Aras Gençtürk

Hande Hanım,

Yeni bir hayata başlamaya çalışmanızdan ötürü size yazmakta uzun zamandır çekiniyordum. Birkaç defa çok istedim ama kendimi tutmayı başardım. Karım destek oldu, erteledim. Artık yapamıyorum Hande Hanım. Endişelerin adı değişti, her biri alenen korkuya dönüştü. Birilerine anlatmam gerek. İçimi kusmam, sakinleşmem gerek. Bundan bir ay öncesine kadar Doruk’u en iyi tanıyan kişilerden biriydiniz siz, onun pedagoguydunuz. Onun bu durumuyla ilgili sizden daha iyi kimle konuşabilirim ki?

Doruk değişti Hande Hanım! Tanıdığım oğlum olmaktan yavaş yavaş çıktı. Bakışları, beni süzüşü hayatımda hiç hissetmediğim duyguları uyandırır oldu içimde. Bazen öyle ki sanki dokuz yaşında bir çocuk gibi değil -benim çocuğum gibi değil- yaşıtım bir adam görüyorum gözlerinde. Öyle baktığı zamanlarda sanki ruhumu gördüğünü düşünüyorum, geçmişimi bildiğini. Çok ince bir tebessümle birlikte, bana “gördüm” der gibi bakıyor ya da “dinledim” der gibi.

Biliyorum, bana endişe edecek bir şey olmadığını, bu yaşlarda çocukların hayali arkadaşları olabileceğini ve bunun tamamen sağlıklı olduğunu söylemiştiniz ama size bir şey itiraf etmek istiyorum Hande Hanım. O zaman size söylemedim, çekindim… belki utandım.

Doruk’tan korkuyorum.

Sizin kafasında yarattığını söylediğiniz arkadaşlarından da ondan da korkuyorum. Ve bunun benim kuruntum olmadığını biliyorum, korkmakta haklıyım. Karım farkında değil çoğu zaman; ama Doruk sadece konuşmuyor Hande Hanım. Doruk dinliyor da. Hatta en çok dinliyor. Küçücük çocuk hayalinde kurduğu arkadaşla konuşur, ona bir şey söyler, belki yanıt verdiğini hayal edip devam eder… ama dinler mi?

Doruk dinliyor.

Konuşurken lafını yarıda kesiyor bazen. Sanki biri araya girmiş gibi. Sonra dinlemeye devam ediyor. En nihayet soruyor: “Öyle mi dersin? Bence gerek yok, o iyi biri. Öyle yapmayın, olur mu?”

Kim iyi biri? Kimin hakkında konuşuyor?

Bu sorunun cevabını artık biliyorum, öğrenene kadar çok uğraştım. Onu sanki hiçbir şey yokmuş gibi öpüp koklayarak yatağına yatırdığım gecelerde uykusuz kaldım. Sessizce kapısının önünde oturdum. Konuşmaya ve dinlemeye başlayacağını biliyordum çünkü, hemen uyumayacaktı.

Bir gece yine o mesailerimden birinde adımı söyledi. Benden adımla bahsetti! “Saftır,” dedi. Saf! Dokuz yaşında bir çocuk sesiyle ama elli yaşında bir adam gibi hissederek SAF dedi. “Bildiğini sanmıyorum. Sadece endişeleniyordur.”

Evet, bilmiyordum. Evet, endişe ediyordum ama sadece endişe değildi artık. Daha önce de söylediğim gibi korkuyordum.

Dinlemeye, eve geldiğim zaman o odasında oynarken gizlice izlemeye devam ettim. Neden benim hakkımda konuşuyordu o arkadaşlarıyla? Kalp ritmimi hızlandıran merakım beni neredeyse paranoyak birine dönüştürmüştü. Terler olmuştum. Kendi evimin içinde hiçbir sebep yokken soğuk soğuk terliyordum. Oğlumu, bir zamanlar canım oğlum diye sevdiğim küçük yabancıyı, izlerken nefesimi tutuyordum. Arkadaşlarını nerelerde gördüğünü, ne durumlarda onlarla konuştuğunu öğrenmem gerekiyordu.

Biliyorum, size sadece iki arkadaşı olduğunu, onlarla sadece oyuncaklarıyla oynarken görüştüğünü söylemişti. Doruk normaldi; size anlattıklarıyla, size mesleğinizin öğrettikleriyle normal ve sağlıklı bir çocuktu.

Halbuki yalan söylüyordu. İki arkadaşı yoktu onun. Çok daha fazlalardı. Onları oyun oynarken değil, ekseriya akşamları görüyordu, konuşuyordu, dinliyordu. Kapılara bakıyordu. Onları kapıların önünde, bazen açık kapıların üstünde buluyordu.

Dayanamadım…

“Kiminle konuşuyorsun oğlum?” diye çıktım önüne bir gün. Sadece sesim değil, arkamda bağladığım buz kesmiş ellerim de titriyordu. “Yatma saatin geçmedi mi senin?”

Bana baktı, göz ucuyla. Sonra araladığım kapının ucuna, üstüne çevirdi bakışlarını. Giden bir şeyi duvar boyunca takip etti. Ardından bir diğerini… Sonra birini daha. Ben de onunla birlikte baktım. Hayret içinde, kesik kesik soluk vererek izledim. Allah’ım kafayı mı yemiştim? Gerçekten birilerini… bir şeyleri görmeyi mi bekliyordum.

“Sen göremezsin,” dedi bana, neredeyse acıyormuş gibi. “Onlar seni görür.”

“Kimler oğlum?”

Kafasını kucağına, oyuncak araba desenli pijama altına çevirdi. “Onlar…” demekle yetindi.

Kurumuş dudaklarım hafif aralıktı, kapattım. Yutkunup yeniden soracakken “Bana seni anlatıyorlar bazen,” dedi. Gülümsedi. Oğlumun değil, başka birinin gülümsemesiyle. “Sen de yaramazmışsın.”

Gözlerimin önünde çakan şimşekleri görmezden gelerek “Öyle miymişim?” diyebildim.

Kafasıyla onayladı beni. “Evet. Bana kızdıklarını yapıyormuşsun.”

Ne yapıyormuşum diye düşündüm. Aklımı okumuş gibi devam etti. Kafasını yeniden kucağına çevirdi. “Hani oyuncaklarımı toplamıyorum ya bazen. Sen de yaparmışsın. Onları özellikle bazı yerlere koyarmışsın. Hepsi özelmiş, hepsinin yeri farklıymış. Babaanneme göre dağınıkmış, sana göre düzenli.”

Şu an bile parmaklarım titriyor Hande Hanım. Söyledikleri doğruydu oğlumun. Hayal gücümün de etkisiyle yarattığım bir oyunun parçalarıydı oyuncaklarım, annem anlamazdı. “Topla şunları” diye bağırırdı bana.

“Babaannem vurmuş sana bir gün.”

Geçmişimi o küçük yabancıdan dinlemeye devam ettim.

“En sevdiğin oyuncak arabanı almış senden.”

Dudaklarımı yalamak yetmiyordu. Ağzım hiç olmadığı gibi, iki nefeste bir kuruyordu. “Kim onlar?” diye sordum. “Ben de tanışamaz mıyım oğlum onlarla?”

Az önce kapıdan başlayarak duvar boyunca giden, pencereden çıkan şeylerden biri geri gelmişti belli ki. Doruk ona baktı. Gözlerini kıstı, sonra “Olmaz,” dedi. Pis ve muzip bir gülümsemeyle ekledi. “Ama görmeyi deneyebilirsin. Kapıların üstünde otururlar.” Sır verir gibi sesini kıstı, “Küçük insanlar gibi, daha karanlık ve daha şeffaf. Kapılarda görürsün onları. Bazen önlerinde beklerler. Ben gelince yerleşirler.”

Hande Hanım, bir aydır kapılara bakamıyorum. Ayakuçlarıma bakarak girdiğim odaların kapılarını arkamdan iterek kapıyorum. Üstlerine çıkan olmasın, beni oradan… bir şeyler izlemesin istiyorum. Doruk’u yatağına ben yatırmıyorum artık. Annesi yapıyor. Ben onun dinlediğine, konuştuğuna şahit olmak istemiyorum.

Dün oldu. Her ne kadar kaçınsam da Doruk’u duydum. Derin bir iç çekişten hemen sonra “Bilmiyor,” dedi. “Ama inanıyor.”

İnanıyorum. Gerçekler Hande Hanım! Kapıların önleri, üstleri sandığımız gibi boş değil!

Aras Gençtürk