60’lı yıllarda Memet Fuat’ın yönetimindeki de Yayınevi tarafından yayınlanan şiir kitaplarını hatırlar mısınız?

Zaten bir defa görseniz unutamazdınız. Hem öz hem biçim olarak o kadar güzel, o kadar sevimli kitaplardı ki bunlar. Edip Cansever’in Tragedyalar’ı, Cemal Süreya’nın Göçebe’si, Ece Ayhan’ın Bakışsız Bir Kedi Kara’sı, Behçet Necatigil’in Divançe’si, Ülkü Tamer’in İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür’ü hep bu kitaplar arasında sayılabilir.

Bir de dünya şiirinden örnekler vardı: Arthur Rimbaud’nun İlhan Berk tarafından çevrilen Seçme Şiirler’i, Ezra Pound’un Ülkü Tamer çevirisi Cathay’ı, Paul Eluard’ın Sabahattin Kudret Aksal çevirisi Ağızda Bir Sevi’si… Bu çeviri şiirler hep orijinalleri ile birlikte basılmıştı. Kitabın neresini açarsanız açın, sol sayfada orijinalini sağ sayfada Türkçesini bir bakışta görebiliyordunuz.

Ama bütün bunlar arasında benim favorim ve başucu kitabım her zaman Apollinaire’in Bir Aşk Kırgınının Şarkısı isimli uzun şiiri olmuştu. Bana göre mücevher gibi bir şeydi bu. Herhalde birlikte yaşadıkları zamanlar Cemal Süreya ve R. Tomris (Uyar) tarafından çevrilmişti. Fransızca bilmem ama eminim ki aslından bile güzel bir çeviriydi bu. Döner döner okurdum. Böyle böyle neredeyse ezberledim bütün kitabı.

Geçenlerde, Eray Canberk’in derleyip yayına hazırladığı tek kitap halinde Cemal Süreya’nın şiir çevirileri elime geçti. (Yürek Ki Paramparça, Yapı Kredi Yayınları, Ocak 1995). Bu kitapta, Cemal Süreya’nın çeşitli kitaplarda ve Yeni Dergi, Papirüs, Gergedan gibi dergilerde dağılmış çeviri şiirleri bir araya getirilmişti.

Bu benim için çok sevindirici bir sürpriz oldu. Çünkü kitapta bilmediğim, daha önce okumadığım pek çok şiir vardı. Ne demişti Cemal Süreya şiir çevirisi konusunda:

Şiir çeviren iki tür şair var: Birincisi çevirdiği şiirden kendi yapıtına şiir değerleri katıyor: öbürü, kendi kullanılabilir söz değerlerini çevirdiği şiirde harcıyor. Benim başıma hep bu ikincisi geldi.” (999. Gün, Broy Yayınları, 1991, s. 144)

Bu hesapla kitaptaki çeviri şiirler bana Cemal Süreya’nın henüz okumadığım kendi şiirleri gibi geliyor ve hiç umulmadık tatlar vaat ediyordu.

Ama önce “eski sevgilim”i bulmalıydım. Kitabı heyecanla karıştırıp “Bir Aşk Kırgınının Şarkısı”nı buldum. Okumaya başladım. Fakat okudukça sevincim solmaya ve hayal kırıklığına, hatta acıya ve öfkeye dönüşmeye başladı. “Yüreğim paramparça” oldu. O kadar çok hata vardı ki! Bu inanılmaz özensizlik “şairin şaire” veya en başta kendini bir “Cemalsüreyasever” olarak tanımlayan Eray Canberk’in Cemal Süreya’ya yapmaması gereken bir şeydi.

Guillaume Apollinaire

İsterseniz kitaptaki hataları teker teker gösterelim. Bakalım siz de bana hak verecek misiniz:

1. Apollinaire en başta yer alan notuyla “Paul Léautaud’ya” ithaf etmiş kitabı. Derleme’de ithaf’tan iz eser yok!

2. Kitabın altı yerinde “kıral” kral olarak, iki yerinde de “kıraliçe” kraliçe olarak “düzeltilmiş”. Oysa “Türkçe bilenin işi rast gider” diyen bir Cemal Süreya’nın imlâsına karışmak ne haddimize. Bence şairin kelimelerine karışılmaması, sadece tercihine saygı gösterilmesi gerekirdi. Hele artık hayatta değilse…

3. 64. sayfada “Tek öpüşüne canlarını verdiler” dizesi “Tek öpüşme canlarını verdiler” gibi saçma bir hâl almış. Yoksa bu da mı “düzeltme”!

4. Aynı sayfada “Sebasta kırklarının çektiği acı”, yine “Sivas kırkları…” diye “düzeltilmiş”. Cemal Süreya’nın veya R. Tomris’in, Sebasta’nın Sivas olduğunu bilmediklerini ihsas eden bu düzeltme biraz haksızlık olmuyor mu? Bence bu da bir tercihtir, saygı gösterilmesi gerekirdi.

5. 68. sayfada “sen Podolya celladı tiryakisi”, yine “…cellatı…” olarak düzeltilmiş.

6. 71. sayfada “Aşkım ne çok sevilmiştin sen” dizesi “Aşkın…” olmuş. de Yayınevi basımında sol sayfadaki Fransızca orijinaline baktım, “mon amour” yazıyor.

7. Ama bence en büyük hata, bölümler halinde ayrılan bu uzun şiirdeki farklı bölümleri birbirinden ayırt etmemize yarayan 1965 de Yayınevi basımındaki teknik, derlemede kullanılmadığı için bölümler ve ara-şiirler birbirine karışmış, anlamsız bir hâl almış. Oysa 1965 basımında uzun şiir italik’le, “BİR YIL ÖNCESİ İÇİN LATERNA HAVASI”, “ZAPOROG KAZAKLARININ İSTANBUL SULTANI’NA CEVABIDIR” ve “YEDİ KILIÇLAR” başlıklı ara-şiirler ise normal punto ile dizildiği için bunları birbirinden ayırt etmek mümkündü. Niye aynı veya benzer bir teknik kullanılmamış, anlayabilmek mümkün değil.

Üstelik, belki de bu karışıklıktan dolayı aslında tek bir şiir olan metin, Fihrist’te sanki dört ayrı şiirmiş gibi gösterilmiş.

Hem kitap seçiminde hem de baskı kalitesinde şimdiye kadar hiçbir eksiğini ve kusurunu göremediğim Yapı Kredi Yayınları için de bir talihsizlik bu durum. Eğer yeni bir basım yapılırsa düzeltilmesi dileğiyle yazıyorum bunları.

Belki bir de YKY’nin “Yanık Saraylar 50 Yaşında” özel basımı için duyduğumuz bir hayal kırıklığından bahsedilebilir.

2015 yılında, yani Yanık Saraylar’ın 1965 tarihli ilk basımından tam elli yıl sonra yapılan bu numaralandırılmış özel baskı, bence dünyanın en güzel kitaplarından biri sayılması gereken o muhteşem ilk baskının tıpkıbasımı olamaz mıydı acaba?

O tarihte Sevim Burak ressam Ömer Uluç’la evliydi. Kitabın gerek kapak ve gerekse iç sayfa resimleri Ömer Uluç’a aitti. Biz Yanık Saraylar’ı o resimlerle tanıdık, o desenlerle sevdik. İnanılmaz bir şeydi bu. O rüya gibi soyut desenler ne kadar da çok uyuşuyordu hikâyelerin yarattığı atmosferle. Yoksa bize mi öyle geliyordu?

Sonra Sevim Burak ve Ömer Uluç ayrıldı. Kitap da bir daha o ilk şekliyle hiç basılmadı. 50. Yıl’da ne yapılıp edilip Sevim Burak ve Ömer Uluç yeniden bir araya getirilmeli ve onların tutkun okurları ve hayranları için çok ilginç bir sürpriz yapılmalıydı.

Oysa Adam Yayınları’nın 1983 yılında yaptığı ve usta sanatçı Sarkis’in ucu yanık fotoğrafları ile bezeli olan baskı esas alınmıştı bu özel basım için.

Bizim dileğimiz de inşallah “Yanık Saraylar 60 Yaşında” özel basımı ile yerine getirilebilir.

Mehmet Aslan