Türk edebiyatının geleneğinde yıllıklar önemli bir yer tutar. Yıllıklarda bir yılın dökümü yapılır, o yıl yayımlanan eserlerden seçmeler yayımlanır, yıl içinde yaşanan edebiyat tartışmaları özetlenirdi. Yıllıklarda bir de soruşturma bölümleri olurdu.

Biz burada, en azından yıllıkların soruşturma kısmını yaşatalım istiyoruz. Parşömen Sanal Fanzin olarak, bunu internet yayıncılığı yapan bir edebiyat dergisi olmamızın sınırları içerisinde yapabiliriz: Az soruyla, soruşturmaya yanıt veren her değerli katılımcının yanıtlarını ayrı ayrı yayımlayarak. Soruşturmada az soru olmasına rağmen, açılmaya veya genişletilmeye müsait konulara işaret ettiğimizi düşünüyoruz. Yanıtların uzunluğu konusunda hiçbir kısıtlamamız yok.

Eleştiri ortamımızın çoraklığı ortada. Bu yüzden soruşturmanın son sorusunu bilhassa çok önemsiyoruz. Yalnızca “en iyi” listeleri yapmakla yetinmek istemiyoruz. Sorunları ortaya koymanın birlikte düşünmeye, giderek çözümler üretmeye varacağını umut ediyoruz. Üçüncüsünü yaptığımız bu yılsonu soruşturmasını önümüzdeki yıllarda da sürdürmek niyetindeyiz.

Bu yılı da Covid-19 salgınının gölgesinde geçirdik. 2022’nin edebiyat açısından daha verimli ve sağlıklı olacağımız bir yıl olmasını dileriz.

Üzeyir Karahasanoğlu

2021’de yayımlanan ama hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğünüz kitapları, beğenme nedenlerinizden kısaca bahsederek bizimle paylaşır mısınız?

Aşağıda söyleyeceklerimle hak etmenin ya da hak etmemenin ölçüsünü ne kadar tutturabileceğim bilmiyorum. Öyle ya, bu işin hassas terazisi yok! Yine de kişisel tercihlerime dayanarak okumaya başladığım her kitabı bir yolculuk olarak görürüm. Sonuçta her yola herkesle, her taşıtla, her koşulda gidilmez değil mi? Dolayısıyla kiminde kaptan köşkünde olur, rotayı belirlerim kiminde nasıl yola revan olunduğunu kollayan bir gözlemci kesilirim kimindeyse yoldan usanan herhangi bir yolcudan öteye geçmem. Hâl böyle olduğundan ve okumayı yazma eylemine koşut düşündüğümden -ömür denen şeyin sürekli tükenen bir şey olduğunu, nitelikli varken niteliksizle vakit eylemenin yersizliğini anlayalı da epeyce olmuşken- seçici davranabildiğime inanıyorum.

Bu soruşturma sayesinde 2021’in en beğendiğim eserleri arasında -yazık ki anmak istediğim kimi eserler 2019’a ve 2020’ye aitmiş- öykü kitaplarının çoğunlukta olduğunu fark ettim. Bunlar arasında Eylem Ata Güleç’in Uzak Değil’ini hiç duraksamadan başa yazarım. Yer yer şiire yaklaşan, gayet derin bir suskunlukta olup anlatmadıklarıyla içe sızan, demlenen, aklımda dönüp duran, bir vakit sonra muhakkak yeniden okunacak, çarpıcı öykülerdi bunlar. Çilem Dilber’in Kuyruklu Yalan’ını kurmacanın enginlerine çok yakıştırdım! Kadir Işık’ı Herkesten Uzakta’da anlatının dehlizlerinde kaybolmak pahasına bile geri durmadığı ayrıntılardaki cezbedici titizliğiyle başarılı buldum. Hayatlarınızdan Alacaklıyım’da Tunç Kurt’u çoğu öykücüden uzakta konumlandırdığı farklı sesiyle sevdim. Kerem Bakıcı’nın Toprakta Büyür mü İnsan, Gökhan Yılmaz’ın Hevesin Kaçış Yönü, Murat Gülsoy’un Belirsiz Bir Ânın Kıyısında, Derya Sönmez’in Sırça Kanatlar’ını da anarak bu vesileyle haklarını vermek isterim.

2021’de yayımlanan romanlardan Faruk Duman’ın seriyi tamamlayan son Barbatus’unu, Kemal Varol’un Kara Sis’ini, Burhan Sönmez’in Taş ve Gölge’sini kesinlikle anmalıyım. Faruk Duman doğayı, doğalı, destansı bir anlatıma yaslanarak zor erişilir bir başarıyla anlattığı üçlemenin son kitabıyla da belleğimde muazzam bir tat bıraktı. Her seferinde daha iyi romanlar yazdığını düşündüğüm Kemal Varol; sıkıştırılmış, tecrit edilmiş bir insanı ilmek ilmek çözüşüyle beni zayıf noktamdan yakalamış gibiydi. Burhan Sönmez’se tüm toplumsal arka plana, belleğin onca kahır yükünü yüklenmesine karşın hiçbir mesaja ezdirmediği, güdükleştirmeyip aksine soylulaştırdığı yoğun öyküsüyle beğenimi kazandı.

Önceki yılın aksine şiirde vasat bir yıl geçirmişim. Okuduğum eserlerin zayıf pırıltıları 2020’de okuduklarımın ışığından çok uzaktı.

Uçsuz bucaksız kültürel çoraklığımız söz konusu olduğunda ülkemiz insanlarının kitap okumadığından, en çok da şiir okumadığından dem vurulur. Doğrudur, insanımız şiir okumaz, okumadığını satın almaz ama bu bahiste şiirle yarışan, hiçbir zaman geniş kitlelerce takip edilmeyen, buna karşın her daim edebiyatın seçkin alanını oluşturan deneme türünde Onur Çalı’nın Sonra Hayat’ını anmadan geçemem. Bu vesileyle de kurmacaya gönül vermiş yazarlarımıza iyi damıtılmış edebiyat için deneme, eleştiri türlerine yakın durmalarını salık veririm.

Bir edebiyat insanı, bir öğretmen olarak Turgay Fişekçi’nin “Gençlerle Baş Başa: Sanat Nedir” kitabını not düşmeden geçmeye gönlüm razı gelmez. Sanata ilgi duyan gençleri mağara duvarlarına çizilen resimlerden Gılgamış’a, Notre Dame Katedrali’nden İnce Memed’e uzanan keyifli bir yolculuğa çıkaran yazar, gerçekten büyük bir iş başarmış! Öyle ki hayatının dönüm noktasında hangi yola gideceğine karar vermeye çalışan gençlere -bana kalırsa herkese- harika bir kılavuz olmuş.

Yukarıda adlarını anarak takdire şayan gördüğüm eserlerin hiçbirinin yeterli ilgiyi gördüğünü sanmıyorum. Memlekette üç beş romancı dışında kim çok okunuyor, kimin kitabı çok konuşuluyor ki? Düşünmeyen bir toplumun edebiyata ilgisi nasıl üst düzeyde olabilir ki? Bu minvalde en başa, tereddütsüz en büyük ilgiyi görmesini istediğim deneme, eleştiri türündeki kitapları yazarım. Roman türünde andığım eserlerin nispeten okura ulaştığını varsayarak (?) öykü kitaplarının okur nezdinde daha fazla karşılık bulmasını umarım.

Size göre 2021 yılının önemli edebiyat olayları nelerdi?

“Mükemmel bir eser ancak pandemi dönemi çok zor geçiyor!” denilerek geri çevrilen, yayımlanmayan, ilk eseri dosya olarak kalan yazarların edebiyatımıza dâhil edilmediği günlerden geçiyoruz. Hatta şimdilerde yeni yazara bir de kur belasını aşmak reva görülecektir! Dolayısıyla Covid 19’un gölgesinde geçen son iki yıl, ekonomik güçlüklerimizle semizleşti. Hâliyle şimdi ve bundan sonra her şey daha zor!

Zorluklar elbet bir şekilde aşılır, aşılır da bu enkaz altından kim bilir ne cevherler çıkar! Öyle ya, cevher er geç ışıyacak, kendini saydıracak. Mutlaka! Dolayısıyla 2021’in edebiyat olayı, belki de basıl(a)mamış bir dosyada gizli olabilir mi? Olamaz mı? Neden olmasın? Evet, kayda geçsin, benim inancım bu yönde!

Edebiyat ortamımıza baktığınızda ne gibi sorunlar ve eksiklikler görüyorsunuz?

Önceki soruya verdiğim yanıt, artık bardağın ne kadar boşaldığının bir resmiyken “Sorundan, eksikten çok ne var ki?” deyip kolaya kaçmak istemem. Evet, tarlaya dadanmış gani gani ayrık otu varken bunların temizlenmesi, bunun için de eleştirinin edebiyatımızda kökleşmesi, dört başı mamur biçimde kurumsallaşması gerekirdi. Demirin tuncuna kaldığımız böyle zamanlarda Fethi Naci’yi, Vedat Günyol’u, Berna Moran’ı, Rauf Mutluay’ı, Atilla Özkırımlı’yı nasıl anmayayım? Ne var ki eleştiri kültürümüz son büyük temsilcileriyle toprak olup gideli epey oldu. Eleştiri diye sunulan kitap güzellemeleri türedi, bir türmüşçesine. Hâliyle kimsenin kimseyi eleştirmediği bu çağda, o zorlu kale çoktan düştü! Yoksa bunca şamatanın, zevksizliğin, dil tutukluğunun, kalbura çevrilen Türkçenin, kayırmanın içinde bu kadar suskunluk niye olsun? Ne niteliği kollayıp hak edene hakkını veren bir kurum kaldı meydanda ne eleştirmen. Hatta şu sıkıcı eleştiri türünü ders kitaplarından çıkarsalar ya artık! Hem belki dümen tutmayan edebiyatımız da belasını şiddetli fırtınalarda bir kayalığa bindirerek bulur? Olur mu olur! Öyle ya, bu kötücül vaziyetleri daha evvel tek tek yaşamıştık biz! İspanyol gribi bir vakitler atalarımızı fena kırmış, ekonomik buhranlarda sayısız defalar sefalet çekilmiş, “modern zamanlara uyacağım” diye şirazesi bozuk nice topluluk oluşturmuşuz. Şimdiyse hepsi birden denk gelmiş sanki.

Hastalık etrafımızda kol gezerken edebiyat insanlarımız ne kadar çok yazıyor, ne kadar çok yazıyorlar da kurmaca dışı bir metin söz konusu olunca susuyorlar! Susmuyorlarsa yazının büyüsünü 280 karaktere indirgiyorlar! Eee, böyle olunca “topun çizgiyi geçip geçmediğini” saatlerce konuşanların dili, bu ülkenin edebiyatçılarından daha çok eleştiriye çalıyor. Bu gidişin farkına varanlarsa “ahir zamanın bahtsızları” olarak edebiyat ortamına yabancılaşıyor.