Atakan Boran

E’ler ve ben çok eskiden canciğerdik. E, kılıktan kılığa girmeyi severdi. Bir gün başka bir cümle, bir gün başka bir kelime oluverirdi. Aramıza uzun zaman önce kara kedi girdi. Zeynep E’leri benden aldı. Ya ben ya onlar dedi. Seçim yaptım, yapmak zorunda kaldım. Uzun yıllar boyunca E’siz yaşadım. Meğer E’ler ne kıymetliymiş. Oysa bugün… Mareşal E’ler teşrif etti dikkat! Öhöm öhöm. Onları davet etmek için günlerce, yıllarca düşündüm. Nihayetinde cesaretimi topladım. E’ler bunca yılın ardından geri gelince Zeynep şaşkına döndü. O ne der, ne düşünür diye düşünmedim ilk defa. Düzen bozucu E’leri çok seviyormuşum, Zeynep’ten bile çok. Peki neydi, kimdi bu E’ler, nasıl ortaya çıktılar? Dinleyin, hak verin bana. Sezar’ın hakkı Sezar’a.

Zeynep, hayatımı karartan. Zeynep, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum. Zey-nep.

Zeynep çeyrek asırlık eşimdir, ondan öncesini anımsamam bile. Zorlu bir eş, zorlu bir iştir. Mesaim işten gelince başlar. Zeynep ilkin baştan aşağı süzer beni, bir tepelemediği kalır sonra. Karşılık vermeye yeltenirsem uyarı ve kınama faslı hızlıca atlanır, çağ değiştirilir, ülkeye giyotin getirilir. Koy bakalım başını şuraya. Bu sebeple hayat düsturum, salla başı al maaşıdır. Ay sonu gelir, parayı eline anında sayarım. Para peşin, kırmızı meşin. Öyle olmaz tabii pek. Yeterli gelmez Zeynep’e. Hem ben de beş para etmem onun gözünde. Çünkü yasaklı kelimelere tutkuluyumdur. Bu kelimelerin birincisi “olduğu” ikincisi ise “kadar”. Aman sakın duymasın. Bitmek bilmez savaşlar başlar; önünde sonunda kaybettiğim. Bu sebeple “olduğu kadar” demem asla.

Evden kurtuluşum sabah saat beştir. O vakte kadar zaman geçmek bilmez. Rüyalarım bile Zeynep’tir. Evden çıkınca en azından bir nebze rahat ederim. İşe varmak için saatlerce kalabalıkla cenk etsem de bunu kafaya takmam. Katlanırım. Zeynep’siz hayat, cennet gibidir bana. İşim nedir peki? Patrona, velinimetime hizmet. Çay getiririm. Ayak işi yaparım. Odasını paspaslarım. Öteberi almaya giderim. Azarını dinler, boyun eğerim. Çocuğunu okuldan alırım. Karısına özel şoförlük yaparım. Metresine hediye almaya giderim. Akşam yorgun argın, tıka basa dolu otobüslerle bol temaslı yolculuklar yaparım. Tüm bunlar Zeynep kapıyı açtığında karşılaştığım surat karşısında bir hiçtir. Bir kaşı havada karşılar beni. Kanca elli korsanlar gibi, Zeynep’in elinde maşa. Zeynep’in eli maşalıdır. Onun işi yalnızca benim. Gün boyu buna/bana kafa yorar, ölçer biçer. Raporlar hazırlar. Eş dost, akraba ile toplantılar düzenler, onlara sunumlar yapar. Akşam pimi çekilmiş bombadır. Sabahki patronum yine insaflı, arada bir hâl hatır sorar. İyi kötü maaş verir. Zeynep’inse neredeyse hiçbir zaman gözü bir şey görmez. Öfkesi patlamaya hazırdır. Böyle kabullenmek gerekir onu. Huyu batsın, böyledir işte. Zeynep yedisinde neyse yetmişinde de odur. Benim hakkım yok huy sahibi olmaya. Neden gözümün üstünde kaş vardır? Bu hava neden nemlidir? Bunların hepsi benim sorumluluğumdadır. Bir baltaya sap olsan yine neyse der. Şuna, bir de şuna heves ettim der, kursağımda bırakma hevesimi. El âlemin kocası öyle mi? Bostan korkuluğu. Boyunu posunu gören adam sanır. Başımı öne eğer, iki büklüm olurum. Kendimi korumak için mi? Sanmam. İsa şöyle bir şey demiştir, onu bilir onu söylerim, sağ yanağına tokat atana solunu çevir. Kevgire dönmenin acısıyla ellerim başımın arasında Zeynep’i yumuşatmaya çalışırım. Onu nasıl sevdiğimi söylerim. Sever miyim sahiden? Bilmem.

O akşam şöyle oldu. Zeynep silahlarını kuşanmıştı. Eve adım attım. Mayına bastım sanki. Bezdim artık senden dedi. Her gün tak ediyordu canına. Yine ne olmuştu, bilmiyordum. O kadar çok şey oluyordu ki takip etmeyi çoktan bırakmıştım. Bir yetememe yarışması düzenlense ipi göğüslerdim. Masaya oturduk, sofrayı hazırladık. Üzerime taramalı tüfek gibi mermilerini yağdırmaya devam ediyordu: Sen, sen, sen; yapamadıklarım, yapmadıkların, yaptıkların. Bir yandan da yemek yiyorduk, lokmalar boğazıma diziliyordu. Daha sonra çatışma şiddetlendi. Önce arazi bombardımana tutuldu. Lâmı cimi, hiç, daima, asla, eskiden, kesin, olsa, olmasa, yine, gene, herkes, her, hep. Zayıf cephem zaten güç bela ayakta duruyordu. Birkaç karşılık verme girişimim oldu. Kem küm, şey, hı, eh peh. Kâfi gelmedi hiçbiri. Susmak bilmedi Zeynep. Ne istiyordu? Bir önemi yoktu ne istediğinin artık.

E dedim önce.

E dedim. Daha doğrusu EEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEE dedim. Ne öyle bozuk plak gibi takıldın dedi alay ederek. Devam ettim EEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEE. Sus dedi, ne oluyor. Nefesim yettiğince susmadım: EEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEE. Arada soluk alıp yine devam ettim. Susturmaya çalışmaktan vazgeçti bir süre sonra. Saldırıya geçti her zamanki gibi. Yapamadıklarımı, edemediklerimi yüzüme vurmaya başladı. Geçmişi deşti durdu. Hakaretler havada uçuşuyordu. Ama hakaretleri daha yere inmeden havada infilak ettiriyordum E’lerimle. Dahası onun cephesinde ilk defa gedik açacak bir silah bulmuştum. Sevinçle bir yandan tebessüm ediyordum. Tabağındaki makarnayı suratıma fırlattı. Soslu makarnanın bir kısmı suratıma yapışmıştı. İlk önce şaşkınlıkla sustum. Elimle yüzümdeki makarnaları sildim sonra. Hatta birkaç makarnayı bir güzel yedim. Devam ettim ardından. EEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEE. Sesim hiç olmadığı kadar gürdü. Kendi sesime hayret ede ede devam ettim. İstifa dilekçemi parmağımdan çıkarıp önüne koydum. Elimle hoşça kal işareti yaptım. Kapıdan çıktıktan sonra sustum.

Yıllardır körelmiş sesimi, akort etmiştim.

Atakan Boran