Sevgili İmren,

Hüseyin Kâzım Kadri’nin anılarından İsmail Kara’nın bir yazısı sayesinde haberdar oldum. “Kitapların da Bir Kaderi Var” başlıklı bu yazı öyle güzeldi ki söz konusu kitabın izini sürmem için beni teşvik etti. Aslına bakarsan, İsmail Hoca’nın yazısı da bir iz sürme hikayesi olarak okunabilir; elyazmalarına nasıl ulaştığını, onları kitaplaştırmak için nasıl çaba sarfettiğini pek güzel anlatmış. Bu hafta başında Antalya’ya dönünce kitabı hemen getirttim. Cumhuriyet Bayramını her zaman olduğu gibi Ankara’da geçirdim. Ama Kasım ayını Antalya’da karşılamak istedim, insanlar pek bilmezler ama burası asıl sonbaharda güzeldir. Her sabah kitaplarımı alıp şu bizim emekliler kahvesine gidiyorum. Ben hatıra okumayı oldum olası sevmişimdir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarına dair olanlar ise beni daha bir çeker. Ve bu konu, sevgili İmren, biliyorum ki senin de ilgi alanına girer.

Kitabın içeriğine dair söyleyeceğim şeyler var elbette ama önce şu bizim mektuplaşmalarımızın ana konusu olan dil meselesi üzerinde durmak istiyorum. Benim Nurullah Ataç, Cevdet Kudret, veya ne bileyim, Oktay Akbal gibi yenilikçi yazarları okumaktan ne kadar keyif aldığımı bilirsin. Ama şu söyleyeceğim şey de bir çelişki gibi görünmesin: Ben bu eski dili, bu eski kelimeleri de seviyorum. Yani “Beyrut’a vasıl olduğum günlerde…” diye başlayan bir cümle beni heyecanlandırıyor. Şu kısa ömrümde bir yabancı dili tam manasıyla öğrenmeye muvaffak olamayışım da bunda etkili olabilir tabii ama eski dönemin kelimelerinde beni başka diyarlara götüren bir tesir buluyorum. Şimdi bir yandan bu kitabı okuyorum, bir yandan sana mektup yazıyorum, Antalya’ya vasıl olduğum bugünlerde…

Hüseyin Kâzım Bey’in dili de öyle ve kendisi bir edebiyatçı kadar titiz ve yetkin. Anılar akıcı bir şekilde okunuyor ama tabii bazı eski sözcüklere de belli bir mikyasta hakim olmak gerekiyor. Sevgili kızım, sana yazılan bu mektubun sonunda Hüseyin Kâzım’ın bir dostuna yazdığı mektuptan kısa bir paragraf bulacaksın, belki ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksın.

Gelelim kitabın muhtevasına:

Hüseyin Kâzım Bey valilik yapmış, yurdun dört bir yanında çeşitli görevlerde bulunmuş, deyim yerindeyse, dönemin aydın bürokratlarından. Onun anılarını ilginç kılan ise genelde milli mücadeleye karşı bir yerde konumlandırılması. Bugün yaşasaydı buna belki itiraz ederdi; zira Misak-ı Milli teriminin kendisine ait olduğu gibi bir iddiası var. Manda tartışmalarına da şiddetle itiraz ettiğini birkaç yerde söylüyor. Her halükarda, Hüseyin Kâzım Bey İstanbul hükümetinin bir görevlisi, İttihatçıları sevmiyor ve o dönem İttihatçıların bir devamı olarak gördüğü Kuvvacılara karşı da mesafeli. Anılarını yazarken Nutuk’ta onu eleştiren satırlara da kendince bazı yanıtlar veriyor.

Çok değerli bir kitap bu, sevgili İmren, (zaten değerli olmayan anı kitabı var mıdır, bilmiyorum, bu yaşıma geldim, ben görmedim). Fakat satır aralarında yazılanlar müellifin bir tür iç ezikliği veya düş kırıklığı içinde olduğunu hissettirdi bana. Milli Mücadeleyi, Anadolu Hareketini ve “Ankara yaranını” küçümseyen bir eda var anlatımında. Bir de, Hüseyin Kâzım Bey elde edilen zaferi veya diplomatik başarıları faillerine değil de başka tali sebeplere bağlamayı tercih ediyor. Mesela, Anadolu’daki başkaldırışın zafere ulaşmasını bir şekilde Loyd George’un ya da “Garp devletlerinin başında bulunan adamların” aldığı yanlış kararlarla ilişkilendiriyor. Eğer şehirlerimizin işgali Yunan kuvvetlerine değil de İtalyanlara tevdi edilseymiş ve onlar da halka daha munis davransalarmış acaba ne olacakmış? Hüseyin Kadri Bey, Türk halkının gösterdiği direniş kararlılığını işgalcinin kimliği ile irtibatlandırıyor, nasıl oluyorsa. Şöyle yazmış:

İşi bu dereceye götürmemiş olsalardı galibiyetlerinden daha büyük semereler kazanabilirlerdi. Birçok zayiat mukabilinde olsa bile, bugünün varlığı ve milletin istiklali, Anadolu ihtilas davasının netice-i mesûdesidir ve en doğrusu memleket bu saadeti Loyd Corc’a medyûndur.

Bakınız, sevgili kızım, benzer bir şekilde Mustafa Kemal’in Anafartalar Kahramanı olması da Fevzi Paşa’ya bağlanıyor. Fevzi Paşa bir takım emir komuta anlaşmazlıkları yüzünden görevden alınıyor ve yerine Mustafa Kemal Paşa geçiyor. Böylece Anafartalar Zaferini de Fevzi Paşa’ya medyûn oluyoruz!

Sen sevgili İmren, bu genç yaşında bile tarihi hadiselerin bu tip bir okumaya tabi tutulmayacağını bilirsin. Her tarihi vakanın ardında elbette bir sebep-sonuç ilişkisi vardır ve hayatta bazı zaaflar bazı başka kuvvetleri doğurur. Ama tarih ilmini Hüseyin Kâzım Bey gibi tetkik etmek bilmem ne kadar doğru olur.

Aynı şekilde, Mustafa Kemal Yunan işgalinin yurt çapında sebep olduğu isyan halini bir direniş ateşine çevirdiği için neredeyse suçlu ilan edilecek! Şöyle yazmış Hüseyin Kâzım Bey: “Mustafa Kemal’in bütün bu hissiyat ve hadisattan vasi mikyasta istifade ettiği muhakkaktır.”

İnsanın sorası geliyor: Ya ne yapsaydı Mustafa Kemal, istifade etmese miydi?

Böyle olunca sanki Hatıralar hedeflediği şeyin tam aksi yönünde sonuçlar doğuruyor okurun zihninde. Ankara Hareketi ve ulusal direniş daha bir büyüyor benim gözümde.

Sevgili kızım, Hatıralar’daki bir anektod yüzyılın başında devletimizin ve onu yönetenlerin halini göstermesi bakımdan ilginç geldi bana. Sultan Reşat tahta geçtiğinde Hüseyin Kâzım Kadri, onun huzuruna çıkıyor. Sohbet esnasında en son Manisa’da görev yaptığını söyleyince Osmanlı Sultanı şu soruyu soruyor: Nerede bu Manisa, Arnavutluk tarafında mı?

Mektubumun sonunda, dediğim gibi, Hüseyin Kazım Bey’in kendi yazdıklarından bir örnek vermek isterim:

Hayat bir ârıza değilse bile herhalde ârizî bir haldir. Bendeniz de üç aya yakın bir zamandan beri bronşitten, öksürükten çok mustaribim. Çoktan beri sigarayı bıraktığım halde bundan ümit ettiğim derecede faide göremedim. Her şey yaşamak kabiliyetini haiz olanlar içindir. Bize gelince bu kabiliyetin günden güne azaldığı şüphesizdir. Şimdi tabir-i meşhuriyeyle “felekten bir gün kazanmak” saadet addolunabilir mi? Burası her şahsin telakkisine göredir.

İşte böyle sevgili kızım, Hüseyin Kâzım Kadri’nin hatıratı çok faydalandığım bir kitap oldu, mektuplarını da merakla okudum. Yalnız şu söz –her şey, yaşamak kabiliyetini haiz olanlar içindir– biraz daha içime işledi sanki. Pek çok şey anlatır gibime gelir de ne anlatır diye sorsan hemen söyleyemem.

Belki bunu da başka bir mektupta konuşuruz.

Gözlerinden öperim.

Mesut Barış Övün