Film izlerken, hem de filme kendimizi kaptırmışken elektrikler kesilse nasıl hissederiz? Hoş olmaz elbette. Elektrikler gelince filmin izleyemediğimiz kısımlarını ve devamını bir şekilde izleme şansımız olduğunu biliriz. Peki ya elektriklerin bir daha gelmeyeceğini bilsek? Hayal kırıklığı yaşardık sanırım. Saramago’nun Mızraklar Mızraklar Tüfekler Tüfekler (MMTT) romanı için elektrikler bir daha gelmeyecek. Film izlemekle arasında bir fark var tabii bu durumun. Romanı okumadan önce yarım bir romana başladığımızı biliyoruz. Alacağımız tadın yarım kalacağını, devamını merak edeceğimizi tahmin edip kendimizi buna hazırlıyoruz.

Yarım kalmış bir roman bize ne sunar? Yarım kalmış bir romanı neden okuruz? Yarım kalmış bir romanı okumak keyifli midir? Daha önce tanışmadığım bir yazarın ilk olarak yarım bırakılmış ya da mecburen yarım kalmış bir romanını okumayı tercih etmezdim doğrusu. Fakat daha önce kitaplarını okuyup sevdiğim bir yazarsa o zaman işler değişir. Saramago’ya aşina okur için araya ölümün girmesiyle yarım kalmış romanını okuyabilmek elbette büyük şanstır. Birkaç açıdan bu okumanın nelere yol açtığını anlatmaya çalışayım.

Öyküde ve romanda bilinçli olarak yazar tarafından okuyucuya bırakılan boşluktan çok daha büyük boşluklar vardır yarım kalmış romanda. Kitap nihai haline ulaşmadığından yazım sürecinde yaşanacak gelişmelerin ya da yazar tarafından tekrar tekrar yapılacak okumaların ve düzeltmelerin yazılmış bölümlerde ne gibi değişikliklere yol açacağı da belirsizdir. Bu da aslında okura hem yazarın ilk taslağı ve yazım süreci hakkında yorum yapma olanağı sağlar hem de tembel olmayan okur için büyük boşlukları doldurma şansı verir.

Mızraklar Mızraklar Tüfekler Tüfekler (MMTT)

Belli bir gelişmişlik aşamasına kadar bir zigotun ya da embriyonun hangi canlıya ait olduğuna karar vermek kolay değildir. Oysa biraz daha zaman geçip embriyo fetüse dönüştüğünde bazı organlar, kafa, kollar, bacaklar seçilir olmaya başlar. Doğduğunda nasıl bir bebek olacağını, saçının gözünün rengini bilmeyiz ama en azından insan formunda olduğunu görürüz, hele ebeveynsek fetüse karşı sevgi beslemeye bile başlar, ultrason ekranında onu görmekten mutluluk duyarız. MMTT’i de bir fetüse benzetebiliriz. Birkaç karakter hakkında az çok fikir sahibi olmuşuzdur, gelişmekte olan karakterlerin izlerini görürüz. Başlangıç bölümünün gücünü hissederiz, kaldığımız noktada olayın içine girmişizdir ve devamını okuma isteği çoktan oluşmuştur.

Saramago çoğu romanında olduğu gibi bunda da parlak bir fikirden öte bir problem, bir soru, çözülmesi, üzerinde fikir yürütülüp tartışılması mümkün bir sorunu çıkış noktası olarak belirleyerek yola koyuluyor. Bu soru MMTT için “Silah sanayinde neden hiç grev olmaz?” sorusu. Körlük’te bir gün dünyada herkes kör olsa ve gören tek kişi kalsa neler yaşanırdı sorusunu sormuştu ki bu soru elbette peşinden insan doğası, toplum, demokrasi, ahlak, şiddet gibi pek çok kavrama ilişkin yeni sorular doğurmuştu. Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ta ise ertesi gün dünyada kimse ölmese ne olurdu diye sordu. İber Yarımadası bir gün Avrupa kıtasından kopup okyanusta bir yolculuğa çıksa peki? Bu soruların nasıl çıktığını bilmiyoruz? Bazıları başlı başına üzerinde fikir yürütülmesi gereken sorularken, bazıları anlatılmak istenen insani, felsefi, etik, ahlaki vb. tartışma konularına alan açabilmek için üretilmiş olmalı.

Bu kitabın çıkış noktasını oluşturan “silah sanayisinde neden grev olmaz?” sorusunda ortaya konulan grevin ne olduğunu Saramago 2009 yılında Kabil adlı romanının tanıtıldığı basın toplantısında açıklıyor. Grev burada ücretlerin yükseltilmesi ya da sosyal haklar için yapılan bir eylem değil. Grev, insanları öldürmeye hizmet eden silahları üretmeyi reddetmek anlamında kullanılıyor, Saramago’nun kafasında ekonomik bir sorun değil ahlaki ve etik bir sorun alanı olarak şekilleniyor. Yazar bu toplantıda, bugüne kadar yeni yazdığı bir kitabın ne hakkında olduğunu sonuna kadar gizli tuttuğunu ama bu kez bu alışkanlığı terk edeceğini ifade ediyor ve kitabın –Kabil’e vurgu yaparak– Kur’an hakkında olmayacağını söylüyor ve dünyadaki tüm kutsal kitaplar kadar önemli bir şey hakkında diyor: Silah endüstrisi. Belki de Saramago bu kez kitabın yarım kalabileceğini hissediyor olmalı ki yeni kitabının konusunu saklama rutinini bozuyor. Herkesin silahı var diyor ve kabul gören, onaylanan bir şiddet toplumunda yaşadığımızdan dem vurup ekliyor: Televizyon bize her gün insan hayatının önemsiz olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Kolombiyalı bir gazeteci Saramago’ya ülkesinde sol geleneğe sahip silahlı mücadelenin neden aşırı sağın yükselişine sebep olduğunu soruyor. Saramago solun nerede, sağın veya faşizmin nerede durduğunu bilmediğini, çünkü günümüzde her şeyin birbirine karıştığını ve sapkın olduğunu dile getiriyor, silahlı mücadelenin doğasında bu var diyor. Nitekim romanın üçüncü bölümünde bu görüşünü destekleyici şekilde, fabrika genel müdürüne istisnasız her rejimin, kapitalist, komünist ya da faşist, silah imal ettiğini, alıp sattığını ve bunları birbirlerine ve kendilerine karşı kullandığını söyletiyor küfreder bir tonda. Aynı söyleşide ağzımızdan çıkması gereken en önemli kelimenin “hayır” olduğunu ekliyor, her zaman ağzımızda “hayır”ı hazır bulundurmalıyız. Bu söyleşiden Saramago’nun yazmayı planladığı kitapta silah endüstrisine ve doğal ve kültürel bir varlık olarak insana nasıl yaklaşacağı hakkında ipuçları ediniyoruz. Günümüzde silah üretiminin, şiddetin, savaşın birey ve toplum açısından ne ifade ettiğini savaşın taraflarından bağımsız olarak ele alacağını ima ediyor kanımca. Muhtemeldir ki kitabını tamamlayabilmiş olsaydı, savaş ve şiddet ile ilgili birbiriyle çatışan pek çok fikri masaya yatıracak, bireyin ve toplumun içine düştüğü şiddet sarmalının hem yaratıcısı hem mağduru oluşunu, kimi durumlarda işimiz, mevkiimiz, kazandığımız para uğruna içine düştüğümüz acınası ikiyüzlülüğü mümkün olduğu kadar kurcalayacak ve okuyucuyu siyasal görüşünden, mensubu olduğu ekonomik sınıftan, tabiiyetinden bağımsız olarak kafa karışıklığına ve vicdani sorgulamalara itmeye çalışacaktı.

Yarım kalmış bir kitap olan MMTT ile ilgili en önemli ipuçlarına Saramago’nun kitapla ilgili aldığı notlardan ulaşıyoruz elbette. Notları, kitabın ne yönde gelişeceği ile ilgili yazarın aklından geçenleri ve hatta hikâyenin sonunu nasıl bağlayacağını açık ediyor. Elbette, yazma sürecinde bu fikirlerinin ne kadar değişeceği, ilk notlarından ne kadar sapacağı ve farklı bir yöne gidip gitmeyeceğini bilme şansımız yok. Kitap üzerine çalışabilseydi ilk aldığı notlarda yanıldığını yazardı sonradan diye tahmin ediyorum.

Şöyle: Kitapta yer alan ilk notta Saramago eskiden beri kafasına takılan, bir silah fabrikasında neden hiç grev olmaz sorusuna ilişkin tamamlayıcı bir fikre ulaştığını yazıyor. Bu soruya çengeli Andre Malraux’nun Umut’ta anlattığı gibi, İspanya İç Savaşında patlamayan bomba hikâyesi ile attığını dile getiriyor. İkinci notta ise hafızasının onu yanılttığı, aklına gelen hikâyenin Umut’ta geçmediğini, hatta Hemingway’in Çanlar Kimin İçin Çalıyor’unda da geçmediğini yazıyor. Buna karşın Malraux’nun kitabında obüslere sabotaj yaptıkları için kurşuna dizilen Milanolu işçilerle ilgili bir referans olduğunu ve bunun amacı açısından oldukça yeterli olduğunu yazıyor. İşte Saramago’nun kitabın dayanak noktası olarak kabul ettiği soruya çengel attığı, önceleri başka bir kitapta gördüğünü düşünüp sonradan Malraux’nun Umut adlı romanında olduğunu hatırlayıp içinin rahatladığı bölüm:

“Arada faşist mermilerinin patlamadığı oluyordu.

Yeni bölüğün siyasi komiseri ayağa kalkarak “Mermilere sabotaj yaptı diye Milano’da kurşuna dizilen işçiler şerefine,” dedi, “ya-ya-ya, şa-şa-şa!..”

Hepsi ayağa kalktılar. Yalnız evvelce cephane fabrikalarında çalışmış olanlar tereddüt ediyordu biraz: Mermilerin bazan kendiliğinden de patlamadıklarını biliyorlardı çünkü.” (“Umut”, 3. Kısım, 2. Bölüm, sayfa 478)

MMTT’de Fernando Gomez Aguilera tarafından yazılmış olan ve yarım kalan roman metninin ardından okura sunulan “Tamamlanmamış Bir Kitap, Israrcı Bir İrade” adlı makalesinden öğreniyoruz ki savaşta patlamamış bombalarla ilgili hikâyelerden birini Arturo Barea’nın La llama adlı eserinde görmek mümkün. Bahsedilen kitap henüz Türkçeye çevrilmemiş ancak hakkında yazılmış olan bazı makalelere ulaştım. Alfonso López García tarafından yazılmış olan “Bombas Que Nunca Mataron: El Sabotaje Pacífico Durante La Guerra Civil Española” (Türkçeye “Öldürmeyen Bombalar: İspanyol İç Savaşı Sırasında Pasif Sabotaj” olarak çevrilebilir) adlı makalesinde bu kitaba atıf yapılmış. Arturo Barea bu olaya bizzat tanık olmuş. İspanya İç Savaşı sırasında Hemingway, John Dos Passos ve diğer uluslararası muhabirlerin Madrid’teki Telefónica binasından gönderdiği haberlerin filtrelenmesinden sorumluymuş. Yani, Barea resmi sansürcüymüş. Tanık olduğu olay neredeyse terk edilmiş Devlet Bakanlığının (Palacio de Santa Cruz) bir ofisindeyken olmuş. Stres, korku, uykusuzluk ve alkolün etkisiyle bu binada uyumaya karar vermiş. Sonrasını kitapta şu şekilde anlatıyor; buradan La forja de un rebelde adlı kitabın makalede atıf yapılan ilgili bölümünü çevirmeye çalıştım:

“Etrafta gerçekleşen bir dizi patlamayla uyandığımda bakanlıkta bir koltukta uyuyordum. Plaza Mayor’daki Puerto de Sol’a, Calle Mayor’a, bulunduğum binadan sadece üç yüz metre öteye bombalar düşüyordu. Aniden kalın duvarlar titredi, ama saniyeler sonra yaşamayı gerginlikle beklediğim patlama ve yıkım gerçekleşmedi. Binaya bir obüs isabet etmiş ancak patlamamıştı. Kalın, eski duvarları aşmış ancak daha ileri gidemeyip sanki gardiyanların odasının eşiğinde dinlenmek için yere uzanmıştı. Ahşap döşemeler hâlâ tütüyordu ve karşı duvarda bir çatlak vardı. Yeni doğmuş bir bebek büyüklüğünde, 24 santimetrelik bir obüstü bu. Sağda solda yapılan konuşmalardan sonra, topçu birliğinden bir topçu geldi, fünyeyi söktü, daha sonra obüsü almaya gelecekti. Muhafızlar, artık zararsız olan devasa mermiyi avluya taşıdı. Biri, fitil ile bombanın kalbi arasındaki boşlukta bulunmuş olan kâğıt şeridinde yazanları Almancadan tercüme etti. Şöyle yazıyordu: ‘Yoldaşlar, korkmayın. Yüklediğim mermiler patlamıyor.’ Avlunun büyük demir kapıları ardına kadar açıldı ve bu zararsız bomba kabuğunu herkes görebilsin diye bir masanın üzerine koyduk. Binlerce insan onu görmeye geldi. Artık Alman işçileri bize yardım ederken, savaşı biz kazanacaktık. Geçit yok, geçit yok!”

Barea’nın tanık olduğu ve aktardığı olay, yaşanan tek olay değildi. Gazetelerde pek çok benzer vakadan söz ediliyordu. Bir başka patlamayan bombanın içinden şu not çıkmıştı: “Benim yoldaşlar, patlamayacak. UHP” (UHP, “Uníos Hermanos Proletarios” / “Unite Proletarian Brothers” / “Proleter Kardeşler Birleşin” sloganının kısaltması.) Alfonso López García’nın gökten düşen mucizeler diye nitelendirdiği bu patlamayan bombalara ve notlara resmi arşivlerde de rastlanıyor. İşte bir diğeri: “Yoldaşlar, korkmayın, hiçbiri patlamayacak, ben de sizdenim – UHP.” Barselona’da patlamayan bir kapsülü yerin on iki metre altından çıkardılar ve söktüklerinde içinden şu satırlar çıktı: “Palma de Mallorca’nın antifaşist işçileri kardeşlerini selamlıyor.” Alicante’de başka bir mucize: “İspanyollar, siz bizim kardeşimizsiniz ve size zarar vermek istemiyoruz.” Levante bölgesine düşen bir bombanın içinde şu yazı vardı: “Yoldaşlar, bu bomba size zarar vermez.” Extremadura’da ise “Elimden geçen patlamaz.” Tüm bu yaşananlar Franco’ya da gizli istihbarat servisleri tarafından aktarılıyor. Franco silah fabrikalarını teyakkuza geçiriyor, kapsamlı kontroller yaptırıyor, sadık olmayan işçilerin daha fazla bombayı sabote etmesini engellemek için önlemleri sıkılaştırıyor. Bir resmî belgeden Granada’daki El Fargue Silah Fabrikası’nda yapılan bombaların patlamadığı gerekçesiyle, karşı tarafa barış mesajı göndermek isteyen 60 işçinin vurularak öldürüldüğünü öğreniyoruz.

İşte Saramago’yu etkileyen sahneler bunlar olmalıydı, Barea’yı referans gösteren Aguilera’ya göre.

Oysa Saramago’yu hafızası yanıltmamıştı aslında, çünkü bu patlamayan bombalarla ilgili bölümler Umut’ta gerçekten de vardı. Umut’ta en dikkat çekici bölümlerden biri şöyle:

“Faşist uçakları yürüdükleri yolu ve dolaylarını besbelli adamakıllı bombalamışlardı. Sağda solda patlamamış bombalar yatıyordu. Manuel gitti birini iki eliyle kaldırdı, tapasını çıkarınca içinde daktiloyla yazılmış bir kâğıt buldu, Ksimenes’e uzattı. Portekizce biliyordu o, okudu: “Yoldaşlar, bu bombalar patlamayacak. Şimdilik sizin için bu kadar yapabiliyoruz.” İlki değildi bu, böyle kağıtların.” (“Umut”, 1. Kısım, 2. Kitap, II- 1. Bölüm, sayfa 192-193)

Hem de romanda bahsedilen not Portekizceydi; Saramago’nun hatırladığı gibi. Barea’nın kitabında bahsettiği olaydaki not ise Almancaydı. Yani önce Umut’ta geçtiğini düşündüğü, sonra yanıldığını sandığı hikâye aslında Umut’ta yer alıyordu gerçekten, yani Saramago ilk başta yanılmamıştı. Dahası Fernando Gomez Aguilera kitapta yer alan makalesinde, bahsedilen bilginin Saramago’nun Umut’ta yer aldığını düşündüğünü, bir süre sonra karışıklığı çözdüyse de olayın somut kaynağını saptayamadığını söyleyerek bu bilginin kaynağını açıklamaya girişiyordu Barea üzerinden. Saramago’nun bu notu yazdıktan sonra kitabını yazmaya ölene kadar devam ettiği (kitapla ilgili aldığı son not ölümünden yaklaşık dört ay önce) ve yalnızca dokuz ay sonra öldüğünü düşünürsek, Umut’u tekrar okuyabilecek zaman ve gücü kendinde bulamamış olduğunu varsayabilir ve bunu garipsemeyiz. Buna karşın Fernando Gomez Aguilera’nın kitaba eklenen makalesinde Umut’ta Saramago’nun hatırladığı sahnenin gerçekten var olduğundan ve aslında Saramago’nun yanıldığını sanmasının bir yanılgı olduğundan bahsetmemesinin nedeni nedir? Gerçekten atlamış olabilir mi bunu? Çok garip ama sanırım öyle. İşte Saramago’nun sonradan düzelteceğini sandığım notunun hikâyesi böyle.

Öte yandan Andre Malraux’nun Umut’u 1937’de yayımlanmışken, ilgili hikâyenin geçtiği Barea’nın İspanya İç Savaşı’ndan sonra İngiltere’de sürgündeyken üçleme şeklinde yayımladığı otobiyografisi The Forging of a Rebel’in son kitabı olan La llama, 1946’da İngilizce olarak yayımlanmış. Demek ki Barea bu olaylardan birine bizzat şahit olmuş olsa da Malraux Umut’ta benzer bir olayı ondan daha önce yazmış. Bu da Fernando Gomez Aguilera’nın dediği gibi o dönemde patlamayan bomba vakalarının çok sayıda örneği olduğunu doğrulayan bir ayrıntı öte yandan.

Bir askerin elinde patlamamış bir havan topu. (Kaynak)

MMTT’ye dönersek, hikâyede Bellona Silah Fabrikası’nda çalışan ve silahlara, savaş filmlerine hayran ve aynı zamanda işine tutkuyla bağlı olan artur paz semedo (Saramago’nun yazmayı tercih ettiği gibi küçük harflerle) Malraux’nun romanından uyarlanan Umut isimli filmi sinemada izler ve bazı sahnelerinden çok etkilenerek kitabı da okumaya karar verir. Kitabın sonlarına doğru bombalara sabotaj yaptığı için kurşuna dizilen Milanolu fabrika işçileri bölümünü okuduğu zaman büyük bir öfkeye kapılır, ancak bu öfke ve kızgınlık kurşuna dizildikleri için değil aksine silahlara böyle bir sabotajı nasıl yapabildiklerine yöneliktir. Silahlara yapılmış sabotajı kendisine yapılmış haksızlık gibi algılar ve cezalandırılmalarına hak verir. Aynı anda artur paz semedo ayrı yaşadığı eşi felicia’yı hatırlar. felicia, silah üreten bir fabrikanın muhasebe şefiyle evli kalmaya daha fazla dayanamamış inançlı bir pasifist militandır. Malrux’un kitabında okuduklarından onu haberdar etmenin iyi olacağını, hikâyenin onun pasifist duygularını hoşnut edeceğini düşünür. Yaptıkları telefon konuşmasında felicia İspanya İç Savaşı’nda benzer bir olayın yaşandığından ve patlamayan bir obüsün içinden bombanın patlamayacağına dair Portekizce bir not çıktığını anlatır. Saramago’nun bu hikâyeyi felicia’nın ağzından aktarmasına, Malraux’nun romanında ya da Umut filminde olduğunu yazmamasına dikkat çekmek isterim. Konuşmanın devamında felicia, artur paz semedo’nun bahsettiği sorumluluk duygusuyla olsa gerek bu fabrikalarda kimsenin grev yapmadığını iğneleyici bir dille ifade eder ve artur paz semedo’nun aklına bir kurt düşürür. “İspanya İç Savaşı yıllarındaki fabrika arşivlerini araştır, Bellona Anonim Şirketi faşistlere silah satmış olmalı,” der. semedo, bunu öğrenmenin kendisine ne kazandıracağını sorar, felicia da “hiç, ama yaptığın iş ve hayat hakkında başka bir şeyler öğrenmiş olursun,” der ve ekler, “General Franco’nun imzası olan emirler arama boşuna, diktatörler sadece ölüm hükmü imzalamak için kalem kullanır.” Bu noktadan sonra bir hafta süren bir gelgitin ardından artur paz semedo dayanamaz ve şirket müdürü ile görüşerek onu ikna eder ve arşive girip araştırma yapmaya başlar. Bu bölüm, Saramago’nun arşiv ya da arşivleri anlatma tutkusunun kabarmaya başladığı bir bölüm olarak başlar. Saramago’nun yabancısı olduğu bir ortam değildir, labirent gibi karmaşık, karanlık ve tekinsiz arşivler. Bütün İsimler romanındaki Merkez Arşiv ve Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş romanındaki ölüm’ün tuttuğu kayıtlar hakkındaki anlatıları akla gelir hemen. O tıpkı yarattığı karakterler gibi karşılaştığı bir sorunu hemen, en basit yoldan giderek çözmeye kalkışmaz (Tıpkı Kopyalanmış Adam ve Yitik Adanın Öyküsü’nde de olduğu gibi) çünkü bu basit yolların hemen çözüme götürmesi yarattığı problemin de önemini azaltacak, onu küçültecek, basit kılacak bir durumdur. Bu nedenle karanlık arşivlerde ve zengin olasılıklar evreninde dolanıp durur, aslında böylece hem kendi düşüncelerini ve hikâyesini olgunlaştırır hem de bana kalırsa anlattığı hikâyenin başka türlü olamayacağına kendini ikna eder.

Saramago hem notlarında Malraux’nun Umut’undan bahsetmiş hem de roman kahramanına bu kitabı okutmuş ve böylece kitap ve kitapta anlatılanlar MMTT’nin nirengi noktasını oluşturmuşken, bu kitabı değerlendirirken elbette benim de Umut’u da mutlaka okumam gerekirdi. Ben de büyük bir hevesle okudum Umut’u. Bu sayede Umut’ta, Saramago’nun aklındaki soruya çengel atarak hikâyesine başlamakta referans noktası oluşturabilecek başka bölümler de tespit ettim. Bir örnek:

“Beride mitralyöz tutukluk yapmaya başlamıştı; yedi sekiz mermi atıyor, takılıyordu sonra. Mitralyözcülerin şefi Karlitch, Magnin’in o yana geldiğini görünce karşıladı, selam verdi, bir kenara çekerek cebinden üç mermi çıkardı, tek kelime söylemeksizin gösterdi: horoz düşmüş, kapsülleri çizmişti, fakat ateş almamıştı mermiler. Karlitch parmağıyla markalarını işaretleyerek: “Toledo Fabrikası’nın mermileri,” dedi. “Baltalama mı?” “Yok, yapım hatası. Ama bir düşünürsen havada savaşa tutuştuğun sıra bunların yapacağı tutukluk…” (“Umut”, 1. Kısım, 2. Kitap, 3. Bölüm, sayfa 89)

Biraz daha ilerletelim. Umut’ta Saramago’nun aklını yıllardır kurcalayan sorudaki ekonomik olmayan ama ahlaki arka planıyla ifade edilen silah endüstrisindeki grevin bir örneğini görüyoruz:

Maringuad için yazılan satırlar… “… sekreter olarak çalıştığı silah fabrikasında yaptıklarını herkes biliyor çünkü: İtalyanlar bu firmaya, Franco’ya gönderilmek üzere iki bin mitralyöz sipariş ediyorlar, mitralyözler yapılmış, fakat fabrikanın patronu silah hastası bir adam. “İstediğim gibi olmadılar daha” diyor da başka bir şey demiyor, geciktiriyor kasalarına yerleştirilmelerini. Her gece işçiler dağılıp fabrikadan el ayak çekilince, atölyelerden birinin ışıkları yanıyor ve silah tutkunu patron ufacık bir makinada bilmem hangi vidayı değiştirerek bu mitralyözleri “Kız gibi mitralyözler” haline getiriyor. O yattı mı yattı, sabahın dördünden sonra, Maringuad’nun öğrettiklerine uyarak, ellerinde törpülerle işçi militanlar sökün ediyorlardı birer ikişer, üstünde onca sabırla çalışılmış parçaları sakatlıyorlardı. Altı hafta sürdü bu. Kırk geceden fazla teknik tutkusuyla (oğulları faşistti ama, Maringaud’nun patronu, kendisi, değildi) işçilerin dayanışması bu fabrikada böyle sessizce çarpıştılar. Tugayda herkes bunun faydasız olmadığını yaşantısıyla biliyor hanidir.” (“Umut”, 2. Kısım, 2. Kitap, 17. Bölüm, sayfa 449-450)

Burada açık bir karşı koyuştan ziyade –belki de Saramago’nun düşündüğü grev çok daha göz önünde ve topluma ve dünyaya mesaj veren pasifist bir eylemdi ki kitapta Saramago felicia’dan pasifist olarak bahsediyor– üstü örtük, gizlice yapılan ama direngen bir eylemdi. Savaş şartlarının zor koşulları altında işçilerin, kendileriyle aynı sınıfta gördüğü yoldaşlarını korumak için gizlice bombalara sabotaj düzenlenmesine tanık oluyoruz romanda. Yani silah üretmeyi reddetmiyorlar ama onları patlamaz hale getiriyorlar. İçinde bulundukları savaş şartlarında belki de yapabilecekleri en etkili eylem bu. Yaptıkları şey bombaların içine kurt düşürmeye benzetilebilir. Nasıl içine kurt düşmüş bir insan artık eskisi gibi kararlı değilse, yüreğini, zihnini amansız bir soru ya da şüphe kemirip durursa ve görüşünü, bakışını, eyleyişini etkilerse, bombaların içine düşürülen kurtlar da bombayı sersemletip patlamaz hale getirip onları amacından uzaklaştırıyor. felicia da artur’un içine kurt düşürüyor, tıpkı bomba düzeneklerine pasif sabotaj düzenleyen işçiler gibi. Sadece bir fikir atıyor ortaya ve onun içinde yavaş yavaş gelişip zihnini kemirmesine neden oluyor. artur içindeki meraka ve şüpheye yenik düşüp içeri sızmanın bir yolunu arıyor ve o da aynı şeyi silah fabrikasının yöneticisine yapıyor. Ufak bir kanca atıyor, sadece onun aklını çelebilecek bir fikir, tıpkı bombaların fitili ile kalbi arasına yerleştirilen bir not gibi. Böylece arşivde araştırma yapma iznini koparıyor. Esasında artur’un arşive girmesini, fabrikayı bir bombaya benzetirsek, onu etkisiz hale getirebilecek kalbinin olduğu yere doğru çıkılan bir sabotaj seferine benzetebiliriz. Fabrikanın sırları ve ekonomik faaliyet geçmişi onun en zayıf noktası olmalı. Romanın devamında neler olacağını bilemiyoruz ama artur’un bu seferinin fabrikanın imajını ya da artur’un silahlara, savaşa ve çalıştığı işe olan yaklaşımını sarsacağı öngörüsünde bulunabiliriz. Kısacası bombalara sabotaj düzenlenmesi, felicia’nın artur’un sert düşünce yapısını delişi ve artur’un yöneticisini ikna edişiyle kolay kolay kimsenin adım atamayacağı arşive ulaşması yöntem ve sonuçları bakımından benzerlik gösteriyor: Bir fikrin kışkırtıcılığı. Bu benzerliğin Saramago’nun bilinçli bir tercihi olduğunu düşünüyorum. En azından romana devam edebilmiş olsaydı bu paralellikler üzerinde duracağından kuşkum yok.

Fabrikanın arşivindeki araştırma sonuçlarından en çok etkileneceğe benzeyen karakterlerden biri de kırklı yaşlarındaki fabrika müdürüdür ki kitabın yazılan son bölümünün sonlarında kendini mühendis olarak nitelemeye başlar ve değişimin bir işaretini verir. Müdür önce artur’un fabrikanın savaş yıllarındaki muhasebe kayıtlarını araştırmasını anlamsız bulur. Silah tedarikçisi olarak İspanya İç Savaşı’nda, İtalya’nın Etiyopya’ya karşı savaşında, Chaco Savaşı’nda, Bolivya Uruguay Savaşı’nda çok para kazandıkları açıktır, bunun artur’a ne ifade ettiğini sorduğunda, artur bir şirket çalışanı olarak şirketinin gelişmesini arzu ettiğini söyler, bir yurttaş olarak ise her ne kadar silahları sevse de herkes gibi savaşların olmamasını tercih ettiğini ekler. Müdür ise iğneleyici bir tavırla herkes değil der, en azından generaller değil ve silah fabrikası yöneticileri.

Kısa bir parantez açayım. Bu yazıyı yazarken Rusya’nın Ukrayna işgali başladı. Yıllar boyu Ortadoğu’da görmeye ne yazık ki alıştığımız savaş görüntülerini bu kez daha farklı bir coğrafyada fakat aynı ölüm iklimiyle yaşamaya başladık. Savaşın ilk günlerinde televizyondaki bir haber kanalında Amerika’nın dört büyük silah şirketinin hisselerinin hızla yükseldiğini izledik. Ukrayna’ya da patlamayan bombalar düşer mi bilinmez ama Saramago’nun hayal ettiği gibi silah şirketlerinin arşivlerine inebilseydik kim bilir bu şirketlerin politikacılarla, yöneticilerle, medya patronlarıyla vs. ne tür ilişkileri ortaya çıkardı. Çıkar mıydı? Parantezi kapatmadan ve konuyu dağıtmadan şunu da belirteyim ki Saramago’nun silah fabrikalarında neden hiç grev olmaz sorusunu soracağımız, zaten aklımıza gelen her şeyi sorduğumuz bir kaynak var: Google. Merakıma yenilip sordum ben de. Sonuç gerçekten ilginç. Türkçe ve İngilizce aramalarda karşıma sadece bir grev çıktı. 2008 yılında Bulgaristan’ın devlete ait en büyük silah üretim fabrikalarından biri olan VMZ’de, şirketin iflası ve özelleştirilmesi beklenirken, iş güvencelerinin tehlikede olması nedeniyle ve aldıkları ücretlerde artış talep etmeleriyle işçilerin bir saat iş bırakma eylemi yaptıklarını görüyoruz. Saramago’nun düşündüğü gibi bir grev değil tabii. Bunun yanında vicdani nedenler bir yana silah fabrikalarında ekonomik sıkıntılardan kaynaklı grevlere rastlamak bile pek güç anlaşılan.

Romana dönersek, müdür o akşam, yerini miras aldığı babasına durumu anlatır, sohbet sırasında babasının aklına iç savaş sırasındaki bir olay gelir. O sıralarda büyükbaba patrondur ve kendisi henüz gençtir. Fabrikada sorunlar vardır, bir grev hazırlığı olduğunu fark eder, hatta bazı sabotaj eylemleri bile oluyordur, polis çağırılır, gelirler ve dökümhanede ve kilit bölümünde çalışan işçileri alıp götürürler, bir daha da akıbetlerini öğrenen olmaz. Bu sohbetin ardından, ertesi gün müdür artur’u çağırır ve arşiv araştırmasına izin verdiğini, otuzlu yıllara ait rapor, belge, yazışma, tutanak, muhtıra ne varsa bulup kendisine getirmesi talimatını verir. Kitabın ikinci bölümünde, fabrika müdürünün artur’la ve babasıyla olan diyaloglarına ve verdiği karara bakıldığında onun da oldukça etkiye açık, gelişebilecek bir karakter olduğu sonucuna varabiliriz. Ortaya saçılacak belgeler onun kişiliğini ve dünyaya bakışını değiştirebilir, içi rahat etmese de görevine devam edebilir ya da tam tersine sertleşerek daha zor ve acımasız bir adam haline gelebilir. Her halükârda fabrika müdürünün eskisi gibi olamayacağı aşikârdır. Bir silah üreticisinin içine düşeceği ahlaki ve etik sorgulamayı okumak ilginç olurdu.

Roman kahramanımızın arşivde çıkacağı sonu belirsiz yolculuk, arşiv görevlilerinin garip tutumları ve araştırmaya etkileri, fabrika sahibinin ve babasının araştırmadan çıkan sonuçlara ya da artur’a gösterecekleri güven ya da güvensizlik ve girişecekleri sorgulamalar, artur’un onların tavırlarını nasıl karşılayacağı, ayrı yaşadığı antimilitarist eşi ile araştırma sürecinde yaşayacağı çelişki ve çekişmeler, romanın gelişme eksenleri hakkında ipuçları içeriyor ve sadece üç bölümde sorduğu sorulara bakılacak olursa ulaşacağı derinliğe işaret ediyor. artur’un içinden zor çıkılır bir durumda kalacağı da belli. Ne olacağını öğrenmemiz artık mümkün değil ama yarım kalmış bir romanın düşündürdükleri de az değil, hele bunu Saramago yazmışsa.

Sonuç olarak Saramago’nun ortaya attığı ve cevap vermeye niyetlendiği soru, yani “silah fabrikalarında neden hiç grev olmaz?” sorusu o günden beri zihnimizde asılı durmaya devam ediyor ve yarım kalan romanı sayesinde ileride de zihinlerde soru işaretleriyle savaşsız bir dünya fikri oluşturmayı sürdürecek ve bizi vicdani ve etik tutarsızlıklarımızla, açmazlarımızla yüzleştirmeye devam edecek. Saramago’nun hazır bekletmemiz gerektiğini söylediği, hepimizin diline pelesenk olmasını istediği, önüne koyacak pek çok başka sözcüğün hep olageldiği sözcükle bitirelim o halde: Hayır! Hem kendimize hem de itaat ettiğimiz muktedirlere söyleyebileceğimiz bu sözcüğün önüne getirebileceğimiz sonsuz sayıda seçenek var, yarım kalmış bir roman kadar sonsuz.

M. Özgür Mutlu

Kaynaklar:

1- Mızraklar Mızraklar Tüfekler Tüfekler, José Saramago, Çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yayınları, 2015.

2- Umut, Andre Malraux, Çev: Attila İlhan, İletişim Yayınları, 2020.

3- José Saramago’nun “Kabil” romanının tanıtımı (link)

4- Link

5- Link

6- Link

7- Link

8- Link