Cabir Özyıldız

Benim ömrüm işten kovulmakla geçti. Yalanım yok, bu kovulma hususlarında arada benim de hatam, kusurum olmuştur mutlaka ya, ama çoğunluk kaşının altında kirpiğin, onun da altında gözün var hasebiyle kovuluyordum çalıştığım işyerlerinden. Öyle devlet memuru, sendikalı işçi olamadığımdan ötürü de kibarca “haftalığınızı ya da aylığınızı alın ve bir daha gelmeyin” diyorlardı. Siz buna kabaca siktir edilmek de diyebilirsiniz. Merak etmeyin sizi, işyeri sahiplerinin bendenizi kovma gerekçelerini yazarak bunaltmayacağım. Çünkü anlatmak istediğim mevzu başka.

Son işimden de kovulduktan sonra giriştim ben bu dernek işine. Anlayacağınız kovulmaktan bıkmış, usanmış ve de fena halde içerlemiştim. Haklı haksız koyuyorlardı beni kapı önüne. Olur mu öyle şey yahu? İnsan zırt pırt kovulur mu? Tamam, oraya buraya başvurmasına başvuruyordum ama nafile. Sendikasız, güvencesiz bir işçi parçasıyız neticede. Kimsenin bizi kale aldığı yok. Düşüncem, bizim de hakkımızı hukukumuzu koruyan kollayan birileri ya da bir yer olsun; dayanışalım, mücadele edelimdi. Gerçi bizim hanım mevzunun buralara kadar geleceğini bilemediğinden çok söylendi, “üç kuruş tazminat aldın, onu da böyle vıttırı zıttırı yerlere harcama” diye ama dinleyen kim. Ben kararımı vermiştim. Kuracaktım o derneği.

Kararımı verdikten sonra evvela Emekli Süleyman abiyi aramaya koyuldum. Neden mi Süleyman abi. E çünkü, Süleyman abi dernek uzmanı. Kıtlama Şekerle Çay İçmeyi Sevenler derneğinden tutun da, Aktif Sünnetçiler derneğine, oradan çıkın Dünyada Cenneti Arayanlar Cemiyetine hatta ve hatta il, ilçe köy, mezra derneklerinde bile kaydı var. O derece dernek sever bir abimiz kendisi.

Süleyman abi yerinde durmaz. Sabahtan akşama dek o dernek senin bu dernek benim fıldır fıldır gezer durur. Onu, araya araya Aheste Yaşamayı Sevenler cemiyetinin bahçesinde buldum. Böyle böyle dedim. “Olur, yardım ederim ama bir şartla. Beni de dernek yönetimine sokarsanız.” Yahu adam emekli, bizim dernek işten kovulanlarla, işsizlerle dayanışacak, olacak iş mi şimdi bu. Ne dediysem fayda etmedi. Adam dernek manyağı olmakla birlikte yerinde durmayan işkilli pire. Öyle etti, böyle etti, eni sonu kendini yönetim kuruluna aldırdı. Kurulu oluşturmak için kaldı beş kişi. Süleyman abi, “yahu dert ettiğin şeye bak, memlekette işten kovulmayan mı var? Sen o işi bana bırak” deyince rahatladım.

Neyse, biz Süleyman abiyle başladık koşturmaya. Ucuz olsun diye yıkılmaya yüz tutmuş bir iş hanının çatı katında yer tuttuk. Yönetim kurulunu oluşturmasıydı, başvurusuydu, gitmesi gelmesi, tüzüğü filan zor bela tamamladık. Gerçi tüzük sırasında az kalsın bir kısım üyeler birbirlerini boğazlıyordu ya, neyse ki araya girdik ve işi tatlıya bağladık. Derneğin başkanlığına, en çok işten kovulan ve de bu girişime önayak olan beni seçtiler. Nedense Süleyman abi dernekçiliği onca sevmesine rağmen pek yanaşmadı bu başkanlık işine. Tabi başkan olsa bunca gezemeyecek.

Şimdi biz bu derneği kurduk mu kurduk. İyi kötü bir tabela yaptırıp üstüne de Sürekli İşten Kovulanlar Derneği yazdırdık mı yazdırdık. Peki, biz kiminle kurduk bu derneği? Toplam yedi kişiyle. En başta ben ve her derneğe üye olmayı kendine iş edinen Emekli Süleyman abi ve aslında işten hiç kovulmamış, çünkü zaten ömrü hayatında bir kez olsun çalışmamış Sabri abi. Onun da işi gücü kumar ve fırıldaklıkmış da, bilmiyorduk, öğrendik. Zaten ne olduysa o Sabri dürzüsünün sayesinde oldu, tabi oraya da geleceğiz. Ha, unutmadan söyleyeyim de, bu Sabri’yi Süleyman abi önerdi, bilir, anlar, yardımcı olur gibisine. Bu bilgi burada dursun da nasıl hayırlı bir kumpasa düştüğümüz netleşsin diye söylüyorum. Diğer dördünü pek anlatmayacağım. Onlar, kendi hallerinde işten kovulanlardı.

Süleyman abinin dediği gibi oldu. Bu ülkede işsizden, işten kovulandan çok ne var, kısa sürede dernek doldu taştı. Yalnız üye çok olmakla birlikte aidat veren yok. E herkes ya işsiz, ya da işten kovulmuş nerden bulsun da aidat versin değil mi? Ama bir yandan bu değirmenin de dönmesi lazım. Zaten derneği kurarken benim tazminatla yıllık kirayı peşin ödemiş, bitpazarından da üç beş sandalye, masa filan uydurmuştuk. Ama ya gerisi? Çayı, tüpü, şekeri, gelecek yılın kirası, elektrik, su, telefon faturaları?

Dedim ya ilk zamanlar dernek doldu taştı diye. Millet de bana aman başkanım, yapalım başkanım, şu konuda ne düşünüyorsunuz başkanım dedikçe görevimi layıkıyla yapabilmek için gözümü dört açtım. Günlük gazeteleri baştan sona okumaktan başka, bu işle ilgili ne kadar belge, kitap, ansiklopedi varsa hatmetmeye ant içtim. Ayrıca, işten haksız yere kovulduğunu iddia edenler için avukat bakıştırmaya, bizatihi işyerini ziyarete gitmelere kadar vardırdım işi. Bir iki yerde tekme tokat giriştilerdi ama olurdu öyle şeyler. Sonuçta dernek işten kovulanların haklarını aramak için kurulmuştu ve mücadele esastı değil mi?

Zamanla o şaşaalı kalabalık gitti, ortalık üç beş kronik işsizle beleş çay içmeye gelenlere kaldı. Süleyman abi zaten çok uğramıyor. Adam o kadar çok derneğe üye ki bize sıra ayda bir geliyor. Derneğe, kurucu üyelerden bir ben bir de Sabri abi geliyoruz. Sabri abi çay ocağının başında, ben de masada birbirimize kös kös bakıp oturuyoruz. Ben, “yahu bu memlekette işten kovulanların köküne kıran mı girdi?” diye söylenirken, Sabri abi mevzuya giriş yaptı. “Millet sıkılıyor başkanım, şuraya üç beş masa koyalım, bir iki de okey takımı, bak bakalım buralar gelen gidenden geçiliyor mu?” deyince pek naz etmedim. Meğer adam yürüyeceği yola kilitli parke taşı döşüyormuş da ben bilememişim. Hem nereden bilebilirdim ki, o vakit saftiriğin biriydim. Sonradan açtı tabi maymun gözünü, çok şükür, binlerce şükür.

Neyse, gel zaman git zaman benim tazminat suyunu çekti. Bir iki bilezik derken hanımın küpelerini de sattık. Üstüne kredi kartlarını patlatıp eşten dosttan da hayli borçlanınca, bunaldıkça bunaldık. Ne umuyorduk ne bulduk. Öyle ya, sözde işten kovulanların hakkını, hukukunu savunacağız diyerek bu işe girdik ama hem cebimizdeki paradan hem de evdeki huzurdan olduk. Sonra işte Sabri abinin dediği gibi oldu. Biz üç beş masa bir iki de okey takımı koyunca dernek şenlik alanına döndü. Ama derneğe gelip gidenlerin şekil, şemail değişmeye başladı. İşsizlerden, işten kovulanlardan başka kimi ararsan dernekte. Esnafı, tüccarı, kuyumcusu, galericisi.

Ben önceleri mevzuya aymadım. Ayınca da Sabri dürzüsü beni bir kenara çekti. “Aman başkanım, bak ikimiz de yolsuzuz. Kim bilecek burada oyun döndüğünü ki?” İlkinde olmaz öyle şey deyip efelendim. “Biz, bu müptezeller eğlensin diye mi kurduk bu derneği” diye kızıp, bağırıp çağırmaya yeltendim. Ama sonra hanımın bilezikleri, aldığım borçlar, kredi kartı ekstreleri hatırıma gelince de teslim oldum. Teslim oldum dediğime bakmayın siz, demek ben de teşneymişim ki bir iki mızırtıdan sonra bu işe razı geldim. İnsanoğlu işte, azcık bunalmasın, hemencecik bozuyor sütünü. Sonra da, ne karakter kalıyor geriye, ne amaç ne de prensip.

Sonra işte, o üç beş masa zamanla on masa oldu. Pencerelere kalın kadife perdeler çektik. Okey filan da neymiş, kaldırdık o kıytırık takımları. Aldık en kalitelisinden iskambil kartlarını, işi pokere, konkene, kılıca, filan dökmeye başladık. E öyle olunca da Allah yürü ya kulum dedi. Borcu harcı kapatmakla birlikte, hanımın bileziklerini de yerine koyduk. Üstüne aldıklarım da cabası. Arada işten kovulan, üyelik başvurusuna gelen olursa da kapıdan dehledik gittiler. Ayda bir uğrayan Süleyman abiye de manodan küçük bir pay verince, her yediğimiz tereyağlı ballı ekmek oldu.

Gel zaman git zaman çayın yerine duble rakı, viski, votka servis etmeye başladık. Hatta bayan garson bile aldık derneğe. E işin içine içki girince haliyle ütülenler dernekte kavga filan çıkartmaya başladı. İş hanından şikâyetler, çekemeyenler felan. Gayet doğal olarak da derneği polis bastı. Biz önce olayı örtbas etmeye, akabinde kıvırtmaya durduk. Ama gelin görün ki bütün deliller ortalık yerde durup duruyordu. Paralar, fişler, iskambil kartları… Haliyle polis attığımız hiçbir taklayı yutmadı. Kapattılar derneği tabi ki. Başkan olarak da bana yüklü bir para cezası.

Dernek kapandıktan sonra ben yine işten kovulmuş oldum ama bu sefer pek dert etmedim. Alışmış kudurmuştan beter derler ya bizimkisi de o hesap. Aldım tabi kolay paranın tadını, bırakır mıyım?

Şimdi, Sabri abiyle birlikte Emekli Süleyman abiyi fellik fellik aramaktayız. Sebep? E, yeni bir oluşum içine gireceğiz ya. Ama bu sefer derneğe janjanlı bir isim bulmak gerek. Neydi o öyle, Sürekli İşten Kovulanlar Derneği falan. Çok banal, değil mi? Şey nasıl mesela, Dam Üstünde Un Eleyenleri Sevenler derneği, daha afili değil mi?

Cabir Özyıldız