Yazdığı on bir öykü kitabıyla öykücülüğümüzde kendine önemli bir yer edinen Tomris Uyar, çeviri ve günlükleriyle de edebiyatımızda iz bırakmıştır. Çoğu zaman romana geçiş türü olarak değerlendirilen öyküye bağlılığını roman yazmayarak kanıtlayan Uyar, Yürekte Bukağı (1979) ve Yaza Yolculuk (1989) kitaplarıyla iki kez Sait Faik Hikâye Armağanı’na değer görülür. İlk öykü kitabı İpek ve Bakır’dan (1971) son kitabı Güzel Yazı Defteri’ne (2002) kadar yeni arayışlar içinde olmuş, üslup ve biçem bakımından deneysel denebilecek çalışmalar yapmış ve öykü tekniğini geliştirmiştir. Bu kendini yenileme ve aşma çabasına karşın öykülerinde değişmeyen bir özün olduğu da görülür. Bunun en iyi örneklerine Yürekte Bukağı kitabında rastlıyoruz. Bu kitaptaki on öyküden biri olan “Dikkat! Kırılacak Eşya” üzerinde durarak Tomris Uyar öykücülüğüne biraz daha yakından bakmaya çalışacağım.
“Dikkat! Kırılacak Eşya”, erkek olduğunu sonradan anlayacağımız kişinin iş yerine kendisini ziyarete gelen eski bir okul arkadaşıyla konuşmasıyla açılır. Ziyarete gelen kişinin kadın olduğunu da birazdan anlayacağız. Erkek, yanında çalışan Fatma Hanım’a “Hanım, okul arkadaşım, eski arkadaşım” (s. 70)[1] şeklinde açıklama yaparak gelenin kimliğini açık eder. Öykünün girişinde erkeğin konuğunu karşılamak için sarf ettiği cümleler okura pek bir şey ifade etmez başlangıçta. İki arkadaş yıllardır görüşmemiştir. Bu yüzden erkek oldukça şaşkın ve heyecanlıdır, konuğunu nasıl ağırlayacağını bilemez, onu rahat ettirmeye çalışır. Giriş kısmındaki konuşmalar, konuk ağırlarken söylenen klasik cümlelerdir ama işin rengi gittikçe değişecektir. Konuşmaları ilginç hâle getiren ise yalnızca erkeğin söylediklerini duymamızdır. Tomris Uyar, burada diyaloğun tek bir tarafını vererek farklı bir teknik kullanır ve bu, öykü boyunca devam eder. Dolayısıyla kadının neler söylediğini erkeğin verdiği karşılıklardan çıkarabiliriz.

Giriş kısmında kadının bir yazar olduğunu, erkeğin de roman okumaktan pek hoşlanmadığını öğreniyoruz. “Benim işim imza atmak. Bütün gün imza atmak” (s. 70) diyen erkek, hemen bu sözlerinin ardından konuşmayı keserek kendi içine döner ve düşüncelere dalar. Burada farklı bir teknik daha devreye girecektir. Erkeğin o andaki düşüncelerini açığa çıkaran iç sesi, italik yazılan ayrı paragraflarda verilir. Bu teknik de öykünün tamamına yedirilmiştir. Böylece öykü iki düzlemde ilerler:
1. Kadınla erkeğin diyaloğu, ki bunun da tek taraflı bir diyalog olduğunu söylemiştik.
2. Erkeğin iç sesini aktaran iç monolog bölümleri.
İkinci düzlem uzunlu kısalı beş paragraftan oluşur. Hem bu bölümlerde hem de diyaloğun bizimle paylaşılan kısımlarında iki arkadaşın geçmişine yönelik bilgiler ediniriz. Bunun yanında her ikisinin ama daha çok da erkeğin iç dünyasını daha yakından tanımış oluruz. Öyküde farklı teknikleri bir arada kullanarak parçalı bir metin yaratan Tomris Uyar, birçok öyküsündeki gibi biçimsel bir arayışın peşinde olduğunu gösterir bu öyküde de.
Giriş kısmı dediğim bölümden sonra gelen ilk italik yazılı kısımda erkek, işini sevdiğinden ve iş yerinde kendisini güvende hissettiğinden söz eder. Öykünün tamamı iş yerinde geçtiği için konuşma sırasında odaya iki kişinin daha girdiğini görürüz. Birisi sekreter Güler Hanım, diğeri de temizlik işlerinden sorumlu olduğunu düşünebileceğimiz Fatma Hanım. Erkeğin ne iş yaptığını tam olarak anlamayız ama ticaretle ilgili bir iş olduğunu çıkarabiliriz. “İmzama âşık mıyım? Belki” (s. 70) diye sorması da kendi varlığını yaptığı işle tanımladığına işarettir. Erkek, işiyle ilgili olarak son derece özgüvenli bir tavırla kimi cümleler sarf etse de bir şeylerin yolunda gitmediğinin ilk işaretlerini de bu kısımda alırız. Erkek, tamamen iç dünyasına gömülmüştür. “Ona bunlardan söz etmeyeceğim” (s. 70) demesi aklından geçenleri kadınla paylaşamayacağının göstergesidir. Burada anladığımız gibi kadının gelişi erkeği kendi hayatıyla yüzleşmeye çağırır. Tomris Uyar, birçok öyküsünü yüzleşme ve hesaplaşma anları üzerine kurgulamıştır.
Öyküyü yorumlamak için olay örgüsünde aşama aşama ilerlemek gerekiyor; çünkü neredeyse her bir cümle bize farklı bir gerçekliği açık edecek. Bu sebeple öyküyü birkaç kez dikkatli bir şekilde okumak öyküyü daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Erkeğin işi üzerine düşündüğü italik kısımdan sonra kadınla erkeğin yine iş üzerine konuştuklarını ve kadının erkeğe işiyle ilgili sorular sorduğunu anlıyoruz. Erkeğin burada söylediği şu cümleler, kapitalist ekonominin piyasaya hâkim olduğunu ve paranın meta hâline geldiğini kanıtlar nitelikte: “Satış müdürlüğü var, pazarlama müdürlüğü var. Yeni Türkiye’ye özgü meslekler bunlar. Çevren geniş olacak, yüreğin de. O zaman sırtını sıvazlıyorlar.” (s. 71) Bu günlerde de sıkça kullandığımız “Yeni Türkiye” tabiri o dönem için farklı parametrelere işaret eder kuşkusuz. Öykünün 1970’lerin ikinci yarısında yazıldığını düşünürsek değişen toplum yapısına yönelik çıkarımlar da yapabiliriz. Demek ki Tomris Uyar öykücülüğünde sıkça karşılaştığımız gibi bireyselden toplumsala açılarak döneme dair göndermeler yapıyor bu öyküde de yazar. Olay örgüsü ilerledikçe daha çok veri elde edeceğiz bu konuda ama Uyar’ın “küçük burjuva” yaşamı ve değerlerine yönelik eleştirel tutumuna giriş yaptığı yer burasıdır. Uyar’ın birçok öyküsünde küçük burjuvaların aile ve aşk ilişkilerine, dostluklarına, maddi şeylere ve paraya ne kadar değer verdiklerine, ideallerinden vazgeçip kalıplara hapsolduklarına şahit oluruz. Bu kişilerin çoğu buradaki erkek karakterde de yansımasını gördüğümüz üzere “mış gibi” yaşadıkları için mutsuzdur. Ayfer Tunç “Dikkat! Kırılacak Eşya” üzerine yaptığı bir konuşmada[2], burjuva kavramının tanımının o günlerden bugünlere değiştiğini ve öykünün, bugünün gençlerinin tam olarak çözemeyeceği bazı kodlar içerdiğini belirtir. Bunda doğruluk payı var ancak 1970 ve 1980 yılları arasında birçok farklı kalemin elinden çıkan öykülerde bu yılların Türkiye’sine dair çeşitli bilgilere ulaşabilir ve dönemin kodları üzerinden bir okuma yapmaya çalışabiliriz.
İkinci italik: Tomris Uyar burada geriye dönüş tekniğini kullanarak erkeğin iş gezilerinden birinde yaşananlara dair bilgi verir. Hangi şehirde olduğunu hatırlamadığı bir otel odasında çok içtiği için kusarak uyanmıştır erkek. Ona “ikram” edilen kadınla birlikte olmadığını hatırlar. “İkram” ifadesiyle paranın yanında kadın bedeninin de meta hâline getirildiğini anlıyoruz. Diyarbakır, Adana ya da Sheraton’da “Yeni Türkiye’nin” mesleklerini icra eden erkekler grubu, iş toplantılarından sonra konuklarına bir “kaçamak” ortamı hazırlamayı görev edinmişlerdir. Erkek o geceyi hatırladığında hâlinden memnun değilmiş gibi görünür. “Başımı kaldırıp aynaya baktım. Bir zamanlar imzam kadar yakışıklı olan yüzüme” (s. 71) cümlesinde toplumsal statü belirtisi olan “imza” kelimesine tekrar yer verilmiş ve erkeğin fiziksel görüntüsünden memnun olmadığı ifade edilmiştir. Şu sözleri ise kendi varlığından bile rahatsız olduğunu düşündürür: “Kusarak biteceğimi sandım. O ölümcül hastalığın bedenimden yıkanıp gideceğini düşündüm. Adı bin kere değiştirilmiş bir sokak köpeği gibi yeni verilecek bir ad’a yaraşmayı düşündüm.” (s. 71). Burada erkeğin kendine yeni bir ad bulmayı isteyecek kadar varlığından rahatsızlık duyduğunu hissediyoruz.

Bundan sonra “Dalmışım. Kusura bakma” (s. 72) diyerek yine diyaloğa geçer erkek. “Senin bir okul çayında dediğin şeyleri düşünüyordum. Bir anlamda” (s. 72) demesi ise gerçeği yansıtmaz; çünkü az önce okuduğumuz gibi okul çayını değil, otel odasında yaşadıklarını düşünmektedir. İlerleyen diyalogda kadına hitaben söyledikleri kadın hakkında az da olsa bilgi edinmemize yarar. Bir defasında okul çayına “rüküş, mavi bir entari”yle gelmiştir kadın. Erkek bunu bir “başkaldırı” olarak niteler. Bu ifadeden kadının herkes gibi olmak istemediğini ya da farklılık çabası içerisinde olduğunu düşünebiliriz. Ondan beklenenleri değil, kendi istediklerini yapan biridir kadın. Bu özelliği erkekle tamamen zıt karakterlere sahip olduklarını da açığa çıkarır. Nitekim şöyle diyecektir erkek kadına: “Senin yanında hep suçluluk duyardım, kolay değil. Giyim-kuşamımdan, sınıfımdan, sanki aynı sınıftan değilmişiz gibi ilişkilerimden?” (s. 72). Burada iki arkadaşın aynı sınıftan olduklarını öğreniyoruz. Sınıf meselesi Tomris Uyar öykücülüğü için anahtar kavramlardan biri. Uyar, birçok öyküsünü kimi zaman aynı, kimi zaman da farklı sınıflardan insanların ilişki ağları üzerinden kurar. Kişilerin sınıf değerlerini nasıl içselleştirdikleri ve hayatlarını bu değerler çerçevesinde yürütüp yürütemedikleri önemli bir sorunsal hâline getirilir. “Dikkat! Kırılacak Eşya”da aynı sınıftan iki insan var ama biri o sınıfa uygun bir hayat sürerken diğeri sınıfının değer yargılarını ve yaşam biçimini kabullenmeyi reddeder.
Üçüncü italik: Bu kısımda erkeğin ilişkileriyle yüzleşmesini okuyoruz. Erkek, pek çok konuda olduğu gibi aşk ilişkilerinde de sınıfına özgü reflekslerle hareket etmiş, iç sesini dinlememiştir. Belki de gençlik yıllarında ne istediğinin tam olarak farkında değildir. İstediğini almakla uğraşmak yerine ona verileni kabullenmiştir. Yahut da hemen elinin altında olan şeyleri istediğine inandırmıştır kendini. Burası yoruma açık; ancak erkeğin kadınla ilgili şu düşünceleri gecikmiş bir itiraf gibidir: “Beni sevdiğine güvenirdim. Resimlerimi gösterdiğim tek arkadaşımdı. Sevgililerimden söz edebildiğim tek kızdı.” (s. 72). Buradan iki arkadaşın arasında güçlü bir bağ olduğunu sezebiliyoruz. Buna aşk denebilir mi, çok net değil ama erkek şunu da sorar kendine: “Neden şu yaşının çizgilerini daha o günlerde ele veren bu kadına âşık olmadım? Neden?” (s. 72). Bu gecikmiş soru, eğer önceden sorulabilseydi, erkeğin hayatı için belirleyici olabilirdi ama artık geç kaldığını, yaşamını değiştiremeyeceğini anlıyoruz. Bunun yanında erkeğe dair önemli bir şey daha öğrendik burada: Resim yaptığını. Resmi bırakıp ticarete geçmek de onun kişiliğiyle ilgili bir göstergedir. Kendi yaratıcılığını gösterebileceği sanat alanı yerine başka bir varoluşu seçer ki bu da paranın, itibarın ve iktidarın alanıdır. Oysa kadın onun tersine sanat alanında kalarak roman yazmaktadır. Böylece iki arkadaş yine karşıt konumlarda yer alır. Kadının sözlerinden erkeğin iyi resim yaptığını söylediğini çıkarıyoruz. Erkek ise buna karşılık “olabilir-ressam” olmayı istemediğini, resmi tamamen bıraktığını ifade ediyor. Behçet Çelik’in de vurguladığı gibi Tomris Uyar’ın öykülerinde “başka türlü bir hayat kurma çabasından pes eden, toplumsal kabullere teslim olanlar çoğunlukla erkeklerdir.”[3]
Dördüncü italik şu iki kısa cümleden oluşur: “Uykusuz gecelerimde o sesi hep duyarım. Ama ona söz etmeyeceğim bundan.” (s. 73). Erkeğin hatırladığı ses, kadının okulun çay partisinde söylediği sözlerdir: “şu çevrende dolaşan kızlara kadınlara ayırdığın zamanın bir bölümünü kendine ayır. Yeteneklerini bir tanısan…” Kadın burada erkeğin resme olan ilgisini ima ederek yeteneklerinin farkına varması konusunda arkadaşını uyarıyor. Bu uyarı, aralarındaki samimiyetin ifadesi. Kadının onu ne kadar ciddiye aldığını, değer verdiğini belli ediyor.
Bu italiğin ardından gelen karşılıksız diyaloglarda yine ilişki konusuna dönülür ve erkeğin “boynu eğik, bir erkeği mutlu edebilecek, güvenilir bir kız” olan Mehveş’le evlendiğini öğreniriz. Erkeğin burada karısına ve evliliğe dair düşünceleri son derece eril bir bakış açısıyla aktarılır. Mehveş evin düzeninden sorumlu, çocuğuna bakan “ideal” bir anne olarak tarif edilir erkeğin gözünden. Erkek de düzeni sağlanan, temiz tutulan eve zamanında gelmeyi, dışarıya gitmemeyi kocalık görevini yapmak olarak niteler. Yani son derece sığ bir şekilde evlilik kurumunun varlığını sürdürmesinin gösterenleri olarak hem kadına hem de erkeğe belli görevler yükler. Ancak bu diyaloğun hemen ardından gelen italik kısımlarda evliliğe bakışının çok daha farklı olduğunu görürüz.
Beşinci italik: Burada erkeğin iç dünyası tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkar. Bir önceki paragrafta kendini “ideal” bir koca olarak tanıtıp huzurlu bir aile ortamında yaşadığını söylemesine rağmen aslında karısıyla aralarında bir mesafe olduğunu, âşık olmayı bile beceremediğini itiraf eder erkek. Paragrafın sonunda “Ya eve, bir gün yirmi dakika gecikirsem?” (s. 74) diye sorması ise kalıplara bağlı bir biçimde yaşadığının ve güvenli limanından çıkarsa hayatının darmadağın olacağının güçlü bir ifadesi. Kadınla konuşmalarında her ne kadar aksini iddia etse de korkak ve iradesiz bir karakter vardır karşımızda. Yalan söylemeyi sevmediğini dile getirir kadına ama yalanlar söylediğine bizzat şahit oluruz. İçinden geçirdikleri ile kadına söyledikleri birbirini tutmaz. Ona karşı biraz sempatimiz varsa bile öykü ilerledikçe bunu yavaş yavaş kaybederiz. Bu noktada tekniğin içerikle ne kadar uyumlu olduğunu da vurgulamak gerek. Erkeğin iç sesi ile diyaloglarda sarf ettiği cümlelerdeki zihin dünyası birbirinden farklı. Böylece gerçeğin iki yönüyle karşılaşmış oluyoruz öyküde. Füsun Akatlı’nın da vurguladığı gibi Uyar’ın öykülerinde “biçim içerikle ayrılmazcasına birlikte yoğrularak” biçemi oluşturur.[4]
Son paragrafta diyalog sona erecektir artık. Kadın, erkeğin masasında duran “Romeo Yanılgısı” isimli kitaba bakmaktadır. Neden sonra erkek, kadının dürüstlüğünü, farklılığını vurgular ve kadının kendi ifadeleriyle “yoz ilişkilerden, kentsoylu hüzünlerinden” kaçmasının haklılığına değinir. Kadının bir daha yanına uğramayacağını düşündüğünü söyler. Kadın bu sözlerin üzerine bir anda yerinden kalkar ve öykü biter. Erkek kadına tek bir cümle bile sarf ettirmemiştir. Kadının neden orada olduğunu, bunca yıl neler yaptığını sormamıştır. “Kalıbımı basarım, aşk evliliği yapmışsındır” (s. 74) diyerek tahminlerde bulunur ama o kadar kendi içine dönüktür ki kadının varlığını unutmuştur sanki.
Kadının neden yıllar sonra arkadaşını ziyarete gittiğini anlayamıyoruz. Şu ihtimaller düşünülebilir: Eski arkadaşını özlemiştir, yıllar sonra bir itirafta bulunacaktır. Belki bir derdi vardır, onu paylaşacaktır. Ya da adamdan yardım isteyecektir. Son ihtimal daha kuvvetli görünüyor çünkü, öykünün hemen başlarında erkek, Güler Hanım’a hitaben kadının “araya giren santral, sekreter, toplantı” engellerini aşamayıp doğrudan iş yerine geldiğini söylemişti. Bu engelleri aştığına göre ortada önemli bir mesele olsa gerek. Öykünün sonuna doğru kitaba bakan kadının gözyaşlarına tanık olduk. Ancak kitaba bakarken bir şey hatırladığı için mi yoksa başka bir nedenle mi gözlerinin yaşardığını da çıkaramıyoruz. Son bölümde şöyle diyor erkek:
Kitaba mı bakıyordun? Niye gözlerin doldu ki? Evet adı “Romeo Yanılgısı”. Ne var bunda? (s. 74).
Murat Gülsoy, bir doktor tarafından yazılan bu kitabın[5] zamanında bir “best- seller” olduğunu söylemiş.[6] Kitapla ilgili bir gönderme var mı burada bilmiyoruz ama kadının son derece üzgün olduğu açık.
Peki, kadının ziyareti erkek için ne anlama geliyor? Bunun bir yüzleşme olduğunu daha önce belirtmiştim ama şu sorular üzerine de düşünülebilir: Erkek, kadını özlemiş mi? Kadının gelişinden mutlu olmuş mu? Bunlara net bir cevap verebilmek zor. Zaten Uyar’ın amacı da bu sorulara yanıt vermekten çok erkeğin nasıl bir yaşamı olduğunu ve sınıfına ait kodları nasıl içselleştirdiğini göstermek. Bunu aktarırken de kadınla aralarındaki zıtlığı vurguluyor. Erkek, kadına dair bir şeyi merak etmediğini, ona soru sormadığını en sonunda fark ediyor: “Dur şimdi. Dur bir dakika. Yeni geldi aklıma. Bir derdin olmasaydı… Kendimden söz etmekten, sana… Neyin var?” (s. 75). Erkeğin bu tavrı son derece bencilce. Kadın karşısında olmasa da konuşacak sanki. Kadının aralarda soru sorduğunu anlamasak bunun hayali bir diyalog olduğunu bile düşünebiliriz. Öykünün gücü de buradan geliyor. İki kişi arasındaki iletişimsizliği farklı teknikleri bir arada kullanarak çok iyi yansıtmış Tomris Uyar.
Öykünün başlığı da bu ikili arasındaki ilişkinin kırılganlığına bir gönderme gibidir ama daha çok erkeğin yaşamını imler. Erkek, bu zamana kadar kurduğu yaşamı, kırılacak bir eşya gibi koruma altına almaya çalışsa da eşyalar çoktan kırılmıştır. Kadının gelişi bununla yüzleşmeyi sağlar yalnızca. Bu yüzleşme onu farklı bir noktaya taşımayacak, yaşamına kaldığı yerden devam edecek, imzasına âşık biri olarak başka yaşam ihtimalleri üzerine düşünmeyecektir. Görüldüğü gibi bu çarpıcı başlığın öyküde geçtiği bir yer yoksa da neyi imlediği oldukça açıktır. Tıpkı başlık gibi öyküde kullanılan dil de içerikle bütünleşir. Konuşma doğallığına uygunluk bakımından bazı cümleler yarıda bırakılmıştır. Diyaloglar da konuşma dilinin kalıplarına uyar. Sadece ticaret hayatına fazlaca gömülmüş bir erkeğin iç sesini imgesel bulabiliriz kimi yerlerde. Bu imgeleri, onun resim geçmişinin bir tezahürü gibi düşünebilirsek de zaman zaman karakterin değil, yazarın sözcüklerinin öne geçtiğini söyleyebiliriz.
“Dikkat! Kırılacak Eşya”, Tomris Uyar’ın en bilinen öykülerinden biri değil belki ama burada da yorumlamaya çalıştığım gibi içerdiği birçok unsurla onun öykü dünyasını bize yansıtıyor. Uyar günümüzde, yazdıklarından çok özel hayatı ve İkinci Yeni şairleriyle ilişkileri bakımından tanınan bir yazar olsa da popüler kültüre yem olamayacak kadar güçlü bir yazarı, eserleri bağlamında değerlendirmek ve sanatına yeterli ilgiyi göstermek gerek.
Sibel Yılmaz
Tomris Uyar fotoğrafı H. Turgut Uyar’ın sitesinden alınmıştır. H. Turgut Uyar’ın notu: “Tomris Uyar, yaklaşık 1969 yılı, Tarabya’daki evde.”
[1] Tomris Uyar, Yürekte Bukağı (4. Baskı), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2014.
[3] Behçet Çelik, “Taze Solukla Onulmazlık Arasındaki Kıl Payı Ayrım” Notos, 2012, sayı 33, s. 27.
[4] Füsun Akatlı, Öykülerde Dünyalar, Boyut Kitapları, İstanbul, 1998, s. 30.
[5] Lyall Watson’ın yazdığı The Romeo Error, Erzen Onur tarafından Ölüm Yanılgısı ismiyle çevrilmiş (1979).
Ellerinize sağlık. çok kıymetli ve dolu dolu bir yazı olmuş. Şahsen koşa koşa eve gidip öykü okuyasım geldi. Teşekkürler tekrardan.