Notos Kitap sayesinde tanıdığımız Brenda Lozano, Meksikalı genç bir yazar. İdeal Defter ikinci romanı ve 2014’te yayımlandı. Geçtiğimiz günlerde de çeviri edebiyatımızda yerini aldı. Eseri İspanyolca aslından çeviren Nergis Gürcihan. Bu romanından başka öyküleri de bulunuyor yazarın. Ayrıca en son yazdığı romanının da Notos Kitap tarafından yayına hazırlandığı biliniyor. İdeal Defter içinbir kadının bekleyişi diyebiliriz baştan sona. Annesini kaybettikten sonra İspanya’ya giden sevgilisinin ardından geride kalan ve onun eve dönmesini bekleyen kadının adeta fiziksel bir ihtiyaçmışçasına deftere yazı yazmasından mürettep bir kitap elimizdeki. Aslında bir defter yani. “İdeal” marka bir defter bu, “Meksikalı Moleskine’ler” diye anılıyor kitapta. Sıradan fabrikasyon defterlerden değil bu İdeal’ler, hepsi el yapımı. Fakat artık kırtasiyelerde bulunmadıkları için kadının elindeki, son defterlerden biri. Nesilleri tükenmekte diyebiliriz bu sebeple.

Yazmaya, deftere, kağıdın dokusuna, kalemin yapısına bir övgüler birleşimi kitap. Öte yandan baştan sona günlük havası taşıyor olsa da bir roman. Hem bir iç döküş hem günlerin dökümü hem de beklemenin yarattığı ruh hâlinin yoğun olarak anlatıldığı bir roman. İsmini bilmediğimiz kadın anlatıcı, hayatta aklına takılan, kafasını meşgul eden her şeyi bu “İdeal” defterine yazıyor. Jonás’ın yani sevgilisinin yokluğundaki ruhsal dalgalanmalarını, hayata dair telaşlarını ve endişelerini okuyoruz. Tüm bunlarla başa çıkma yöntemi olarak yazmayı seçmiş bir kadın o. Yakın bir arkadaşıyla konuşmaları esnasında denizde boğulmamak için karşıya doğru değil çaprazlama yüzmek gerektiğini öğreniyor. Sonra da soruyor kendi kendine: “Hayatta nasıl çapraz yöne yüzülür?” Kendisinin de bilmediği ama çabaladığı bir şey bu. Hayatta kalmayı, sorunlarla baş etmeyi denizde çapraz şekilde yüzme olarak metaforlaştıran yazar, karakterine bunu yazarak yaptırıyor. Kitabın kapağında da bu “yazı-yüzmek” ifadesine yer verilmiş ki, hazır bundan söz etmişken, çok güzel bir kapak tasarımı olduğunu da söylemek gerek.
Karakterin yazmak, kalem çeşitleri ve yazarlar hakkındaki iç konuşmalarına şahit oluyoruz ara ara. Aynı zamanda Ideal Defter’e övgüler de içeriyor bol bol:
“Dün Ideal defterimin bitmek üzere olduğunu fark ettim ve birkaç tane daha almaya gittim. Elbette bulamadım. Escandón’da eski bir kırtasiyede hemen hemen aynı döneme ait, Atlántida adında başka bir defter buldum. Üstünde Atlas figürüyle ‘garanti ve kalite’ sloganı vardı, yuvarlak fontla yazılmış kelimeler sırtında dünyayı taşıyan bir insan şekli oluşturuyordu. Ideal defterin güzel yanlarından biri üstünde bir slogan bulunmaması. İdeal olan şey kimin okuduğuna göre ideal, bir ayna kelime gibi, kendi yansımamızı gördüğümüz doğal bir kelime.” (s. 121)
Odysseia‘nın Odysseus’u kitabın odağında duruyor. Eserdeki kadın anlatıcı ile İspanya seyahatinde olan ve ne zaman döneceği belli olmayan sevgilisi Jonás; Odysseus ve Penelope’nin modern bir uyarlaması gibi adeta. Penelope; Odysseia Destanı‘nın kahramanı, Truva Savaşı’na gitmiş olan Odysseus’un eşi. Onun yokluğunda saraya yerleşen erkekler arasından eş seçmek durumunda ve bunu ertelemek için gündüz ördüğü örgüyü gece sökmesiyle biliniyor. Bu kitapta da kadın, sevgilisinin yokluğunda yazar, çizer, siler, bozar. Bu yüzden yazmak, modern bir örgü metaforudur aynı zamanda:
“Bugün Jonás seyahatten dönene kadar örüp sökmek için yün ve şiş almayı düşündüm ama sonra bu deftere yazmanın örgü örmekle benzer bir yanı olduğunu fark ettim. Defterimin çizgileri bebe mavisi ve bir kanaviçe işçiliğiyle dizilen kelimeler de çorap, atkı ya da bir halı gibi davranabilir. Belki de Jonás seyahatten dönene kadar hepsini söküp yeniden örer ve yine sökerim.” (s. 30-31)
Öte yandan romanda kadın ile sevgilisinin bir kedileri vardır. Telemakhos. Bu, destanda Penelope ile Odysseus’un oğullarının ismi. İlişkileri modern bir Yunan anlatısına dönüşmeden önce kedilerine verdikleri bu isim ironik açıdan yorumlanabilir. Bir kendini gerçekleştiren kehanet mevzusu da diyebiliriz elbette.

Beklemek de romanın diğer bir ana akış yönünü oluşturuyor. Jonás hakkında anlatıcının söyledikleri dışında pek bir bilgiye sahip değiliz. Annesinin ölümünün ardından kendini bir türlü toparlayamayan yetişkin bir erkek olduğunu biliyoruz. –Bu konuya ayrıca değineceğim.– Anlatıcı kadın ise sevgilisinin yokluğunda tam olarak neyi beklediğini bilmeden sadece bekliyor. İlk zamanlar, defterinde çok daha aşk ve özlemle bahsederken sevgilisinden, günler geçtikçe –ki tam olarak kaç gün, hafta, ay (?) geçtiğini de bilmiyoruz– defteriyle hemhâl olmuş, onsuz da yaşayabileceğini öğrenen bir kadına evriliyor anlatıcı. Romanın tamamına dağılan bu çabalamayı bir nevî çapraz yüzme olarak düşündüm ben. Birbirinin aynısı olan günleri farklı kılmak adına hayatın önemsiz diye nitelendirilen detaylarına, onun deyimiyle “işe yaramaz şeyler”e odaklanıyor sürekli. Bunu yapmak zorunda çünkü dönüp dönmeyeceğini bilmediği birini bekliyor her gün. Godot’yu Beklemek düşüyor aklımıza bir yandan bu sebeple. Sevgilisi fiziksel olarak bir seyahatte fakat kadın da koltuğunda, defterinin başında bir seyahate çıkıyor onun yokluğunda. Bunu da sayfalarına not ediyor devamlı:
“Bazen beklemekten yoruluyorum. Neyi bekliyorum? Jonás’ın eve dönmesini mi, yoksa yaşadıklarını benimle paylaşmasını mı? İspanya seyahati beni de başka bir yolculuğa çıkardı. Jonás seyahatteyken çıktığım bu yolculuk defterler altında yirmi bin fersah.” (s. 106)
Son olarak değinmek istediğim mesele anlatıcının ağzından dinlediğimiz, annesinin ölümü sonrası kendini toparlayamayan sevgilisi: Jonás. Babası ve kız kardeşi de olmasına rağmen annesinin ölümü üzerine onlardan çok daha büyük yıkım yaşıyor Jonás. Ailenin diğer üyeleri bir şekilde hayatta kalmaya çabalarken o herkesle bağını bir anda koparıp annesinin peşinden İspanya’ya gidiyor. Kimseye bir açıklama yapmadan. Bu süreçte babası ve kız kardeşi bile geride bıraktığı kadınla çok daha fazla iletişim hâlindeler. Hatta sevgilisini mazur görmesini istiyorlar ondan. Çünkü Jonás duygularını asla paylaşmayan kapalı bir kutu. Bahsedilen, sanki annesini kaybetmiş ve bu yüzden etrafına küsmüş küçük bir çocuk gibi geliyor kulağa. Oysa matematik doktorası yapmış, yetişkin bir erkekten söz ediyoruz. Ardında bıraktığı sevgilisine en ufak bir açıklama yapmayarak büyük bir yük bırakıp giden Jonás, eğer dönerse ne olacak? Romanın sonlarına doğru bu mevzuya inceden değinmiş yazar. Anlatıcıya şunu söylüyor romanda başka bir kadın: “Muhtemelen döndüğünde annesini sende arayacak. Meseleleri yatağa götürmediğiniz sürece beraber olabilirsiniz.” (s. 166)
Peki, o ne yapacak, kurtaracak mı sevgilisini? Ya da aslında öyle bir derdi var mı? Sevgilisinin yokluğunda yaklaşıyor mu uzaklaşıyor mu? Bunlarla yüzleşmek kolay değil elbette ama sonunda ne yapmaya karar verecek? Tüm bu sorular bir noktadan sonra silikleşiyor çünkü yazarın dediği gibi “yolculuk ne kadar derin ya da yüzeysel olursa olsun, dönüşen şey onu nasıl anlattığımızdır.”
Nagihan Kahraman