Her işin bir ahlakı var. Yazarlığın da var elbette. İşini iyi yapmak, kendine ve okuruna saygı duyduğunu göstermenin bir yolu. Çok emek istiyor, karıncalık gerektiriyor ama edebiyata ihtiyacımız var. “Eğer bu yazı söz konusu kuralları çiğniyorsa, bunu da kasıtlı olarak yapar. Bir kuralı çiğneyebilmeniz için, önce o kuralı bilmeniz gerekir. Pot kırmak devrim yapmak değildir.” diyor Le Guin. Kuralları yıkmadan önce o kuralları öğrenme kuralı, her şeyin başı gibi. Pot kırarsın devrim yaptım sanırsın. Yapma.

Kendi sondajını kendin yapacaksın. Yazdığın, kendinle okur arasındaki mesafeye denktir. O kadar. O mesafeyi alacaksın. Kendini arayacaksın yaza yaza. Kendini ayıklayacaksın yaza yaza. Ne yaparsan yaza yaza yapacaksın. Kör olacaksın mesela okumaktan. Yazdıkça açılan yazarlar vardır, yazdıkça kapanan yazarlar da… Senin hangisi olduğunu araman tek başına yapacağın bir yolculuktur. Bunu yaşat kendine sürekli. Yeni metin, yeni sen… Yeni bakış açısı, tekrar yeni metin… Yeni dil, yeni dünya… Oluverir kendiliğinden. Kendiliğinden olan şeylerin bütün güzellikleriyle…

Ursula K. Le Guin (1973)

Çiçekler çok güzeller ve bu güzelliklerini hiç göremeden solup gidiyorlar. Belki sizin kitaplarınız da hiç görülmeden solup gidecek. Fakat hiç önemi yok. Önemli olan sizin o metni yazmanız. Yazarken aldığınız haz. Kitabınıza dört elle sarılıp ağladınız mı hiç? Değmez mi? Siz yazarsınız. Yaz/ar…

Ömrüm bulaşık yıkamakla geçti. Ruhumdaki bulaşıkları… Metinlerimdeki bulaşıkları… Başka kitaplardaki bulaşıkları… Artık, yarım asır sonra kirletmemeyi öğrendim. Yazmak da böyle bir şey, zamanla daha az kirli yazıyorsunuz. Kalan son lekeler de yazarın imzası oluversin.

Biz bir hayat parçası kuruyoruz edebiyatla. Tanık olduğumuz, okuduğumuz ve hayal kurabildiğimiz kadar yazabiliriz. Kurguyu, olay akışını zeka ve mantıkla çözebiliriz, ama dil senin işin. Yaratıcılık senin yaratıcılığın. Onu yakalayıp çıkarmazsan ortaya özgün olamıyorsun. Özgün olanların bile pek görünmediği bir alemde olmayanları sen düşün.

Yazdıklarımız genelde okuduklarımızdan çıkıyor. Çok okuyun, iki sonucu olacaktır: Ya yazmaya başlarsınız ya da tamamen bırakırsınız. İkisi de iyidir, size zaman kazandırır. En kötü ihtimalle iyi bir okur olursunuz ki bu çok önemlidir.

Korkak olmayan bir dil, kalemini biraz daha rahat ve özgür bırakabilen bir yazara yol açar. Özgünlük arayışı hep devam etmeli. Aynı öyküyü farklı bir dil ve anlatımla tekrar tekrar yazmalı, hatta anlatıcıyı bile değiştirmeli. Tatmin duygusuna ulaşana kadar yazmalı.

Kurallı yazıyor öykücülerimiz, doğaçlama yapmıyorlar. Öykünün ne kadar uyulması gereken (!) kuralı varsa yerine getirmeye çalışıyorlar. Ustalığa öyle ulaşacaklarını düşünüyorlar. Oysa asıl sanat, asıl ustalık doğaçlamada. Sınırları aşmak ancak doğaçlamayla mümkün.

Yazdıklarının üstüne yatıp tembellik etmeyeceksin. Bununla birlikte, yazmak sadece yazmak demektir. Bir esriklik hali uzayıp gitsin istersin. Ellerine bak, her şey ellerinde. Cümle üstüne cümle kurduran hep ellerimiz… Sonunda kendinle mutabık kalacak kadar yazmalısın. Kendinden taleplerin artmalı ve çeşitlenmeli. Kendini yazdıklarına kapatmayacaksın.

Bir hayatta birçok hayat yaşama özlemidir yazarın özlemi. Sen yazarken yaşat ki okur da okurken yaşasın. Her şeyden öykü olur. Önemli olan içindeki nüveyi yakalamak. Dil ve anlatım bütünlüğü da arayabilirsin, bambaşka öyküler de yazabilirsin. Ama unutma: estetik olanı, “güzel”i arıyoruz. Yazarak ses veriyorsun dış dünyaya. Bu sesi mi vermek istiyorsun?

Edebiyatın sınırları yoktur, sınırsızdır. Kendi kafanız kendi kaleminize ihanet edebilir, dikkat edin. Kendi metninde sen hüküm sürmelisin. Başka yazarların seslerini silmelisin metninden, ayıklamalısın. “Üslubunuzun ait olmadığı bir yere kök salmadığından emin olun. Çoktan salmışsa, gerektiği gibi kökünden sökün.” diye bir not almışım zamanın behrinde. Şimdi yazarını hatırlamıyorum, ama anlatmak istediğim bu. Ya kendinize mal edin ya da kendiniz olun.

Sözcükler sessizdir siz okuyana kadar. Sonra yine sessizliklerine bürünürler. Bu kadar sessiz olan başka bir sanat dalı yoktur. Bu yüzden sözcükleri sevmeyen, genelde hep aynı sözcükleri kullanan yazarları anlayamıyorum. Dil denilen ummanda sözcükler küçük dalgalar gibi vurur yazara. Ayağına kadar gelen sözcükleri görmezden gelenden yazar olur mu? Sözcükleri sevmeden yazılır mı?

Yazmak bir iç görü geliştirir yazana. Yazmamanın çaresi yazmak mı acaba? Bir yandan sürekli okumak ama yazmamak, yazamamak çok şey öğretiyor. Böyle çok yazar var bildiğim. İnsan yaza yaza kendinden kurtulabilir mi? Kendinden kurtulmak çare mi?

Okuryazar olman için hayatını sağa sola saçman gerekmiyor. Belli bir ritimde yazmazsan uzaklaşıyorsun yazacaklarından. Hayatın yakasını bırakıp edebiyatın yakasına yapışmalı. İlla ki saçman gerekiyorsa kendini, kağıtlara saç. Sonra oku, düzelt, yeniden yaz ve bize saç. En iyi saçma yolları edebiyatta mevcut. Göremiyorsan hâlâ kendini saçıyorsun demektir. Sana, evet sana isabet etmek için yazıyorum. Bütün söylediklerim bu minvalde anlaşılsın isterim.

İşte böyle…

Tarhan Gürhan