Cansu Selçuk Çağlar

Elimdeki kitabın duvarda çıkardığı korkunç sesten çok, ardında bir leş bırakmamış oluşuyla irkildim. Yoktu işte. Kana susamış bir avcı bakışıyla taradım odayı. Gördüğümü sandığım anda kayboluyor, varlıkla yokluk arasında dans ederek dalga geçiyordu benimle. İncecik bir vızıltı, “Yakalayamazsın kiiiiii!” Hem nasıl yakalarım gör bak, canına bile okurum da şu bacağım su koyuvermese. Ah, Enver ah! Horlayacağına bir bak be adam, ne bu gürültü, bu ne kıyamet bir bak. Ama yok, duymaz ki. Sağırlığı horlamasından, horlaması sağırlığından beter. Kabul etmez de hiç. Yıllardır ayrı odalarda uyuyoruz. Nafile! O uyuyor, ben sabahı buluyorum bir şekilde. Al işte bugün de bu musibetten sebep uyuyamadım.

Kalkmaz tabii, kahvaltı hazır olsun ki çıksın yatağından. Tabak çanak gürültüsü onu uyandırmaya yetmez. O, tüm sesler susup da, ince belli bardağımda söylenerek çevirdiğim kaşık, kulaklarını çınlatmadan uyanmaz. Kırk yıldır alarm bellediği ses, mezarda olsa uyandırır onu. Çıkar gelir, hazıra konar.

Yine öyle gelip yanıma oturuyor. Bu sabah biraz rengi soluk mu ne? Aman şimdi naz yapar. Bütün gün uğraş dur. Her gün bir yeri ağrır, ya dizi ya başı. Onlar iyiyse, beli ya da omzu. Olur da ona iş söylerim diye önlemini alır kendince. Söylüyorum da değişiyor mu sanki? Kapı gıcırdıyor desem yağı ben getiririm. Bir çivi çakacaksa çekici ben bulurum. Eli de bir yavaş ki! En son kavga ettiğimizde salona süpürge tutuyordu. Ben bütün evi sildim süpürdüm, salon bana mısın demedi. Verem oldum verem. Aa, telefon çalıyor. E, ama kime diyorum. Kapanacak be adam. Bak yine takmamış kulaklığını. Öylece koymuş televizyon sehpasına. Tamam, tamam ben bakıyorum. Geldim işte.

Alo, Nurten, sen misin? E, ancak kızım. Benden başka telefona, kapıya koşturan mı var? Her işi ben yapayım, o anca tepemde dikilsin, akıl versin. Niye öyle diyorsun evladım. Tamam, iyiyim ben. Canım niye üzmek isteyeyim seni? Sordun, söyledim. Ne yapayım, hiç değişmiyor. Yine çürük çarık ne varsa kakalamışlar. Kabul eder mi hiç? Vay, ben ne anlarmışım sebzenin hasından. Sabah sabah takmış sarı bezime. Çamaşır suyuna konmazmış, cart koparıp kullanayım diyeymiş, sana ne canım. Erkek adam mutfakta her işe karışır mı? Nurten? Sen beni dinlemiyor musun? Alo, Nurten? Al işte, babasının kızı, kapatmış. İşinize gelmeyeni duyunca kapatırsınız tabii. Hiç sıkıya gelmeyin siz.

Telefona ben baktım işte, n’oldu? İncilerim dökülmedi ya. Aman sakın cevap verme sen. Sofradan da kalkmışsın. Bari tabağını kaldırsan, ölür müsün bir şey götürsen mutfağa? Eyvah, bak Pablo işemiş yine koridora. N’apsın zavallı, bir ben temizliyorum kumunu. Eskiden en azından şu yavrucağıza bakardın. Şimdi o da yok. Yetişemiyorum ki her şeye canım. Bir gün düşüp kalacağım göreceksin. Yok, ama duyma sen! İyi numara, takma kulaklığını rahat et. Bak, havlu askısını da değiştirmemişsin. Nasıl yamulmuşsa artık sahibi gibi yan yatmış. Ha düştü, ha düşecek görmüyor musun be adam?

Duymuyorsun anladık, bari gör. Yalnızlığımı, yorgunluğumu gör. Kör bir kalemtıraş gibi birbirimizi yonttuk yıllarca; kıra kıra, döke saça. Ömrümüz ele avuca gelmez bir kalem kadar kalıncaya dek anlamadık. Didiştik durduk. Televizyonun karşısındaki kanepeye kurulmuşsun yine. Ses etmeyeceğim bu sefer merak etme. Azıcık yürüsen daha iyi olurdu ama. Hatırlıyor musun Nurten bir keresinde siz bayağı didişerek sevişiyorsunuz demişti. Haksız da sayılmazdı hani. İlahi Enver. Bak, gene beni lafa tuttun. Sen filmi bitirdin, ben bulaşığı. Akşam yemeğini bile yaptım vallahi. Musakka yaptım ama fırında pişirdim patlıcanları, kızartmadım diye söyleneceksin yine bi dolu.

Aa, az kalsın unutuyordum bak. Dün Şeref aramıştı. Hâl hatır sormak için. Yok dedim, yine ararım dedi. Aysel sen çok güçlü bir kadınsın diye ekledi, iyi dayanıyormuşum. Şeref biliyor tabii senin ne zor bir insan olduğunu. Sahi bunca zaman o nasıl dayandı sana? Seni ilk gördüğüm gün Şeref de vardı yanında. Kırk yedi yıl olmuş, sen anneme ve ablama aldırmadan önüme bir kibrit kutusu atalı. Şeref de ablamı kesmişti. Hiç kabul etmedi ama ben senin ağzından almıştım. İlk mektupta ablamın bekâr olup olmadığını sormandan anlamıştım. Onlar için bir ihtimal yoktu ama biz pekâlâ yapabilirdik. Onca yola, onca itiraza rağmen yazıştık. Elimdeki adrese günlerce bakıp, onlarca mektup yazdım sana. Aylar sonra birini seçip yollamaya cesaret edebildim. ‘Kibrit kutusundan çıkan adrese mektup göndermek de ne demek? Yarım akıllı mısın sen, yoksa hafif meşrep mi?’ Cevabını alamadan yıllarca sordu annem. Ama ne yazardın be Enver, dilinde akrep beslemezmişsin gibi. Okuyup okuyup şaşarım hâlâ sayfalarca yazdıklarına. O sendiysen, bu kanepedeki sessiz sedasız adam kim?

Yok, yok laf atmak için bahane değil valla. Şeref aradı diye geldi aklıma. Yalan değil, yanlış değil sonuçta. Ama sen sevmezsin gerçekleri. Enverr, kapı! Duydun mu? Bunu da mı ben açayım? Bacağım ağrıyor diyorum ama kimin umurunda.

Nurten? Hayırdır bi kapıdan, bi bacadan kızım. Hem anahtarın yok mu senin? Unutma bi daha yavrum, kalkmıyor baban, her şeye ben koşturuyorum. Niye böyle şeyler söylüyorsun evladım şimdi? Tutturdun mu tutturuyorsun, ne diye sana gelecekmişim? Sen de iyice ne dediğini bilmez oldun. Ağzından yel alsın. Tamam, iyi anlaşamıyoruz ama baban o senin.

Neden bu kadar gerginsin anlamıyorum. Tamam, endişe olsun, seninle bunu tartışmayacağım. Ben gelmiyorum! Burada kalamazsın da ne demek? Babanla Pablo ne olacak? Onları da mı götürürüz? Kanepeye resim oturtmak mı? Yok, sen iyice sapıttın artık. Bi telaş dalıyorsun eve kaç zamandır. Git şimdi, aklını başına topla, öyle gel. Bir kahve içeriz hem elinden. Bana sade yaparsın, babana şekerli. Ne yapalım kırk yıldır sevemedik aynı şeyleri.

Cansu Selçuk Çağlar