Ülkemizde bir “Genç Kız Edebiyatı”nın (kahramanı genç kız, okuru genç kız olan romanların) varlığından söz edilirse Reşat Nuri Güntekin’in eseri Çalıkuşu’nu en başta anmak gerekir.[1] Kuşkusuz, Çalıkuşu genç kızlar için değil, genel okur kitlesi için yazılmıştır; ancak uzun yıllardan bu yana genç kızların dünyasına seslenebilmeyi başaran, kuşaklar boyunca daima ilgiyle okunan yerli romanlarımızdan biridir.

Çalıkuşu’nun kahramanı Feride o denli sevilmiş, öylesine yoğun bir ilgi görmüştür ki sanırım edebiyatımızda Feride kadar popüler olmuş bir roman kahramanına rastlanmaz. Yıllar önce, ilkokulu bitirip ortaokula başladığımda, anne ve babamın “artık genç kızlığa adım attığımı” belirterek bana Çalıkuşu’nu armağan edişlerini bugün gibi hatırlıyorum. Çalıkuşu’nu büyük bir merak ve ilgiyle okumuş; romanda, Feride’nin kendi günlüğüne yazdıklarına, olayların heyecanlı akışına kendimi kaptırmıştım. Kuşkusuz, o yıllarda modern ve Batılı zihniyet doğrultusunda yaşayan kentsoylu ailelerin genç kızlarına örnek gösterdiği bir roman karakteriydi Çalıkuşu.

“Feride’yi bu denli sevilen bir roman kahramanı haline getiren etmenler nelerdi acaba?” sorusunun yanıtlarını arayışımız, okurun roman kahramanıyla kurduğu metin içi ilişkinin mahiyetine yoğunlaştıracak bizleri. Böylece, bu canlı ve diyalektik bağın, metinle hayat arasında ördüğü ağları daha kolay görmemiz mümkün olabilecek.

Reşat Nuri Güntekin

Reşat Nuri Güntekin Çalıkuşu’nu 1922’de yayımladığında otuz üç yaşındadır. Bir söyleşisinde bu romanı ilk kaleme aldığında henüz yirmi dört yaşında olduğunu belirtir.[2] Daha önce iki romanı; Harabelerin Çiçeği ve Gizli El yayımlanmıştır. Dolayısıyla Çalıkuşu yazarın ustalık dönemine ait bir eseri değildir. Fethi Naci, Çalıkuşu’nun melodramatik yapısını ve olay örgüsünde pek çok rastlantının yer almasını eleştirir.[3]

Çalıkuşu’nu keyifle ve ilgiyle okutan etmenler arasında Reşat Nuri’nin temiz, duru, aydınlık, akıcı Türkçesi başta gelir. Romanın önemli bir kısmının Feride’nin günlüğü biçiminde kurgulanması, okurun Feride’yle daha kolay empati kurmasının nedenlerinden biridir. Günlüğünde Feride son derece içtenlikli, iyilik yanlısı ve dürüsttür. Okur, onun anlattıklarına ilgi, merak ve güven duygusuyla yaklaşır. Bir genç kızın duygusal dünyası, iç yaşantıları, aşk kırgınlığı, zaman zaman hissettiği derin yalnızlık ve yabancılık duygusu, bizzat kahramanın bakış açısından yazılan günlükte samimiyetle dillendirilir. Feride’nin iç dünyasının safiyeti ve temizliği, okuyan herkesi etkisi altına alır.

Reşat Nuri, eski masallara ve romantizme özgü bakış açısını Çalıkuşu’na uyarlamıştır; Çalıkuşu’nda iyiler her zaman iyi, kötüler her zaman kötüdür. Kötülerin davranış bozukluğunun sosyal ve psikolojik temellerine nadiren inilir.

Çalıkuşu’nda esen romantik rüzgâr, Feride’nin günlüğünün sayfalarından okurun yüreğindeki en ince, en kırılgan noktalara kadar ulaşır. Özellikle genç kız psikolojisinin başarıyla işlenmesi, Çalıkuşu’na edebi bir derinlik, Feride’ye de uzun bir yazınsal ömür kazandırmıştır. Reşat Nuri’nin bu romanda bence asıl takdir edilmesi gereken yönü, genç kız duyarlılığını, bir genç kızın bilinci ve günlüğündeki anılar üzerinden inanılmaz bir empati gücüyle işlemesidir. Bir bakıma, Feride’nin günlüğündeki içerik, Reşat Nuri’nin ülkemizde genç kız edebiyatı açısından bir mucizesidir.

Feride romanda, sanki aramızda yaşayan, ete kemiğe bürünmüş bir karakter olarak canlandırılır. Reşat Nuri Güntekin’in birçok kadın ve genç kız kahramanı gibi o da öksüz ve yetimdir. Feride, daha altı yaşındayken, zayıf ve naif bir kadın olan annesini veremden kaybeder. Babası süvari binbaşısıdır. Feride’nin oyun arkadaşı ve babasının neferi Hüseyin, onu Beyrut’tan İstanbul’daki akrabalarının yanına getirir.

Feride Türkçeyi de çok iyi konuşamaz. Büyükannesinin yanında kalır. Henüz o yaşlardayken bile güçlü yönleri ortaya çıkar; diğer çocuklar gibi karanlıktan ve yalnızlıktan korkmaz, oldukça cesurdur. Anasız babasız büyüdüğü için sevginin ne olduğunu tam anlamıyla bilemez, pek çok yaramazlıkla dikkati üzerine toplamaya çalışır. Büyükannesi vefat edince babası onu Notre Dame de Sion’a yatılı olarak verir. Burada on yılını geçirecektir Feride. Yaramazlıkları okulda da sürer. Bir gün onun ağaçlarda daldan dala atladığını gören bir öğretmen; “Bu çocuk insan değil, çalıkuşu” diye bağırır. O günden sonra herkes ona “Çalıkuşu” diye seslenmeye başlar. Feride bu arada babasının ansızın gelen ölüm haberiyle sarsılmıştır.

Bu okulda yoğun Fransızca eğitimi alan Feride, Batı kültürü ve edebiyatını, Batılı yaşayış tarzını yakından tanır. Yaz tatillerini teyzesinin köşkünde geçiren Feride ile teyzesinin oğlu Kamuran arasında bir sevgi ve yakınlık doğar; bir süre sonra iki genç nişanlanırlar. Tam düğün gününde, Kamuran’ın bir başka kadınla ilişkisi olduğunu öğrenen Feride’nin adeta dünya başına yıkılır. Genç kız büyük bir üzüntüye kapılır, kalbi derinden kırılır ve her şeyi yüzüstü bırakıp kaçar. Anadolu’nun köy ve kasabalarında öğretmen olarak görev almak üzere İstanbul Maarif Müdürlüğü’ne başvurur. Burada da, çökmekte olan Osmanlı’nın köhne ve yozlaşmış bürokrasisiyle mücadelesinde ilk adımlarını atacaktır.

Feride’nin Anadolu’da öğretmen olarak görev istemesi, bir kaçış ve sığınma psikolojisinden kaynaklanır. Genç kız, Kamuran’a dair üzücü anılarla dolu olan İstanbul’dan kaçar. Anadolu çocuklarının eğitimine kendini adayarak gönlündeki yarayı iyileştirmek ister bir bakıma. Böylece Feride, Anadolu kentlerine ve köylerine açar yüreğini; onun yolculuğu, aynı zamanda romanımızın İstanbul’dan Anadolu’ya açılışını temsil eder. Daha önceki romanların çoğunda olaylar İstanbul’da geçerken, Çalıkuşu ile birlikte Anadolu başlı başına bir roman mekânı olarak edebiyatta yer almaya başlar.

Murat Belge, “Cumhuriyet’in Milli Edebiyatı birçok özellikleriyle bir keşif edebiyatıdır”[4] der ve bu keşif edebiyatının doruk noktalarından birinin Çalıkuşu olduğunu belirtir. İstanbul’da kentsoylu ve modern bir çevrede yetişen aydın bir genç kızın Anadolu’yu keşfi olarak da okunabilir Çalıkuşu. Feride, zorluklarla baş edebilen, kendine kadermiş gibi dayatılanları sorgulayan, aklının kabullenemediği durumlarda otoriteye itaatsizlik gösterebilen, oldukça güçlü, özgür, bağımsız yapıda bir genç kızdır.

Bir bakıma, Çalıkuşu çok yakın gelecekte kurulacak modern Türkiye’nin Cumhuriyet projesine de uyumlanabilen bir romandır. Feride, çevre/toplum koşullarına uymak ve kendinden ödün vermek yerine, bu koşulları elinden geldiğince değiştirmeye gayret eden, değiştiremediğinde koşullara direnen bir kişilik yapısında görünür görev için dolaştığı Anadolu’da. Olayların içinde bazen kendine özgü duygusal zayıflıklarıyla da yer alır. Karşılaştığı zor durumlardan, daha önce tanıdığı birileri tesadüfen karşısına çıkarak kurtarırlar. Romanın tesadüflerle örülü melodramatik yapısı, duygusallığı da ön plana çıkarır ve Çalıkuşu’nu popüler edebiyata yaklaştırır.

Çalıkuşu, sadece romantik bir eser olarak da nitelendirilemez. Reşat Nuri’nin Anadolu Notları’nda ayrıntılarıyla işlediği Anadolu gerçekleri, Feride’nin günlüğünde roman gerçekliği kazanır. Anadolu köylerinin yoksulluğu, geri kalmışlığı, batıl inançların halk üzerindeki etkileri, eğitim ve öğretim sisteminin aksaklıkları, bürokrasinin işleyişindeki bozukluklar; engelleme, iltimas ve usulsüzlükler, gözlemci bir gerçekçilikle yansıtılır.

Çalıkuşu’nun bu denli sevilmesinde romanın duygusal boyutu kadar gerçekçi boyutunun da payı vardır. İstanbul kızı Feride, yoksul ve geleneklerine bağlı Anadolu insanına bir köprü kurar; İstanbul ve Anadolu, Feride’nin özverili, çalışkan, açık yürekli, sevecen ve idealist kişiliğinde birbiriyle buluşur. Feride, Anadolu topraklarında geri kalmışlık, cehalet ve taassubun ağırlığını da görmüştür; ama bunun yanı sıra ortak insani değerler zemininde Anadolu insanıyla bir araya gelmiş, yüzyılların yaşayan ruhunda Anadolu insanına özgü güzellikleri keşfetmiştir. Çalıkuşu’nda çok sayıda yardımsever ve “iyi insan” tanımına uyan karakter vardır. Onlar, Feride’nin yüreğinde insana dair umut ışığı yakar, Anadolu’nun yaşayan güzel ruhunu temsil ederler. Feride de iyilik, merhamet ve yardımseverlik duygularıyla doludur. Munise adlı öksüz ve yoksul bir öğrencisini evlat edinir. Bir çocuğun sorumluluğunu almak ona ayrı bir olgunluk kazandırır. Çalıkuşu’nda iyilerin yanı sıra kötüler de vardır ve iyilerle kötüler her zaman ayrı saflarda yer alırlar.

Feride halka tepeden bakmaz; seçkinci değildir, çevresindekilere daima alçakgönüllü davranır. Onun, kasabalarda ve küçük kentlerde en çok mücadele ettiği kişiler, dar çevrelere özgü ikiyüzlü ahlak anlayışına sahip olan, taassubun koyuluğunda yaşayan, kadın ve genç kızlara yoğun baskı ve şiddet uygulayan, görgüsüz, çıkarcı, dedikoducu taşra eşrafı çevresinde yer alır. Taşra soyluluğunun yaldızlarını dökmeyi görev edinmiştir Feride. Memur-subay çevresinin kendine gösterdiği aşırı yoğun ilginin rahatsız edici boyutlar taşımasından da hoşlanmaz, bu çevrelerdeki çapkın kişilerle de mücadele eder elinden geldiğince. Bu durum, erkekler dünyasında çalışmak zorunda olan bir genç kızın o yıllardaki öncülüğü ve toplumsal koşullara direnişi olarak da okunabilir.

B. İli Maarif Müdürlüğü’nün başka bir öğretmeni kayırması ve haksızca engellemesi yüzünden asıl görev yeri yerine Zeyniler adında, geri kalmış, yoksul bir köye ilkokul öğretmeni olarak tayini çıkarılan Feride, her türlü olumsuzluğa direnmeye çalışır. Kendisine okul diye gösterilen yapı, derme çatma, eski, virane olmuş bir binadır. Dershane daha önce ahır olarak kullanılmıştır. Okulun yanı mezarlıktır. On üç kız, dört erkek çocuk vardır sınıfta. Çocuklar bakımsız, sefil ve perişan haldedirler. Okulun hademe-öğretmeni Hatice Hanım kızlarla erkeklerin bir araya gelmesini istemez. Kızların artık gelinlik çağda olduklarını söyleyerek başörtü takmalarına böyle bir mazeret bulur; hatta Feride’nin de başını örtmesini ister. Çocuklar neşesiz ve durgundurlar. Yorgun çehreli, donuk gözlü kız çocuklarının en büyük eğlenceleri, bahçenin bir köşesinde toplanıp ölüm, tabut, teneşir, zebani, kabir gibi korkunç kelimelerle dolu ilahiler okumaktan ibarettir. Hatice Hanım, çocukları sürekli ölüm ve öbür dünya ile korkutarak, onların kalplerindeki dünya emelini söndürmüştür.

Bir süre sonra okul, öğrenci sayısının azlığı neden gösterilerek Maarif Müdürlüğü tarafından kapatılır. Feride, Zeyniler’den üzülerek ayrılacaktır; öğrencileri ona sevgilerini ve gitmesinden duydukları üzüntüyü ağlayarak, ona sarılarak ifade ederler. Munise ona Zeyniler’den bir hatıra olarak kalacaktır.

Feride bundan sonra Munise’yle birlikte başka kentlere gider. Buralarda güzelliği her zaman başına dert olur. İnsanlarla olan en ufak bir alakası hemen dedikodu malzemesi yapılır. Bu küçük kentlerde genç kızın başına olmadık işler gelir. Mesela bir kadın Feride’ye gelip onu kocasına ister. Kocası, Feride’ye âşık olduğunu, onunla evlenmek istediğini söylemiş; kadına da “seni boşayacağım” demiştir. Çaresiz kalan kadın, kocasından boşanıp zor durumlarda kalmamak için Feride’ye bu teklifle gelir. Elbette Feride, cahillikten ve geleneksel/feodal yapıdan kaynaklanan bu sorunlara soğukkanlılıkla yaklaşmasını bilecek kadar bilgi ve kültür donanımına sahiptir.

Günün birinde Munise’yi ağır bir hastalık sonucu kaybeden Feride, annelik duygularının büyük bir acıya dönüşmesi yüzünden uzun süre kendini toparlayamaz. Ancak hayat devam etmektedir. Yeniden umuda, ışığa, iyimserliğe ve öğretmenlik idealine sarılır Feride. Başka bir kentte yine kendisiyle ilgili dedikodular yüzünden iyi kalpli, yaşlı askeri doktor Hayrullah Bey’in himayesine sığınır. Onunla baba-kız duygularını yaşarlar. Kasaba çevresi bu kez de onlar hakkında dedikoduya başlayınca, Hayrullah Bey Feride’yle nikâh kıyarak dedikoducuların ağızlarını kapatır. Nikâh kıyılmıştır, ama onlar hep baba-kız olarak bir aradadırlar. Derken, bir gün Hayrullah Bey vefat eder.

Romanın son bölümü üçüncü kişi anlatımıyla yazılmıştır. Burada Hayrullah Beyin daha önceden Feride’nin günlüğünü bulup saklamış olması sonrasında gelişen olaylara ve Feride’nin İstanbul’a dönüşüne yer verilir. Mutlu sonla biten Feride-Kamuran aşkının hikâyesi de böylece tamamlanmış olur.

Feride’nin en önemli özelliklerinden biri, bence roman olayları boyunca sürekli gelişen, değişen ve daha olumluya giden dinamik bir karakter olmasıdır. Başlarda, yerinde duramayan, yaramaz bir Dame de Sion’lu kız iken, olaylar sürecinde karşılaştığı güçlüklerle mücadelesi, Feride’yi giderek olgunlaştırır. İlk bölümlerdeki çocuksu Feride ile roman sonundaki olgunlaşmış Feride birbirinden çok farklıdır. Çalıkuşu bir yolculuk romanı olarak da değerlendirilebilir. Feride’nin İstanbul’dan Anadolu’ya yolculuğu; Anadolu’nun yoksul köy, kasaba ve kentlerinde yaşayışı, tutuculukla, bağnazlıkla mücadelesi ve sonra tekrar İstanbul’a dönüşü bir “yolculuk” olarak nitelendirilirse, olaylar içinde Feride’nin kişiliğindeki olumlu değişimler de “iç yolculuk” olarak yorumlanabilir. Feride’nin anlamlı bir bütün oluşturan dış ve iç yolculuğu, romanda on yıl olarak gösterilir. Zaman/mekânın akışı, olayların geçişi on yılda tamamlanır. Feride’nin İstanbul’a ve Kamuran’a dönüşü, roman kurgusunu geleneksel anlatılara yaklaştırır; böylece Feride’nin serüveni çevrimsel olarak kendi üzerine kapanır.[5] Feride’nin İstanbul’a dönüşünü zayıflık olarak yorumlayanlar vardır; ancak her şeye karşın Feride’nin o dönem koşullarında Anadolu’ya bir meslek kadını olarak görevle gidişi, öncü ve cesur bir çaba olarak değerlendirilmelidir.

Çiğdem Ülker, “Feride” adının sözcük anlamına dair ilginç yorum ve çıkarsamalarda bulunur.[6] Bir İstanbul konağının şımarık, fevri ve nazlı kızı Feride’nin bu yolda yavaşça değiştiğini, başkalaştığını; insanlara faydalı olmaya çalışan bir öğretmene, bir meslek kadınına, kimsesiz bir çocuğa sahip çıkabilen bir anneye, Milli Mücadele’ye destek veren bir aydına, güvenilir, sağlam karakterli ve güzel duygularını yitirmemiş bir “fert”e dönüştüğünü vurgular. “Feride, artık hem roman kişisi olabilecek bir bireydir, ferttir hem de bu toprakların yüzyıllardır gereksindiği, özlediği, meslek sahibi bir aydın kadındır.” diyerek Osmanlıcada “Feride”nin sözcük anlamına işaret eder:

“Kendi reyiyle hareket eden gururlu kimse” Feride, adına layık bir kadındır. Hayattan kâm almayı iyi bilen, çapkın Kâmuran’ın aldatılmış nişanlısı olarak başlayan yolculuğu, onu çok başka bir ufka ulaştırmıştır.

Anadolu’ya sığınan aydın teması, romanın yayımlandığı 1922 yılının toplumsal ruhuna da denk düşer. Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler’inde şöyle yazar:

“Anadolu Mücadelesinin başladığı günlerde, bu Anadolu’ya kaçış eserin hudutlarını da aşıyordu. Romanın tefrika edildiği günleri benim gibi hatırlayanlar, onun nasıl sıcağı sıcağına o günlerde İstanbul’da esen havaya cevap verdiğini bilirler.”[7]

Cevat Dursunoğlu da cepheye giden her subayın manevra sandığında bir Çalıkuşu’nun olduğunu belirtir.[8]

Çalıkuşu romanında olayların Cumhuriyet öncesinde geçtiği anımsanırsa, erkekler dünyasında çalışmayı seçen bir kadının karşılaştığı güçlüklerin dile getirilmesi yoluyla, döneme özgü toplumsal eleştiri de yapılmaktadır. Bu noktada, romanda çok kez bürokrasiye yöneltilen eleştiri okları, erkek egemen dünyaya da yöneltilir.

Çalıkuşu bugün de ilgiyle okunuyorsa, bunun nedenini, kahramanı Feride’nin içten, sevecen ve açık yürekli tutumunda ve idealist, cesur kişiliğinde aramak gerekir. Reşat Nuri Güntekin, Feride’nin kişiliğinde, sadece aşkta hayal kırıklığına uğramış bir genç kızı anlatmamış; hayatını halkının geri kalmışlıktan kurtulmasına adamış idealist bir öğretmen tipi de çizmiştir. Ülkenin geri kalmışlıktan kurtulması ve modernleşmesinde eğitimin esas alınması düşüncesi, bütün bir Cumhuriyet kuşağını da etkilemiş; özellikle öğretmenlik mesleğinin daima adanmışlık ve fedakârlık kavramlarıyla birlikte anılmasına neden olmuştur. Bu bakımdan, Feride, bütün genç ve idealist kadın öğretmenlerin, roman gerçekliğinde ebediyen yaşayan öncüsü ve simgesidir.

Hülya Soyşekerci


[1] Bu konuda Necdet Neydim’in çalışması önemlidir. “Türkiye’de Çeviri ve Telif Eserlerde Genç Kız Edebiyatı”, Necdet Neydim, Bu Yayınevi , İstanbul, 2005, s. 27.

[2] Mustafa Baydar, “Edebiyatçılarımız Ne diyorlar?” Ahmet Halit Yaşaroğlu Kitapçılık, İstanbul, 1960, s. 89.

[3] Fethi Naci, “Yüz Yılın Yüz Türk Romanı”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Haziran 2010, s. 81-111.

[4] Murat Belge, “Edebiyat Üstüne Yazılar,” İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s. 275.

[5] Bkz. Taylan Altuğ, “Bir Ruh Kimliği Reşat Nuri Güntekin, İnkılâp Kitabevi, İstanbul, 2005, s. 47.

[6] Çiğdem Ülker, “Ekinle Gelen”, Kanguru Yayınları, Ankara, Nisan 2013, s. 86-87.

[7] Ahmet Hamdi Tanpınar, “Edebiyat Üzerine Makaleler”, Dergâh Yayınları, İstanbul, Eylül 1975, s. 441.

[8] Bkz. Rauf Mutluay, “100 Soruda Çağdaş Türk Edebiyatı,1908-1972”, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1973, s. 209.