemediler tabi ama internette gördüm, orasını da kesip koparmışlar. Uzun zamandır maktulün hadım edilip teşhir edildiği bir cinayet görmemiştim. K’deki ekibe birkaç defa gelişmeleri sorsam da, cinayeti çözmekle ilgili yol alamadıklarını gördüm. Karışamıyorsun da adamların işine. Aradan on gün geçti geçmedi, aynı şehirden bir cinayet haberi daha geldi. Bu sefer bir güvenlik görevlisi hadım edilip öldürülmüş, cansız bedeni mahalledeki metruk bir apartmanın girişine asılmış. Tabi art arda iki cinayet olunca sosyal medya çalkalandı. Haberlere sansür uygulansa da millet internetten görüyor artık olan biteni. Bizim o zamanki Müdür, kendisi yukarılara oynayan bir tipti, arayıp hazır olmamızı, emir geldiği anda olayların yaşandığı şehre gidip dosyayı devralacağımızı söyledi. Ben bu sözlerden cesaret alıp gerekli yerleri aramasını, resmiyette henüz dahil olmasak da oraya gidip dosyaya çalışmaya başlamak istediğimi söyleyince mırın kırın etse de kabul etti. Ufak bir bavul hazırlayıp ertesi gün ilk uçakla gittim K’ye. Havalimanına indim, yerel ekip ne bir araç göndermiş ne başka bir şey. Geleceğimden haberleri var halbuki. Tabii onlar da haklı, çözemediğin cinayet için Ankara’dan adam geliyor. Davul zurnayla karşılayacak halleri yok. Otele yerleştikten sonra Büro amirine gidip gönlünü aldım. Kötü adam değildi aslında ama televizyondaki o dayakçı cinayetçi tiplemeleri var ya, onlara benziyor. Olsa olsa döve döve itiraf ettirir zanlıya cinayeti. Başka türlüsü güç. Baktım ekibi de amirden farklı değil, iş başa düştü. İki günümü dosyayı incelemekle geçirdim. Tanıdıkların sorgularına katıldım. Öldürülen iki adam da evli, taşeron çalışıyorlar. İşinde gücünde tipler. Nereden nasıl bağlayacağız bunları diye düşünürken üçüncü cinayetin haberi geldi. Ama bu seferki büyük olay. Boru mu, Birleşmiş Milletler çalışanı mülteci kampında öldürülüp hadım ediliyor, cesedi de boş bir konteynırın girişine asılıyor. Gece yürüyüşe çıkan bir sağlık görevlisi fark etmiş bunu. Tabi o zaman örtbas edildi olay. Hatta bizi dahil etmeyeceklerdi neredeyse. Allahtan Birleşmiş Milletler yetkilileri baskı yaptı Ankara ekibi gelsin diye de bizim ekibe vize çıktı K’ye gelmek için. Olay yerini göremesem de dosyayı incelemeye başladım hemen. O gün ilk uçakla bizim ekipten üç kişi daha geldi şehre. Beraber çalışmaya başladık. Tabi olay gizli kalmadı, yetkililer duyulmaması için baskı yapsa da bir yerlerden servis edildi basına. Basın, Birleşmiş Milletler yetkilisi öldürüldü diye haber yapınca Bakanlık ne yapın edin bu olayı çözün diye emir gönderdi. Sorgular, dosyalar, olay yeri inceleme raporları… Gözaltlarımızda mor halkalar, duş dışında uğrayamadığımız otel odaları… Her saat basının, başkentin ve vicdanlarımızın baskısı biraz daha çöktü üzerimize. Ertesi gün sabaha karşı elimde kahve, maktullerin fotoğraflarını incelerken bizim ekipten Samet aradı. Senin iki, üç üst devrendir Akademiden. Sıkı çocuk. Abi, bu iki maktulün çalıştığı şirket kamplara başka bir şirket üzerinden hizmet satmış. Kayıtlarda yok ama ulaştım bilgiye. Taşeron firmanın taşeronu var anlayacağın. Yakınları sorgularda hiç bahsetmedi ama kampta çalışmış olabilirler belki. Göç Müdürlüğüne ve mülteci kampı idaresine ulaşabilir misin bugün? Tamam, sen iyice araştır olayı. Telefonu kapatıp pencereden gece karanlığının yerini sabahın donuk mavisinin almasını izledim. Kim bilir kaç şehirde, kaç gece izlemiştim gecenin yerini güne bırakışını. Mesai saati gelince ilk iş kamp idaresine gittim. Hemen yüz metre ilerde sıralanan, iki kişinin bile zar zor yaşayacağı konteynırların aksine kocaman bir idare binası vardı. Müdüre isimleri verip kampta çalışıp çalışmadıklarını sorduğumda Göç Müdürlüğünden bilgi alabileceğimi, kendilerinin bu bilgiyi paylaşamayacaklarını söyledi. Adam tedirgin olmuştu. Bingo, dedim içimden, çorap sökülmeye başladı. Arabaya atladığım gibi Göç Müdürlüğüne sürdüm. Yolda telefonum çaldı, emniyet müdürü neredeysem işimi bırakıp yanına gitmemi istedi. Sesi nasıl hiddetli anlatamam. İşimi halledip geleyim müdürüm, dedim, okkalı bir küfür savurdu. El mahkum Müdürlüğe gittim. Samet’e mesaj attım bir yandan, iki saate hazır ol diye. Müdür barut gibiydi. Elini masaya vura vura bir daha kafama göre iş yaparsam beni şehirden siktir edeceğini söyledi. Her kelimede masaya inip kalkan elini oracıkta kırasım gelse de emredersiniz deyip çıktım odadan. Bu meslek kaç denyoya emredersiniz demek zorunda bıraktı beni tahmin edemezsin. Hamit gülümsemeye çalışsa da tüm dikkatini anlattıklarıma verdiği belliydi. Müdürün odasından çıkıp Samet’i dışarda bir kafeye çağırdım. Uzun saçları dağılmış, yüzü çökmüştü. Selamlaştık. Ağzı içki kokuyordu. Ne yaptın oğlum gündüz gündüz, dedim. Dün geceden abi, dedi. Diş fırçalayacak vaktim bile olmadı ki. Tüm bu derbeder haline rağmen gözünde bir umut ışığı vardı. Ne o lan dedim, havadis var gibi sende. Abi, Birleşmiş Milletlerden bir kadına ulaştım, sosyal çalışmacı mıymış neymiş. Dediğine göre kampta üç ay önce bir intihar olmuş. Baktım kayıtlara, doğru söylüyor. Yirmi bir yaşında bir kızcağız bileklerini kesmiş. İki aylık da hamileymiş. Çorap söküğü başını almış gidiyor, Samet, aydınlanmaya başlayan olayın hüznü ve olayı aydınlatmanın verdiği gururu aynı anda yaşıyordu. Abi, bu ilk iki eleman, Tahir Süren ve Kadir Pekter dört ay bu kampta çalışmış. Sonra da apar topar görevden alıp kayıtlardan silmişler isimlerini. Yüzümdeki şaşkınlıktan olacak, bir su iç istersen, dedi. Önümdeki suyu bir dikişte içip devam etmesini istedim. Asıl bomba şimdi geliyor, kadın diyor ki Birleşmiş Milletler görevlileri olayı soruşturmak isteyince bu son öldürülen adam araya girip dosyayı kapatıyor. Hani şu yabancı olan. Ulaşabildiğim kayıtları kurcaladım, Tahir ve Kadir gece vardiyasında çalışıyormuş. Bunların vardiya arkadaşı olan güvenlik görevlisi ve temizlikçi de apar topar gündüz vardiyasına çekilmiş. Ulaşabilir miyiz? Mesai çıkışı görüşelim abi, kampta konuşacakları varsa da konuşmazlar. Bu adamlardan bir şeyler çıkacak abi. İzninle iki saat uyuyup kendimi toparlayalım, akşam gideriz evlerine.

Samet ayrıldıktan sonra içim içime yese de mesai bitimine kadar kampa gitmedim. Vardiya değişiminden bir saat sonra ben birinci, Samet ikinci adamın evine gittik. Şahıs, yıkık dökük bir mahallede derme çatma bir evde oturuyordu. Eve çıkan yokuşu inerken ellerimin üşüdüğünü fark ettim. Gerçeklere doğru attığım her adım biraz daha ürpertmişti belki de içimi. Kapıyı çaldım, ufak bir çocuk açtı. Kimsin, dedi başını geriye doğru yatırıp yüzüme bakmaya çalışarak. Sen kimsin bakalım, dedim. Birazdan, kim kapıdaki oğlum, diyerek gelen babası göründü koridorda. Buyur abi? Cinayet Büro, dedim. Fethi Tutkan sen misin? Göz bebekleri küçüldü, yutkundu. Zeliha, gel çocuğu al. Verdiğim baş selamı yenge hanımın şüpheli bakışlarında bir değişiklik sağlayamadı. Dışarı çıkalım mı abi, dedi Fethi. Geldiğim yokuşa doğru yürümeye başladık. Kaçacak gibi durmuyordu. Ne oldu, dedim. Susup yere baktı. Dedim ya, aklından geçenleri söylemeye cesareti olmayan birinin dökülmek için iki şeye ihtiyacı vardır. Cesaretlendirici birkaç söz ve sigara. Yokuşun tepesine varınca ceketimin iç cebinden çıkardığım sigarayı uzattım. Gerçekler, nasıl olsa zamanı geldiğinde gün yüzüne çıkar. Bildiklerini anlatmak böyle bir durumda yapılacak en iyi şeydir. Sözlerimin üzerindeki etkisini görmek için gözlerine baktığımda itiraftan önceki o kararsızlığı gördüm. Gerçekleri anlatmak yararıma mı, zararıma mı? Sigarasından art arda birkaç nefes çektikten sonra, nasıl anladınız, diye sordu. Kararsızlığının yerini merak almıştı. Olayı çözdüğümüzü sanıyordu. Semih mi konuştu, diye sordu. Diğer adam öttü sanıyordu. Başımı evet anlamında salladım. Kızcağızı öldürdüler Amirim, dedi. İntihar eden mülteci kızdan bahsediyordu. Günlerce tecavüz edip bir de birilerine anlatırsa öldürmekle tehdit ettiler. Hem onu, hem de ailesini öldürmekle tehdit ettiler. Sonunda hamile kalınca da kızcağızı öldürüp intihar süsü verdiler. Daha yirmi bir yaşında, akça pakça bir kızdı Amirim. Hak mı bu? Adalet nerede? Hem o yabancı herif, o da işin içindeydi. Düşünsene amirim, kızcağız gelmiş, sığınmış buralara. Savaştan kaçmış. O daracık konteynırdan başka gidecek yeri yok. Güvenli bildiği son yerde başına gelenlere bak. Şimdi söyle, sen olsan öldürmez miydin o şerefsizleri? Nefes almaya hakkı var mı o yavşakların? Gözleri dolmuştu. Sigara izmaritini ayakkabısının altında ezdi. Bir tane daha uzattım. Nasıl planladınız, dedim. Sigarasından derin bir nefes çekip konuşmaya başladı. Olay olduğunda kampta herkes bunu konuşuyordu Amirim. İlk iş, sorguya başladılar. Sonra ne olduysa oldu, yukarıdakiler soruşturmayı kapattı. Savcı desen olayın intihar olduğunu dünden kabullenmiş. Bu şerefsizleri başka yere görevlendirdi firma. Yabancı herife zaten kimse dokunamadı. Olan o kızcağıza oldu. Sesinde öfke vardı. Yutkunup yanı başımızdaki sokak lambasına dikti gözlerini. Etrafıma baktığımda evlerdeki pencerelerden bizi izleyen birkaç gözle karşılaştım. Fethi’nin titreyen sesiyle kendime geldim. Birkaç ay geçsin, olay unutulsun diye bekledik. Bizim şerefsizleri öldürmek zor olmadı. İkisi de gece yarısına kadar kahveye takılırdı. Eve dönüş yolunda haklayıp astık ibreti alem olsun diye. Ama yabancı şerefsiz için iyi bir plan yapmak gerekti. Öncekiler buna peşkeş çekiyordu zaten kızcağızı. Dedik artık onlar yok, biz ayarlıyoruz kızları. Bunun, ağzı kulaklarına vardı hemen. Yarım yamalak Türkçesiyle aferin, aferin deyişi var ki… Oracıkta öldürmemek için zor tuttum kendimi. Akşam vardiyadan sonra arkadaşlarla sohbete kaldık. Ara ara toplanır, çay içip maç izleriz. Bu şerefsiz zaten kampta yaşıyordu. Semih, yeni kız ayarladım diye çağırmış bunu tenhaya. Oracıkta haklamış şerefsizi. Gerisini biliyorsunuz Amirim.

Gerisini biliyorsun Hamit. Cinayetleri çözüp itirafları aldıktan sonra İl Müdürü olay duyulmasın diye kırk takla attı. Ama daha ertesi gün bomba gibi düştü gündeme. Orada ne yaşandığını insanlar duymasaydı, vicdanım beni rahat bırakır mıydı bilmiyorum. Haberi servis etmenin diyetini kendimi bu karakolda bularak ödedim. Hamit hiçbir şey söylemeden sigara paketini uzattı. Sigaradan aldığım ilk nefesi bırakırken, abi sen bir anı kitabı yazsana emekli olduktan sonra, dedi. Sigara tamam diye geçirdim içimden, şimdi sırada cesaretlendirici birkaç söz var.

Saim Serhat Arslan