Geçtiğimiz aylarda yapılan spor müsabakalarında yenilgiler ve galibiyetlerin yanı sıra kadın oyuncuların saçlarından ve formalarından tutun cinsel yönelimlerine kadar birçok konuda tartışmalar otaya çıkmıştı. Sosyal medyadaki irili ufaklı hesapların yorumlarının yanı sıra bazı ünlü ilahiyatçıların yorumları ve bir haber kanalının kadın voleybol milli takımından bahseden bir haberinde oyuncuların değil de ellerinin fotoğrafının paylaşılması epey eleştiri almıştı.
Erkekler mevzubahis olunca herkesin sadece sportif performansı konuştuğu bir yerde kadınlar konusunda neden bu kadar çok ses yükseliyor diye sorgulamak lazım. Sporda fiziksel gücün belirleyici olması; toplumsal cinsiyet normlarının gelişmesi ve sürmesi için kritik bir nokta ve kadın aktivistlerce dahi kısmen göz ardı edilen konulardan biri. Biyolojik açıdan bakıldığında kadınların fiziksel güç konusunda erkeklere nazaran daha zayıf olması, bu farklılığın doğal olarak görülmeyip cinsler arasında karşılaştırma yapılmasına neden oluyor ve cinsiyet eşitsizliklerini normalleştiriyor. Feminizme karşı olan insanların beceriksiz bir şekilde savunduğu argümanlardan biri de bu zaten: Akla gelen en basit bağlam olan biyolojik farklara vurgu yaparak eşitliğin imkânsız olduğunu iddia etmek. Bu karşılaştırma ve normalleştirmelerle sporun ve daha birçok fiziksel güç isteyen alanın, erkek alanı olduğuna dair inanç pekişiyor ve buradaki kadınlara ikinci sınıf muamelesi yapılıyor. Taciz, zorbalık gibi açık zorlukların yanı sıra örneğin futbol oynayan bir kadının topa vuruşuna “erkek gibi” benzetmesinin yapılması gibi daha üstü kapalı, cesaret kırıcı değerlendirmeler de yapılıyor. Bu benzetme, sporun ancak erkekler tarafından erkek gibi oynanabileceği inancını dayatarak kadın oyunculara oradaki konumlarını sorgulatabilir. Fiziksel gücün yanı sıra kadınların “özel” erkeklerin “kamu” kavramıyla ilişkilendirildiğini düşündüğümüzde, sporda fiziksel olarak dışarıda, göz önünde olmak da kadınlar için toplumsal cinsiyet normlarına aykırı bir durum ortaya koyuyor. Erkeklerin evde ya da okulda, çocukluklarından beri spora bir şekilde teşvik edildiğini, hatta bunun erkek olmak için önemli ölçütlerden biri olduğunu biliyoruz. Okulda futbol oynamayan, daha sessiz kalan erkeklerin akranlarınca zorbalığa uğradığı da yapılan çalışmalardan anlaşılıyor. [1]
Spor yapmayı kabul edip “erkek” olabilen veya olamayan çocuklardan sonra kız çocuklarının neler yaşadığına bakalım. Kız çocuklarının da toplumsal cinsiyet rollerine vurgu yapılıyor fakat erkeklerden tamamen farklı bir şekilde. Onlara çocuk besleme, doğurma gibi durumlarını tehlikeye sokacak sporlardan uzak durmaları söyleniyor. Örneğin bisiklet sürmek isteyip “kızlık zarı”nın zarar göreceği endişesiyle annesi tarafından engellenen çok fazla kız çocuğu var. Kadın bedeninin hassaslığı ve tamamen ataerkil sisteme hizmet eden kızlık zarı miti üzerinden kadınların spor konusunda cesareti kırılıyor ve bu durum erkek çocuklar için tersi bir yönde gerçekleşiyor. Onlar erkekliklerini geliştirmek ve ispatlamak için spor konusunda aileleri ve öğretmenleri tarafından sürekli cesaretlendiriliyor.

Bir şekilde bütün bu mitlere ve normlara karşı gelip spor alanında ismini duyurabilen kadınların neler yaşadığına da bakalım. Boksör Busenaz Sürmeneli 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda şampiyon olup altın madalya kazandığında çok tartışılan görüntüler ortaya çıkmıştı. Busenaz’ın antrenörü Cahit Süme altın madalyayı kendi boynuna takarak kameralara Busenaz ile poz veriyor ve konuşmanın çoğunu kendisi yapıyordu. Sporda kadın başarısının erkeklere oranla daha çok şaşırılacak bir olgu olması ve takdirlerin çoğunu erkek antrenörün toplamaya çalışması, kadınların sporda ikincil olduğu inancını destekliyor ve sürdürüyor.
Bu bağlamda kadınların spor dünyasında kenara itilmelerinin yanı sıra o kenar bölgenin de kadınların kadın kimliklerini sürdürdükleri sürece var olduğunu söyleyebiliriz. Feminen görünmeyen veya erkeklerin daha çok yer aldığı sporlarla uğraşan kadınların toplumdan olumsuz tavırlar alması sonucu bir savunma stratejisi olarak feminen davranışlarını arttırmaya çalıştıkları gözleniyor.[2]Kadın kimliğiyle var olmanın şartlarından biri, hegemonyanın da şartlarından olan heteroseksüelliktir. Yine geçen aylarda çok konuşulan Ebrar Karakurt’un lezbiyen kimliği onu heteroseksüel takım arkadaşlarına göre daha dezavantajlı bir konuma sokuyor. Kız arkadaşıyla çektirdiği bir fotoğrafını sosyal medyada paylaşması ve gelen tepkiler sonucu onu silmesi de spor dünyasında eşcinsel kadınların maruz kaldığı ayrımcılığın sadece görünen yüzü gibi. Buradan hareketle kadınların spor alanında sadece kadın kimlikleriyle değil diğer özellikleriyle de sürekli eril değerlere meydan okumak zorunda kaldıklarını söyleyebiliriz.
Busenaz ve Ebrar gibi istediği alanda kendini geliştirebilen şanslı bir grup dışında kalan kadınların bu konuda neler yaptığına bakarsak, geleneksel futbol ve voleybol gibi sporlarla ilgilenmelerine izin verilmeyince yoga, pilates, step gibi alanlara kaydıklarını ve hem sağlık hem de estetik endişelerle bunlara daha çok zaman ayırdıklarını gözlemliyoruz. Bunların, bedeni estetik anlamda bir uygunluğa getirmek için yapıldığını düşündüğümüzde bu olumlu görünen profilin aslında çok da öyle olmadığını anlıyoruz. Değişen dünya koşullarında sosyal medya, markalar, reklamlar ve influencerlar aracılığıyla kadın başka bir bedene dönüştürülmeye çalışılıyor sadece. Estetik görüntünün şartları değişiyor ve kadınlar yine ona uymak için çabalıyorlar. Dönüşüm sadece korseden ve sütyenden kurtulmakla, etek yerine pantolon giymekle olmuyor. Yüz yüze kaldığımız eşitsizlikler konusunda farkındalığımız ve öfkemiz her ne kadar artsa da bazı prangalardan ve içselleştirilmiş öğretilerden kurtulmak kolay olmuyor. Evde, okulda, sokakta, medyada öğretilenler zamanla değişiyor ve kadınlar başka bir profile uyum sağlamaya zorlanıyor. Günümüzde bu profil, kısmen daha kaslı ama estetik ve zayıf bir görüntü sunmak şeklinde. Kadınların günlük hayatta bu şekilde sporla daha fazla ilgili olması bedenleri ve sağlıkları açısından olumlu bir değişim sağlarken toplumsal cinsiyet normlarını sürdürme konusunda olumsuzdur.
Rukiye Yıldız
[1] Canan Koca ve Nefise Bulgu (2005). “Spor ve Toplumsal Cinsiyet: Genel Bir Bakış.” Toplum ve Bilim, sayı 103, s. 163-184.
[2] Canan Koca ve Nefise Bulgu (2005). “Spor ve Toplumsal Cinsiyet: Genel Bir Bakış.” Toplum ve Bilim, sayı 103, s. 163-184.