Öfkenin şiiri Korsan Jenny.

Öfkenin, o korkunç, birikmiş, patlamak üzere olan kıpkızıl nefretin şiiri.

Varoşların metropollere, açlıkla boğuşan geri ülkelerin lükse ve sefahate boğulmuş gelişkin ülkelere duyduğu o korkunç nefretin şiiri.

Belki de artık antika tarih diye gelip geçtiğimiz, unuttuğumuz, insanlığın o çok gerilerde kalan (mı acaba?) karanlık dönemlerinde barbarların medeniyetlere karşı duyduğu zaptedilemez öfkenin şiiri.

Akın akın gelip, taş üstünde taş bırakmamacasına her şeyi yakıp yıkıp yerle bir etmenin şiiri.

Belki erken yazılmış: Aslında 20. yüzyılın değil, belki de 21. yüzyılın, tam da bugünlerin şiiri.

Gecekondular, tenekeli mahalleler sarıyor, kuşatıyor gökdelenlerin etrafını.

Tıpkı muhkem kalelerin etrafında yavaş yavaş beliren, çoğalan, sessizlikleriyle dehşet veren ve en sonunda çılgın Kızılderili haykırışlarıyla saldırıya geçecek olan barbar sürüleri gibi.

Havada kan kokusu var… “Kan var bütün kelimelerin altında.”

Selden, depremden, açlıktan, salgın hastalıklardan, savaşlardan, kırımlardan kopup gelen bir göçmenler sürüsü hiçbir engel tanımadan yolları, belleri, duvarları, tel örgüleri aşarak akın akın geliyor ve o süslü püslü imparatorlukların ortasına çadırlarını kuruyorlar.

“Açlık, hastalık ve soğuk değildir yoksulları kahreden,” demiş Dostoyevski, “onları asıl kahreden aşağılanmış olmaktır.”

Kendilerini aşağılayan kaymak tabakasına karşı doğan nefretin şiiri…

“Barbarlar İmparatorluğu İstila Ediyor” diyor Negri.

Tıpkı insanoğlunun binlerce yıllık macerasında defalarca görünen tarihsel devrimler gibi.

İlk defa Kapitalist Medeniyetin kendi içinden çıkardığı güçlerle düğümü çözebileceği zannedilmişti.

Ama o umut da sanki suya düştü gibi. Kapitalist medeniyetlerin içindeki varsılı, yoksulu, kadını, erkeği, topu birden bir çözümsüzlük sarmalına yakalanmış durumda.

Kendi içinden o kurtuluş gücünü çıkaramıyor bir türlü. Tam tersine topu birden mevcut düzene teslim olmuş ve dışarıda bekleşen barbar sürülerine karşı duvar örmekle meşgul.

“Kalp kalbe karşıdır” derler, onlar da o barbar sürülerinden nefret ediyor. Muhkem kalelerinin içindeki o huzurlu, sakin, mutlu yaşamlarını alt üst etmeye aday bu canavarlardan ölesiye nefret ediyorlar ve bütün o görünüşteki kibar insancıllıklarına karşın bilinçaltlarında biriken öfke birdenbire, hiç olmadık bir yerde patlayıveriyor.

Eksi’nin artı’yı çekmesi gibi yeni yeni barbar saldırılarını davet ediyor bu davranışları.

Negri’ye katılıyorum:

“Eğer ürünlerin dünya çapında bir pazarı varsa, emek gücünün de ürünler gibi dolaşım serbestisine sahip olmaması anlaşılmazdır. İşte, sol bunun üzerinde yükselmelidir. Sol söz konusu işgücünün dünyada yayılması için daha fazla göç hareketini örgütleme yeteneği üzerinden doğacaktır.” (Kaynak: Barbarlar İmparatorluğu İstila Ediyor)

Ve öyle görünüyor ki, eğer sol bu “öfke”yi örgütleyip rasyonel bir yöne çeviremezse bütün insanlık bu öfkenin, nefretin ve en sonunda kaos ve katasrofun elinde ağır bir tahribe uğrayacak.

İşte, Korsan Jenny’nin bana düşündürdükleri bunlar. 

Bertolt Brecht

Korsan Jenny’nin hiç olmazsa bir umudu vardı: Korsan Gemisi. O hayal gibi gemi belki de eğrisiyle doğrusuyla artık tarihe karışan Sovyetler Birliği’ni sembolize ediyordu. Jenny, belki de o umutla “Bir gün gelecek, intikamımı alacak ve beni kurtaracak!” diye kendini biraz daha frenleyebilirdi.

Bugünkü “aşağılanmışlar”ın o umudu bile yok, onun için bugünkülerin tahrip gücü çok daha muazzam olabilir.

Korsan Jenny

Hey ahali! Görürdünüz ya beni
Yerleri ovup silerken hani
Bu rezil kasabada Güney’de
Bu köhnemiş otelde
Bakardınız aval aval ve bir teklik atardınız
Havanız artsın diye –ne kadar da cömertsiniz!–
Ama bilmezdiniz hiç kimle dans edersiniz
Hayır. Karşınızda kim var bilemezdiniz

Hele durun bakalım karanlık basınca bir gün
Bir çığlık duyacaksınız geceyi yırtan
Kim acaba diyerek fırlıycaksınız yataktan
Ben hınzır bi tebessümle yerleri silerken hâlâ
“Ne sırıtıyor bu?” diye sorucaksınız
Anlatayım da öğrenin o zaman

Bir korsan gemisi açıkta
Adı Kara Kadırga
Ve bir kuru kafa pruva direğinde
Limana girmek üzere

Siz cici beyler, tersleneceksiniz hâlâ:
“Hey sürtük, elini çabuk tut, yerleri bitir ve çık hemen üst kata
Derdin ne senin be? Ekmek kapın burası!”
Toslarsınız bahşişi
Ve gözlersiniz gemileri
Ama ben sayıyorum şimdiden kellelerinizi
Bir yandan da yatakları yapıyorum sessizce
Bu rahat döşeklerde kimse uyuyamıycaktatlım
KİMSE!
HİÇ KİMSE!

Sonunda bir gece çığlığı duyunca
Diyceksiniz: “Ne bu gürültü be?”
Görceksiniz beni orda pencereden bakarken
Ve diyceksiniz: “Nereye bakar bu be?”
Anlatayım da öğrenin o zaman

Bir gemi var biliyorum
Kara Kadırga
Limana girmek üzere
Ve topları dizilmiş güvertesinde

Şimdi beyler!
Yüzünüzden o rahat gülüşü silseniz iyi olur
Kasabanın tüm evleri yerle bir oluyor
Bu cenabet kasabada taş üstünde taş kalmayacak
Bir tek bu ucuz otel dimdik ve ayakta
Bağırcaksınız, “Neden ona bir şey yok?” diye
Evet.
Diyceğiniz bu olacak sadece:
“Neden dokunmadılar ona?”

Bütün gece gürültü patırtı arasında
Düşünceksiniz kim yaşar orda yukarda
Ve sabah görceksiniz beni ordan çıkarken
İki dirhem bir çekirdek saçımda bir kurdela

Ve malum gemi
Kara Kadırga
Bir bayrak çekecek direğine
Bir alkış tufanı yeri göğü inletecek

Tam öğleyin rıhtımda
İğne atsan yere düşmez kalabalıktan
Hayalet gemiden süzülenler
Gölgeler gibi dolaşacak ortalıkta
Kimse göremiycek onları
Ve zincire vuracaklar tekmil ahaliyi
Getirip karşıma dikecekler
Ve soracaklar bana:
“ŞİMDİ mi gebertelim bunları, yoksa SONRA mı?”
BANA soracaklar:
“ŞİMDİ mi bitirelim işlerini, SONRA mı?”

Tam öğleyin oracıkta
Yaprak kımıldamazken rıhtımda
Bir canavar düdüğü duyulacak uzaklardan
Ve o ölüm sessizliğinde:
“Tam zamanı” diyeceğim onlara
“İşte şimdi tam zamanı.”

Yığacaklar cesetleri üst üste sonra
Ve ben bakıp diyeceğim ki:
“Öğrendiniz mi şimdi?”

Ve gemi
Kara Kadırga
Açık denizde kaybolup gidecek
Güvertesinde
onun
bir
tek
ben.

Bertolt Brecht

Üç Kuruşluk Opera (1928) adlı müzikalden.

Çeviren: Mehmet Aslan