
Her şey yıllar evvel nüfus müdürlüğünde başladı. Memur sordu: “Beyefendi, çocuğunuzun ismi ne olacak?” Babam anlamadı, “Af buyur,” dedi önce. Kulakları ağır işitir. Memur tepkisiz kalınca babamın jeton geç de olsa düştü. “Ha, isim diyorsun. Yakup olsun. YAKUP.” İşte o gün Yakup oldum ben. Yakup olduğum için de çağrılmadım hiç. Çağırmadınız beni, sen Zehra, sen Esin, sen Bülent. Niçin çağırmadınız beni?
Peşinizdeydim hep. Aynı otobüsteydik. Aynı yerde mola verdik. Yanımdan geçtiniz. Aynı otelde kaldık. Aynı plajda güneşlendik hatta. Çağırmadınız anladık. Neden görmediniz peki hiç? Dönerken otobüste yine arkalı önlüydük. Zehra yanıma denk gelmişti. Muhabbeti koyulaştırıyordunuz ben yokmuşum gibi. Dahil değildim sohbete. Uykuya dalmışım, otobüsün zangırdayan camları gibi zangırdıyordu bedenim rüyamda. Ceplerime kurbağalar dolmuştu. Sırılsıklamdım. Rutubet kokusu geliyordu burnuma. Kurbağanın birinin üç başı vardı ve şöyle bağırıyordu: Vrak, Vrak, Vrak. Uyandım korkuyla “Vraaak” dedim. Herkes dönüp bana baktı. Zehra dizimi ittirdi. Ne oluyor diye baktım, gözlerinden ateşler saçılıyordu. Eskiden böyle bakmazdı hiç. Sana rüya defterimi verdiğim için mi böyle oldu Zehra? Erotik rüyalarım mı soğuttu seni benden?
Niçin görmezden geliyorsun diyerek çıkışmak istedim bir an. “Vrrraak” dedim yalnızca. Sözcük dağarcığım “Vrak”tan ibaretti. Oysa zihnimin içinde düşünceler binbir sözcükle pır pır dönüyordu. Muavin geldi yanıma. “İyi misiniz?” diye sordu. Kafa salladım usulca. “İyiyim iyiyim” diye mırıldandım. “Vrak vrak” diye çıktı sesim. Bir süre bekleyip gitti. Esin ve Bülent de baktılar o sırada bana. İçlerinden “Ya sabır” çektiklerine adım gibi eminim. Adım neydi sahi?
Güneş benim bulunduğum taraftaki camdan vurmaya başladı. Güneş ışığı hapşırmama neden olur. Hapşırdım tam üç kere: Vvvvvrak, vvvvvrak, vvvvvrak. Otobüs kahkahalara boğuldu. Herkes gülüyordu. Sen Zehra, sen Esin, sen Bülent gülmüyordunuz hiçbiriniz. Esin, Bülent’e dedi ki “Tatilimizin içine ettiği yetmedi herhalde.” Bülent sinirle “Şeytan diyor ki çek şunu bir köşeye eşek sudan gelinceye kadar döv.” Çok beklersin bay Bülent. Zehra omzuma dokundu. Kurbağa prensiyle iletişim kuruyordu demek. Ona döndüm “Vrak” dedim. “Üzüyorsun bizi, yapma böyle.” dedi. “Vvv…vvv…raaak” dedim. Arka koltukta oturan bir teyze ayağa kalkıp “Delikanlıya ver” diyerek bir su şişesi uzattı Zehra’ya. “Şimdi okudum, içsin de içi ferahlasın.” dedi. Bir meczupluğum kalmıştı. Acınacak durumda mıydım yani? Zehra’nın uzattığı şişeyi elimle ittim. Yeltenmedim bile konuşmaya. Kızgınlıkla cama döndüm yüzümü. Perdeyi çekmiştim az önce güneş gelmesin diye. Ha dışarıya bakmışım ha perdeye. Gözümde canlandırarak perdede bir film oynattım. Zehra ile tatile gitmişiz. Yalnızca ikimiz. Öndeki burnu kalkıkları çağırmamışız. Zehra benim sırtıma güneş kremi sürüyor önce. Sonra ben sürüyorum onun bronzlaşmamış tenine. Elim mahrem bölgelerine kayıyor. Kahkaha atarak durduruyor beni, “Dursana insanlar bakıyor,” diyor. Kalkıp salına salına denize koşuyor peşi sıra. Yavaşlıyor ayaklarını suya sokunca. “Su soğukmuş,” diyor. Adım adım ilerliyor suda. Ayağı yerden kesilince kulaç atmaya başlıyor. Gidiyor, gidiyor çok uzaklara. “Yardım et,” diye bağırıyor uzaklardan. Çırpınıyor suda. Ben yetişene kadar boğulabilir. Kurbağaya dönüşüyorum. Suya zıplıyorum alelacele. Yanına gidiyor, sırtıma alıyorum Zehra’yı. Suya hiç batmıyorum. Zıplaya zıplaya kıyıya varıyorum. Suni teneffüs yapıyorum hemen. Su kusuyor önce. Ardından gözleri ışıldayarak bana bakıyor. Tam perdeye Mutlu Son yazacağım muavinin sesi yüzünden kısa filmim tamamlanmıyor. Yarısını anlamıyorum söylediklerinin. “Devam edecek yolcularımızın otobüsten inmemeleri önemle rica olunur,” dediğini duyuyorum.
Zehra toparlanıyor. Üst taraftaki çantasını alıyor. Esin ile Bülent de ayaklanıyorlar. Otobüs perona yanaşıyor. Bülent bana doğru dönüp “Ne adamsın, içine ettin tatilin” diyor. Zehra onların yanında bekliyor. Otobüs durunca ben öyle kalakalıyorum. İniyorlar hep birlikte. Çağrılmadım yine. Gurursuz bir adamım sanırım. Daha nereye kadar sürdürebilirim bunu? İstenmediğim hâlde tatile gittim onlarla. Şimdi inip peşlerine takılabilirim. Hep birlikte taksiye bineriz. Evlerine dağılır herkes sonra. Zehra benle gelir mi? Sanmam. Rüya defterine yazdığım gibi olsa keşke. Zehra ve ben bir başımıza kalsak. Gerçi rüyamda görmemiştim. Görmüşüm gibi yazmıştım. Zehra, evin önüne geliyor, “Yakup!” diye sesleniyordu. El ele tutuşuyorduk. Avuç içinin sıcaklığı başımı döndürüyordu. Yalnız kalmak için ne kadar sabırsızlandığını anlatıyorken kucaklıyordum onu. Merdivenleri zıplaya zıplaya çıkıyorduk. Yani o zıplamıyordu da ben zıplıyordum. Eve girer girmez dudaklarına yapışıyordum. Ne kadar yeşil diyordu ağzının tadı, hem biraz da sulu. Böyle rüyalar yazıyordum işte Zehra’ya.
İnmedim otobüsten. Onlar valizlerini almışlardı bagajdan. Peronda bekliyorlardı. Beni mi? Otobüs hareket etmeye başladı bir anda. El sallıyorlardı sanırım. Karşılık verdim. Elimi sallarken “Vrak Vrak” diyordum. Muavin “Tövbe tövbe” dedi. Bir bana bir de elindeki yolcu listesine bakıyordu. Göz göze geldik. “Sizin inmeniz lazımdı,” dedi “Niçin diğerleriyle birlikte inmediniz?” Yanıt belliydi. Elimle yola devam edeceğimi işaret ettim. “Olmaz ki, biletinizi buraya almışsınız.” dedi. Küfrettim. Vrak’ladım yani. Zaten anlamıyordu. Şoförün yanına gitti. Bir süre onunla konuştu. Elindeki kağıtlarla yanıma geldi. Benle muhatap olmak istemiyor gibi bir hâli vardı. Telefonunu çıkarıp bir numara tuşladı. Bu sırada arka koltuktaki teyze koltuk arasından omzuma dokundu. “Suyundan içsene kuzum,” dedi. Alınmasın diye verdiği şişeden su içtim. Suyun tadı yeşildi. Muavin telefonu kulağına götürdü.
“Zehra Hanım, eşinizi otobüste unutmuşsunuz,” dedi.
“Vvvvrrrrrraaaak” dedim. Çünkü Yakup’tum. Çünkü çağrılmamıştım.
Atakan Boran
Çok çok güzel devam