Edebiyat ortamımız, ülkemizin hali pür melalinden farklı değil. Yani, kaos hâkim. Çok fazla kitap yayımlanıyor, eleştiri yok denecek kadar az vesaire. Bunlar hepimizin bildiği şeyler. Ve fakat ne şekilde, nasıl olursa olsun ilk kitabın heyecanı da ayrı. Kâğıt oyunu oynayanlar bilir, ilk elin günahı olmaz. İlk kitaplar da, tıpkı sonrakiler gibi, kusurlarıyla güzeldir. Kendimize ait, bize kendi yolumuzu açacak güzel yanlışlarımız olmazsa ne anlamı var yazmanın?

Bu ve benzeri düşüncelerden hareketle ilk kitaplarını çıkarmış yazarlarla söyleşi yapma fikri gelişti. İlk kitabını çıkarmış her yazara sorulabilecek ortak sorular belirlemeye çalıştık. Samimiyetle sorulan sorulara verilecek sahici cevaplar, belki, ortak dertlerimizi anlamaya, birlikte düşünmeye vesile olur. Hiçbir şey olmasa bile, bir yazar dostumuzun ilk göz ağrısının heyecanını paylaşmış oluruz.

Nisan Erdem

Kitapsız bir hevesli olmaktan kitaplı bir yazar olmaya giden süreç nasıl gelişti?

Hep bir şeyler karalardım. –Lisans okurken kullandığım defterlere açıp bakarsanız ders notlarından ziyade kendi kendime karaladıklarımla dolu olduğunu fark edersiniz.– Aklıma geldikçe yazardım. Dersten çıkar, Aşiyan’a kaçar, Boğaz’ı seyreder, yazar da yazardım. Derken yazdıklarım üzerinde daha çok çalışmaya başladım. Dergilere gönderdim. Yayımlanan ilk öyküm ise Öykülem’in 2018 sonbahar sayısındaki Rüya Gören Kum Saatleri oldu. O öyküyü yazarken, dergiye gönderirken, cevap beklerken, yayımlanması için gün sayarken ve de yayımlanınca, kısacası her aşamasında kendimi çok iyi hissettim. Yazmayı bırakmayı hiçbir zaman düşünmemiştim ve o öykü beni yazmaya iyice bağladı. Devamında çok daha sıkı çalıştım. Derken bir baktım ki yazdıklarım öykü dosyası haline gelmiş. Onları seçtim, düzenledim. Dosya defalarca değişerek bugünkü Gör İhtarı haline geldi.

Yazma uğraşınızı neden başka bir türde değil de öyküde yoğunlaştırdınız?

En çok okuduğum, sevdiğim tür öykü. Ne zaman kitapçıya gitsem ilk önce öykü kitaplarına bakarım. Hem sevdiğim hem de duygu ve düşüncelere aynı oranda yer verebilmeme daha uygun olduğunu düşündüğüm için öyküde yoğunlaştım.

Yayınevini nasıl belirlediniz? İlk kitabınızın yayımlanma sürecinde neler çektiniz?

Everest Yayınları’nı uzun süredir takip ediyordum ve listemin en başındaydı.

Benim çektiklerim pandemi şartlarından kaynaklandı. Editörümle çalışmalarımız sokağa çıkma yasaklarının olduğu, şimdi hatırlayınca dahi kasvetle dolduğum günlere denk geldi. Kendimi “Bu aylar geçecek, geçince de Gör İhtarı çıkmış olacak, sabret.” diyerek teselli ediyordum. Özellikle son ay çok zordu. Hatırlarsanız (2021) mayısta uzun bir karantina dönemi olmuştu. Karantinanın bir an önce bitmesini istiyor, İstanbul’a çok yakıştırdığım o güzel ay ömrümden öylece ziyan olup gidiyor gibi hissediyordum. “Şu ay bir bitse…” derken zaman da geçti, kitabım da çıktı. Doğrusu yayımlanma sürecinin daha güzel zamanlara denk gelmesini, o ayları daha güzel hatırlamayı isterdim.

Kitabı yayıma hazırlama sürecinde size yol gösteren, yardımcı olan bir editörünüz oldu mu?

Evet, Murat Çelik ile çalıştık. Kendisine çok teşekkür ederim.

İlk kitabınızla hayatınızda neler değişti? Neler ummuştunuz ne buldunuz?

Bu soruyu okuyunca gülümsedim. Hayatımda hiçbir şey değişmedi. Umduğum bir şey de yoktu. Ancak artık kütüphanemdeki kitapların arasında ya da gittiğim kitapçılarda kendime ait kitabı görmenin nasıl bir duygu olduğunu biliyorum. Ayrıca senelerdir imzalı kitap koleksiyonu yapıyorum.Önceden imzalı kitapların peşine düşen kişiydim, Gör İhtarı’ndan sonra imzalayan da oldum. Çok tuhaf bir şeymiş kitap imzalamak ya da bana tuhaf hissettiriyor, bilemiyorum…

Telif aldınız mı?

Evet, aldım.

Dergiler için edebiyatın mutfağı denir. Siz salona, misafirlerin karşısına çıkmadan önce mutfakta ne kadar zaman geçirdiniz?

İlk öykümün yayımlanması ve kitabımın çıkması arasında iki buçuk sene var ancak daha uzun süredir dergilere öykü gönderiyordum. Gör İhtarı’na aldığımız, almadığımız her öyküyü dergilerde gördüğüm anı mutlulukla hatırlıyorum. Mutfakta olmak gerçekten çok heyecanlıydı!

Kitabınız yayımlandıktan sonra yakın çevrenizin, okuma-yazma uğraşınıza ilişkin tavırlarında değişiklik oldu mu? Yazıyla ilişkinizde ciddi olduğunuza ikna oldular mı? Kitap size bu anlamda bir özgürlük alanı kazandırdı mı?

Yakın çevrem edebiyatla ve yazmakla ilişkimin ciddi olduğunu zaten biliyordu. Kitabım yayımlanmadan önce de sonra da çok desteklediler. Tavırlarındaki tek değişiklik beni birileriyle tanıştırırken adımın hemen ardından yazar olduğumu söylemeye başlamaları oldu… Ve de tabii ki kitabımın adını…

Peki, bundan sonra?

Kitabımın ilk öyküsü Eltűnt Kuş’u senaryo haline getirmek istiyorum. Henüz maalesef plandan öteye geçemedi ama üzerinde mutlaka çalışacağım. Onun dışında ilk epigrafı Sait Faik’in “Düşünmek; yazı düşünmekten doğdu.” cümlesi olan bir kitap yazıyor, yazarken de bol bol düşünüyorum. Şu an içime sinerek yazmaya devam etmek istiyorum sadece. Sonrasını beraber göreceğiz.