Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Doğuş Benli (Fotoğraf: Ajda Alçın)

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

İlk zamanlarda kitabım olsun diye bir düşüncem yoktu. Sadece yakınlarımın bildiği kişisel blogumda edebi kaygı gütmediğim öyküler ve çoğunluğu anı tarzında metinler yazıyordum. Bu durum bir gün işyerinden bir arkadaşımın Ethem Baran’ı edebiyat grubuna devam ettiğini öğrenmemle değişti. Arkadaşıma biraz baskı yapıp kendimi gruba dahil ettirdim. Yaklaşık üç dört yıl boyunca yaz dönemleri hariç iki haftada bir buluşup o haftanın kitabı üzerine konuştuk, grup üyelerinin yeni yazdığı öyküler üzerine tartıştık. Benim için Ethem Baran’dan ve arkadaşlardan geri bildirimler almak çok öğretici oldu. Ayrıca her yeni toplantı için bir şeyler karalama motivasyonu ile epey yazmama da vesile oldu. Bu süreçte Kitap-lık, Sözcükler, Notos gibi dergilerde öykülerim yayımlanmaya başladı. Buna rağmen 2019 yazına kadar hâlâ nasıl yazmak istediğimden emin değildim. O yaz, Mutluluğumuza’da da yer alan Yasemin (Notos’ta Jasmin adıyla yayımlanmıştı) öyküsü kafamda bir ışık yaktı. En sonunda, böyle yazmak istiyorum galiba, dedim. Peşi sıra birbirini tamamlar nitelikte öyküler kaleme alınca yazdıklarımdan kitap ortaya çıkabileceğini fark ettim. Sonra dosya bütünlüğü açısından bazı öykülere ekleme yaptım, mevcut öykülerime konu bağlamında benzer yeni öyküler yazdım. Dosyamın yeterince hacim kazanmasıyla birlikte de yoğun ve titiz bir çalışmayla tüm öyküleri baştan ele alıp dosyamı yayınevlerine göndermeye hazır hale getirdim.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

Öyküye geçişim aslında biraz da sinemayı beceremeyişimden kaynaklanıyor. 2013 yılında Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği’nde (AFSAD) kısa film atölyesine katılmıştım. O atölyede teorik dersler bitince film çekmek için ekipler oluşturuldu, senaryolar yazıldı. Bizim ekibin çekeceği film için benim senaryom seçilmişti. (Sonraki derse beş farklı senaryo yazıp getirdiğimden başka birininkini seçseler ayıp olurdu zaten.) Buraya kadar her şey yolunda gitti ama o filmi yönetmek de sonrasında kurgulamak da bir şekilde bana kaldı. Tabii acemilik, senaryoyu yazarken nasıl çekeceğimize dair pek düşünmediğimden elimi korkak alıştırmamış, sadece hikâyeye odaklanmıştım. Sonuçta 6 farklı mekânda geçen, dış çekimi, iç çekimi, araç içi çekimleri vs. olan, kısa filmlere göre uzun sayılabilecek 20 dakikalık bir film çıktı ortaya. O filmden bir sene sonra bu kez sadece çekilebilsin diye tek mekânda geçen bir senaryo yazmıştım ve yaklaşık on dakikalık monologdan oluşan bir sorgu hikayesini çekmiştik.

İlk filmde senaryoyu yazarken nasıl çekileceğini hiç düşünmemiş, ikincideyse kolay çekilebilir olsun diye kendimi sınırlamıştım. Asıl istediğimin özgürce hikâye anlatmak olduğunu ikinci filmi bitirdiğimizde anladım. Film çekmek ekip işiyken, öykü için kâğıt kalem yeterliydi. Bu özgürlüğü bir kez tattım sonra da devam ettim.

Tabii neden roman değil öykü, diye de sorulabilir. Öykü yazarken baştaki belirsizliği seviyorum. Örneğin çoğu kez masa başına oturduğumda ne yazacağımı bilmiyorum. Hikâye kendi kendine zamanla masaya oturdukça, kalemin ucunda düşündükçe oluşuyor. Ursula K. Leguin’in dediği gibi o sihirli gemi bir şekilde yolunu buluyor. Yazıp bitirdikten sonra ortaya çıkan şeye şöyle bir baktığımda çoğu kez nerden çıktı şimdi bu, diye şaşıyorum. Bu şaşkın halim hoşuma gidiyor. Roman ise bana göre ciddi planlama ve sistematik çalışma isteyen bir iş. Karakterleri, mekanları, kaç bölüm yazılacağını baştan bilmeden yazılamaz gibi geliyor ya da ben başka türlüsünü yapamam diyeyim.

Bir de zaman bulma meselesi var ki belki de en önemlisi bu. Tam zamanlı yoğun mesai isteyen bir işiniz ve iki küçük çocuğunuz varsa size kalan kısıtlı sürede öykü belki de kendiliğinden tek seçenek olarak ortaya çıkıveriyor.

Özetle şimdilik öyküyle memnunuz birbirimizden.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Notos, edebiyatla haşır neşir herkesin çok iyi bildiği, çok saygı duyduğum bir dergi. Bu nedenle, öykü türündeki bir kitap için Notos Kitap’tan yayımlanmanın okura ulaşmada önemli bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Tarzını da kendime yakın bulduğum için tercih ettim. Dosyamı matbaaya gitmeden tam bir yıl önce, Ekim 2020’de tamamlamıştım. İlk olarak üç büyük yayınevine gönderdim. Dosyam birinden reddedildi ancak diğerlerinden yanıt gelmesini beklemeden 2020 sonunda Notos’la anlaştık. Bunun üzerine dosyamı diğer ikisinden çektim. Dolayısıyla bu konuda şanslı olduğumu ve sizin tabirinizle çok fazla çekmediğimi söyleyebilirim.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Dosyamı yayınevine göndermeden önce değerli öykücü ve arkadaşım Pelin Buzluk’la çalıştık. O çalışmamızın sonunda zaten neredeyse basıma hazır bir hale geldi. Yine Ethem Baran öykü buluşmalarından arkadaşım Hatice Tosun’un son okumalarda kritik yerlerde önemli katkıları oldu. Notos Kitap’ın editörü Dilek Hanım’ın son dokunuşlarıyla da nihai halini aldı.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Son iki senedir yoğun bir şekilde bu kitaptaki öykülerle uğraşıyordum. Kitabın bağımsızlığını ilan etmesi beni epey rahatlattı. Artık herkes kendi yoluna gidebilir. Şimdilik henüz sınırlı sayıda okuyucudan dönüt alsam da gelen olumlu tepkiler beni çok mutlu ediyor. Aslında galiba sadece bunu ummuştum. Bu açıdan evet, umduğumu buldum diyebilirim.

Telif aldınız mı?

Evet.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

Yayımlanan ilk öyküm yaklaşık üç yıl önce Sözcükler Dergisi’nde çıkmıştı. Sonra yine Sözcükler, Kitap-lık, Lacivert ve Notos’ta öykülerim yer aldı. Oggito, Trendeki Yabancı ve Parşömen Sanal Fanzin’i de unutmayayım. Dolayısıyla mutfakta epey zaman geçirdim diyebilirim.

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Ciddi olduğum yakın çevremce bilindiği için bu açıdan bir değişiklik olmadı.

Peki, bundan sonra?

Emek verdiğim bir şeyin sonucunu almak, okuyuculardan güzel yorumlar duymak çok güzel. Biraz daha bunun tadını çıkaracağım. Birinci dosyadan sonra yazdığım 6-7 tane öyküm var. Bir süre sonra bunların yanına yenilerini eklemek için çalışmaya başlarım.